İçinden geçtiğimiz zamanın en çok kullanılan kavramı: “Yüzleşmek”.
Yüzleşmek, bir hakikat itirafıdır.
Yüzleşmek, yenilenmenin diğer bir adıdır.
Yüzleşmek, cesaret işi, yüksek bilinç işidir.
Önce insan kendisiyle yüzleşmeli, ben nasıl bir insanım, düşünce dünyam, Müslümanlığım, çevremle ilişkilerim vb. gibi sorularla yüzleşmeli.
İnsan, Rabbiyle yüzleşmeli. Birbir günahlarını ortaya koymalı, itiraf etmeli, sonra da O’nun sevmediği söz ve davranışları formatlayarak hayatından çıkarıp atmalıdır.
İnsan, yeniden beyaz bir sayfa açarak, yeni bir hayata başlamalıdır.
Her insan, konumunun gereği, kendi gerçekleriyle yüzleşmelidir.
Yüzleşmek bir erdemliliktir.
Bu çağ aynı zamanda, entelektüel düzeyde insanın tarihiyle bizzat yüzleştiği bir zaman dilimidi.
Hiç kimse, tarihiden kaçamaz. Nereye giderse gitsin, ister sevsin isterse sevmesin, tarihini bir üzüm küfesi/sepeti gibi sırtında taşımak zorundadır.
Eğer, yeniden kardeşlik ve birlik bağlarını sağlamlaştırmak istiyorsak, bu yüzleşmeye ihtiyacımız vardır.
Barış içinde mutlu ve huzurlu olmanın olmazsa olmaz ilkesi, yüzleşmektir.
Yapılması gereken, insanımızın kendi tarihi, medeniyeti, dini ve kültürü ile yüzleşmesidir.
Bu toprakların kimi insanı, her ne kadar tarihine sırt dönse de tarihi ona hiçbir zaman sırtını dönmeyecektir. Çünkü yaklaşık yarım yüzyıl bizde Türk aydını hep kendi tarihsel gerçekliğine sırt çevirmeye çalışmışsa da bugün tarihiyle barışma, yüzleşme sinyalleri vermeye başlamıştır.
Unutmayalım ki, bizim en marksistimizin, bizim en en ateistimizin bile mayasında İslam kültürü vardır.
Unutmayalım ki, bizde geçmişte solculuk, Amerikan emperyalizmine, sömürüye, haksız rekabete, yoksulluğa, âdil olmayan bölüşüme bir tepkinin adı olmuştur.
Bugün İslam dünyasının başka yerlerinde İslami Sol gibi akımların varlığı da aynı özü taşımaktadır. Artık günümüzde sağ-sol, ilerici-gerici vb. gibi kavramlar anlamlarını yitirmeye başlamıştır. Bunların yerini iyiler ve kötüler alıyor.
Artık günümüzde “iyilikte ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşımakta” yarışanlara büyük görevler düşüyor. Elbette bu görevi üslenenlerde derin tefekküre dayalı bilginin yanında temsil liyakatine da ihtiyaç vardır.
Hayat zaten iyilerin ve kötülerin mücadele alanı değil midir?
Kısacası, yeniden dinimizle, tarihimizle, kültür ve medeniyetimizle barışmayı ve birbirimize katlanmayı öğrenmeliyiz.
Bizler yeni Müslüman olmuyoruz.
Anadolu topraklarında bu din ve bu dinden beslenen kültür ve medeniyetimiz bin yıldır yaşamaktadır ve kıyamete kadar da yaşayacaktır. Hiç kimse, ama hiç kimse bu topraklarda ne dininden, ne tarihinden, ne ırkından, ne mezhebinden ve ne de insanlığın ortak değerlerinden vazgeçmeye niyetli filan değildir.
Şunu iyi bilelim ki, Hz. Mevlânâ, Sadreddin-i Konevî, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî, Evhadüddîn Kirmanî, Muhyiddin-i Arabî vb. âriflerin nefesi, Anadolu birliğinin kökleridir.
Birliğimizin, dirliğimizin ve geniş ufuklu yaşamanın yegâne çaresi, köklere