İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır, derken benim kast ettiğim şeyi düşünmüş olabilir mi şair, sanmıyorum. Ama şiir yazılana kadar şairin, okunduğunda ise hissedenindir, fikrine sığınarak, bir 28 Şubat sabahı, derdimi anlatabilmek için bu dizeleri ödünç alıyorum İsmet Özel ağabeyden…
Bir yılda kaç kez darbe yıldönümümüz var artık saymıyorum. Sadece içimde buruk, acı, yoğun bir tortu var, çözülmeyen üst üste birikmiş. Ama hiçbir darbeyi, konuşmayı, tartışmayı, yazmayı sevmiyorum. Çünkü sanki herkesin bir başka darbesi herkesin başka bir zalimi var.
Yazıp konuşuyoruz da ne oluyor ‘benim mağduriyetim seninkini döver’ den ileri gitmiyor sosyal farkındalığımız. Oysa bir toplum, bir beden gibidir. Nerede kime haksızlık yapıldı ise tüm bünye etkilenir farkında olsak da olmasak da...Karşısında durmadığımız her zulüm, çarpan etkileri ile büyüyerek bizi de bulacaktır. 12 Eylül Darbesinin gerçek mağduru kaldı mı bilmiyorum ama o mağduriyet psikolojisinin mirasçısı oldukça fazla… Ve yine onların çoğu 28 Şubat mağdurlarını göremiyor ya da görmezden geliyor. Görebilmeleri için gözlerinin önünde bir iki idamın mı yaşanması gerekir diye düşünüyordum önceden artık vazgeçtim. Çünkü aynı bakış açısı 15 Temmuz’da vatanı için sokağa çıkıp namlunun karşısında duranı da şehit olanı da “ahmaklar” olarak değerlendirdi. Bunun karşılığında birileri de çıkıp onların “devrim şehidi” kabul ettiği kutsallarına aynı benzetmeyi yapsa ne hissederler merak ediyorum.
Birbirimize bunu neden yapıyoruz? 28 Şubat’ı anlamadan ne bugünü ne de yarını anlayabiliriz. Kurumundaki herkesten, her bakımdan daha yetkin bir annenin, kıyafet yüzünden kovulduğunu bilen bir çocuk, bir de onun ağlayışını gördü ise onu artık ne bu toplumla ne düzenle ne de bu devletle barıştırmak bin yıl geçse mümkün olmayabilir. Bir de bu açıdan bakalım, o gün bunu yaşamış kaç çocuk var bugün nerelerde… O da kendi acılarını çok iyi biliyor. Belki o yüzden sizin acılarınıza duyarsız. Siz onun yanında olsanız, sizin de acıyı bildiğinize inanacaktı…Sonra çıkıp, “bu güruh nereden çıktı, gerçekten bunları dışlamış mağdur etmiş olabilir miyiz” falan diye entel dantel yazılar kaleme alınıyor. Günaydın! Günaydın, gün geceye yaklaşırken mi uyandınız?
Siyaset mekanizmasının bir kolu darbenin gücünü diğeri mağduriyetin masumiyetini kullanmış olabilir. Uzmanlar bin yıl da bunu tartışabilir, işin doğasında var siyaset her şeyi kullanır deyip geçebilir de…
Ama bu bizim birbirimize karşı sorumluluklarımızı kaldırmaz. Hala 28 Şubat davalarından hapis yatanların bulunduğunu düşünürsek sürecin tamamen bittiğinden söz edebilir miyiz? Mağdurların bir kısmı iktidarda söz sahibi oldu ve mağdur görünümlü birçoğu da bunun üstüne eklendi diye gerçekleri görmezden gelebilir miyiz? Sadece, silahı elinde bulduranı suçlayıp lanetleyip işin içinden çıkabilir miyiz? Şartları olgunlaştıran, zemini hazırlayan, merkezden en küçük beldeye kadar hukuksuz direktifleri fazlası ile uygulayan kraldan çok kralcı kesilenleri unutabilir miyiz?
Bu sabah zihnimde dolaşan Yusuf gibi kuyudayım gör beni dizeleri ile uyandım. Bu bir ilahi sözü müydü, ben mi uydurdum, bilmiyorum. Yıllardır içimde tarif edemediğim bütün siyasi yorumlardan, sayısal darbe bilançolarından, mağdurlardan, yapılanlardan, umulmadık alçaklıklardan geriye kalan kesif acının cevabını bulmama sebep oldu.
Hz. Yusuf’un kıssasını ne zaman hatırlasam, iftiraya uğramasına ya da zindana atılmasına üzülmüyorum kuyuya atıldığı kadar… Ve nedense kendisinin de böyle hissettiğine inanıyorum empati yapınca. Siz de düşünün lütfen kendinizi onun yerine koyup hangisi daha acı veriyor, yoklayın yüreğinizi… Çoğunuz bana katılacak inanıyorum. Çünkü kuyuya atan kardeşlerinizdi. İftira atan yabancılar, hapse atan yabancı bir ülke…
Benim içimde darbelerden kalan acının sebebi bu. Her darbeden mağdur sevdiklerim var ama hiçbiri, diğerinin acısına sahip çıkmıyor. Bir ülkenin evlatları kardeşler gibidir oysa, “bu kime kazandırır şimdi” kaygısından uzaklaşıp birbirlerine sarılmazsa bu acı bitmez yenileri yaşanır.
O yüzden toplumsal, ideolojik kamplarımızın duvarını biraz indirip, diğer tarafı da görelim. Bir başka şairin dediği gibi:
Göreceksen şimdi gör beni!
Çünkü tabutlar ışık geçirmez…
Cumalarımız, cem’e birliğe vesile olsun…