Türkiye’nin Suriye turnusolünden doğuya ve batıya ait yeni bir takım dersler çıkarttığı doğrudur. Her ne kadar resmi makamlar tarafından zikredilmese de tarih geriye sardırılabilse, Türkiye’nin Suriye sorununun çözümünde ABD ve batıya karşı izlediği politikanın şu an izlediğinden çok farklı olacağını söylemek zor değil. Stratejik ortaklık, zor zamanlarda tarafların birbirine olan ilgisi ve beklentisi açısından samimiyet testini geçemedi. Bunun ilk olmadığını, tarihi birikimin buna benzer sayısız örnekle dolu olduğunu biliyoruz.
Batı ve ABD, doğu toplumlarına ait kimi liderleri ülkelerini ziyaret sonrası resmi törenlerle uğurlarken öbür taraftan da ülkenin cuntasıyla iş tutarak o liderin havaalanından cezaevine gitme görüşmelerini yapmıştır. Bunun en son ve en acı örneği Mısır’da cumhurbaşkanı olan Mursi’dir. Batı bir taraftan Mursi’yi resmi törenlerle karşılayıp yeni anlaşmalar imzalarken öbür taraftan Sisi ile Mursi sonrasını planlamıştır.
Türkiye bu süreçlerin tamamında Batı ve ABD karşıtı bir duruşun temsilcisi olmuştur. Daha doğrusu Batı ve ABD, bu süreçlerin tamamında zalimin ve zulmü temsil edenlerin safında durmuştur. Türkiye’nin bu durumu not etmediğini düşünemeyiz. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da dediği gibi devlet mekanizmasının yavaş işlemesi rota değişikliğinin de hemen fark edilemeyeceğini ortaya koyuyor. Ama bilinen şu ki; ne batı ve ABD açısından eski Türkiye, ne de Türkiye açısından eski batı var. Her iki tarafta birbirine karşı hiç olmadığı kadar güvensiz ve kontrollü bir ilişki düzeyini tercih ediyor. Eğer değerlendirilebilirse bu Türkiye açısından tarihi bir fırsattır. Bu fırsat bize, hem batı tarafından dayatılmış yüzyıllık mecburiyet ve mecburiyetin oluşturduğu mağduriyetten kurtulma şansı hem de yöresel duruşumuzu güçlendirerek küresel güç olma imkânı verecektir. Ait olandan ait olunana geçiş yapabilmek, bizi esir eden, özgün ve özgür bir duruş sergilememize mani olan prangalardan kurtulmakla ancak mümkün olacaktır.
Geleceği yakalamak isteyen devletlerin küresel bir duruş sergilemesi gerektiği kaçınılmaz. Küresel duruşun hangi değerlerle bezeneceği ve bu duruşun müşteri kitlesi ile rakiplerinin hangi kıtalardan oluşacağı meselesi bu duruşun kodlarını yazanların elinde olacaktır. Bu güne kadar doğu ve batı arasında kurulan ilişki biçiminin doğunun batıya tâbi olması ve bu tâbiiyetten dolayı iktidarını, batının izin verdiği tarihe kadar güvenlik içinde devam ettirmek olduğunu biliyoruz. Bu hem Türkiye hem de çoğu Ortadoğu ve Afrika ülkeleri için geçerlidir. Batı gerek seçimle gerekse verasetle geçiş yapmış tüm iktidarların hayat ipini bir biçimde kendi elinde tutmuştur. Ülkelerin yönetim modellerine uygun bir şekilde, kimi yerlerde silahlı unsurları, kimi yerlerde yerleştirip yeşerttikleri muhalif güçleri, kimi yerlerde ise verasetin güzergâhını değiştirerek iktidarı oluşturanların kimler olacağına müdahale etmiştir. Bu durum, doğu coğrafyasının kaybetmekten korktuğu iktidar nimetinin maliyeti olan kölelik külfetini gönüllü taşımasının sebebini oluşturmuştur. Halen birçok Ortadoğu ve Afrika ülkesi iktidarlarını bu ilişki biçimiyle koruma çabasındadırlar. Bu, beraberinde kalıcı ve güvenli olmayan bir iktidarla, sürekli tedirginlik ve teyakkuz halini besleyen bir ruh iklimi oluşturur. Batı ve ABD de bu ruh iklimi üzerinden o ülkenin tüm birikimiyle birlikte kendisine hizmet etmesini sağlar.
Yazımın başında da belirttiğim gibi Türkiye’nin Suriye turnusolünden elde ettiği tecrübeyi küresel bir güce dönüştürebilmek için özellikle Ortadoğu ve Afrika ile yeni bir vizyonun işbirliğini oluşturması gerekmektedir. Bu ülkeleri doğunun batıya uzanan en son, batının da doğuya uzanan ilk çizgisi olmasından kaynaklanan birikimiyle kuşatmalıdır. Ortadoğu ve Afrika ile batının elinde olmayan değerler üzerinden bir birliktelik geliştirilmelidir. Bu birlikteliğin kalıcı ve etkin olabilmesi için de paranın, teknolojinin, fikir ve enformasyonun dahası kültür ve sosyolojinin aynı çizgiye gelebilmesi için daha fazla çabalamalıdır. Yöresellikten küreselliğe yürümek istiyor isek, ulus-devlet anlayışından birlikte yürümek istediklerimizle uyumlu değerleri bir biçimde koruyarak kurtulmamız gerekiyor. Aynı çizgide olamadıklarımızla nasıl omuz omuza yürüyüp, hattı müdafaa yapacağız ki?