“Kin susturur insanı adına çıdam denir.”
Aslında hepsinin, her şeyin bir yalan olduğunu nasılda unuttuğumuzu hatırlatıyor bize İsrail. O dünyanın efendisi, zalim, kan emici, zorba, hukuk, insanlık, kural tanımaz bir tiranı, biz ise eli kolu, aşağısı yukarısı, sağı solu incelik, medeniyet, kural, erdem, ahlak, iyi niyet, merhamet, uluslar arası hukuk, insan hakları vs ile sarılmış, bize işleyen ama efendiye işlemeyen ve efendiyi bağlamayan kurallara uymakla hükümferma olmuş bir köleyiz…
Ötesi yalan.
Filistin sadece Filistin değil Gazze şeridi de sadece uzak coğrafyada bir şerit değil, insanlığın var olmak ile olmamak arasındaki bir şerit. O ince şeritte yürüyoruz, etrafımızda patlayan bombalara baka baka, nasıl kalabileceksek, insan kalmaya çalışıyoruz.
Etrafı duvarla, tel örgüyle, orduyla, sınır kapılarıyla örülmüş, dünyadan tecrit edilmiş, aç biilaç, elektriksiz yoksul bırakılmış bir milletin üzerine abanmış dev bir savaş ahtapotu mu dersiniz örümceği mi dersiniz, ne derseniz artık.
Yok artık! Yeter artık! Yuh artık!
Kafese kapattığı bir millete elindeki en son savaş makineleriyle bombalar yağdırıyor, bütün bir dünyanın gözünün içine bombaları soka soka! Tanımıyor hiçbir sınır, eleştiri, kınama, protesto, tavır… İçine tükürüyorum diyor sanki bütün kurallarınızın, kanunlarınızın, kurallarınızın.
Beni bununla sınırlayamaz, tutamaz, koruyamaz, eleştiremez, doğru yola getiremezsiniz. Çünkü ben doğru yoldayım diyor. İşin doğrusu bu! İstediğim zaman istediğimi öldürürüm! Uçakla, füzeyle, bombayla ya da geçmişte yaptığı gibi kolları kafaları taşla kıra kıra…
Ben efendiyim siz köle, haddinizi bilin!
Schindlerin Listesi filmindeki psikopat nazi subayına benzetiyorum ben olan biteni. Balkona oturmuş sadistçe, toplama kampındaki esirlere rastgele ateş edip öldüren subaya…
Aynen öyle işte, en kalabalık en çok sayıda nasıl öldürebilirimin hesabıyla bombalıyor… Hepsini birden öldürecek ama eğlencesi! biter diye mi yavaş yavaş, teker teker, onar onar, yüzer yüzer öldürüyor?
Ama olmuyor değil mi sayın efendi! Bombayla taşla, kafasını kolunu boynunu kıra kıra, evini yıka yıka, toprağını işgal ede ede, kadınlarını çocuklarını öldüre öldüre yola getirilemiyor bu Filistin! Arasına nifak tohumu ek, ikiye böl, birbiriyle savaştır, liderlerini öldür ama olmuyor işte. Bir şekilde hala ayaktalar ve direniyorlar. Ölüyorlar ama boyun eğmiyorlar!
…
Sözün buradan ötesine dermanım yetmiyor. Kalan son insanlık, Müslümanlık kırıntılarımla bunları yazabiliyorum. Daha ne yazılabilir ki?
Sözün bittiği şerit burası işte.
Şimdi eylem zamanıdır, konuşma, yazma, nutuk atma değil… Pratik, oradaki insanların yarasına merhem olabilecek somut adımların, girişimlerin yapılması zamanıdır kim yapacaksa?
…
Şairin Filistini adlı bir kitaptan bahsedecektim. Yurtsuz bırakılmanın, sürgünde yaşamanın, vatansızlaştırılmanın ve kendi topraklarına girememenin acısını anlatan bir kitap.
Filistinli bir şairin “Mourid Barghouti”nin kitabından. Filistin denilince aklımıza gelen bombalar, karga tulumba taşınan cesetler, toz toprak, ağıt, gözyaşı. Bütün bunlara artık alışıp duyarsızlaştık nerdeyse. Oysa orada yaşanan acıların birebir yaşayan bir insanın kaleminden okuduğumuz zaman sızıyı daha da iyi hissedip anlayabiliriz. Ama patlayan bombalar altında bu kitaptan bahsetmek de beyhude…
Susuyorum.