Yusuf Benli 1962 doğumlu. Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Ve Sanat Tarihi mezunu. Sivas, Akşehir, Konya ve Çanakkale müzelerinde çalıştı. Ülkemiz ve yurt dışında bir çok kazı ve restorasyon çalışmalarına imza attı. 2007 aralığından beri de Konya Mevlana Müze Müdürlüğü görevini deruhte ediyor.
Yusuf Benli beni ziyaret etti ve müze personeli ile ilgili eğitim çalışması yapmak istediğini, Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzelerinden olan dergahta ziyaretçilere iyi prezantasyon yapılmasının gerekliliğini ve bu konuda birlikte neler yapabileceğimizi konuştuk. Sanırım önümüzdeki hafta içinde bir çalışmamız olacak.
Laf lafı açtı ve kendisiyle bir çok konuyu konuştuk.
1955 yılından beri Mevlana Müzesinde teşhir ve tanzim ile ilgili hiçbir yenileme çalışmasının yapılmadığını tespit ettiğini söyledi. Laf müzeden açılınca Konya’daki ilk müzecilik çalışmalarını da konuştuk. Konya’da ilk müze 1901 yılında bugünkü Karma İlköğretim okulunun köşesinde Müzeyi Hümayun şubesi olarak açılmış. O yıllarda Anadolu’da açılan üç müzeden birisiymiş. Konya ve civarındaki tarihi eserler ve özelikle Selçuklu dönemine ait olanlar sergilenmiş. 1926 yılında da Mevlana Müzesi Asar-ı Atika Müzesi adıyla teşkil olunmuş. Zaman içerisinde Konya’da müze sayısı yediye yükseltilmiş.
Yusuf Benli öncelikle iki yıldır kapalı olan Karatay Medresesi Çini Eserler Müzesi’ni yeniden teşhir ve tanzimini düzenleyip halkın ziyaretine açmış. 2008 yılında Mevlana Müzesi’nin röleve ve restorasyon projesi çalışılıp hazırlanmış. Bu çalışmanın amacının Müzeyi 1925 yılındaki orijinal fiziki görünümüne kavuşturmak olduğunu söyleyen Yusuf Bey’in bu konudaki heyecanı gözden kaçmıyordu. Ayrıca Konya il sınırları içindeki bütün kültürel mirasın envanter çalışmaları yapılıp dosyalanmış. Bunun yanı sıra Anadolu’nun tapu taşları olan Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait mezarlıklar ve mezar taşlarının tespit ve tescilleri ile ilgili çalışma yapılmaktaymış ve özellikle Ilgın bölgesindekiler öncelikli olarak hemen hemen tamamlanmış.
Mevlana Müzesindeki Yeşil Kubbe( Kubbe_i Hadra)’nin çinileri ile ilgili bilimsel danışma kurulu oluşturulmuş ve bununla birlikte müze ile ilgili de zemin etüt çalışmaları yaptırılmış.
Biraz da geleceğe yönelik projelerden söz edelim deyince: Müze bahçesine konulacak iki LCD ekranda Hz Mevlana ve dergahla ilgili tanıtım yapılacakmış. Ayrıca müze gezilirken gelenlere verilecek kulaklıklarla da elektronik ortamda birkaç dilde bilgi verilecekmiş.
Müze içindeki ihtisas kütüphanesinde Mevlevilikle ilgili çok sayıda tarihi vesika mevcutmuş. Araştırmacılara isterlerse sunuluyormuş.
Mevlana Müzesinde çalışmak ve dergahtan sorumlu olmak nasıl bir duygu diye sordum.
Bambaşka bir şey diye başladı. Zor bir görev. Bazen binanın yaşlandığını eskidiğini görmek içimi sızlatıyor. Nasıl bana kadar gelen bu yapıyı benden sonrakilere daha iyi iletirimin sorumluluğunu taşıyorum dedi.
Nelerle karşılaşıyorsunuz diye sorunca: En çok Hz Mevlana’nın kabri ile ilgili soru soruluyor dedi. Nerede metfun? Naaşı nerede? Hiç kimse gördü mü? Nisan tası. Elbiseler. Mesnevi’yi kendisinin yazıp yazmadığı. Bizzat kendi el yazısı var mı? En çok sorulan sorularmış.
Ben de merak ettim diyelim?
Gümüş merdiven veya gümüş kafesin hemen altında sivri kemerli bir kapının kemer kısmı görünüyormuş. Ancak mübarek cisminin bulunduğu hücrenin kapısı tuğlayla örülüymüş. Bu tuğlaların ne zaman ya da kimin tarafından örüldüğü ile ilgili hiçbir bilgi yok elimizde diyor. Sultan Veled’de aynı hücrede gömülüymüş ve muhtemelen onun defni sırasında birilerinin merkade ulaşmış ve görmüş olması ihtimali vardır dedi.
Başka şeyler de konuştuk. Burada yazamayacağım türden.
Güzel bir sohbet oldu teşekkür ediyorum kendisine ve başarılar diliyorum.
Önümüzdeki günlerde Müze personeli ile de tanışacağız inşallah.