Çocukluğumda yaptığım en eğlenceli işlerden biri de yüzmeye gitmekti.
Ama öyle denizde, altın gibi kumlara sahip sahillerde yüzmüyorduk.
Sahil şehirlerinden birinde yaşamadığımız için ilk yüzme derslerine bir havuzda başlamıştık.
Ama ne havuz…
Daha dün gibi hatırlıyorum...
İlk kez bizden birkaç yaş büyük mahallenin ağabeyleriyle gitmiştik havuza.
Havuz deyince şimdilerde olduğu gibi spor centerler ve ya olimpik havuzlar yoktu tabi.
Evet, gittiğimiz yer Tekke havuzuydu, ama herkesin bildiği manada tekkeye, tarikata, cemaate ait değildi.
İki büyük kayanın arasından dökülen dere suyu zamanla küçük bir gölet halini almış ve önüne konulan setle on onbeş metrekarelik doğal bir havuza dönüşmüştü. Derinliği de sanırım bir buçuk iki metre vardı. Çünkü benim boyumu aşıyordu.
Derenin kaynağı bir Yörük köyü olan Tekke’deydi. Bu nedenle adına Tekke havuzu denilmişti.
Tekke havuzunda her şey doğaldı.
Salkım söğütlerden oluşan şemsiyelerimiz ve üzerine uzandığımız yemyeşil çimler ise şezlongu aratmayacak kadar rahattı.
Yemeğimiz ise Deli Mehmed’in bahçesinden çaldığımız erikler, elmalar dutlardı.
Şimdilerde orta yaşları yaşayan her Akşehirli genç Tekke havuzunda en az bir kez yüzmüş, derenin o insanı donduran soğuk suyundan çıktıktan sonra bir nefes cigara çekmiştir.
Gerçi son zamanlarda artık havuz suyu gittikçe azalmış, yarım metreyi geçmiyormuş, eskisi gibi giden gelen de pek yokmuş.
Bunun sebebini suyun azalmasına bağlayanlar olduğu gibi, açılan modern yüzme havuzlarına da bağlayanlar var.
Bu hikâyeyi niye yazdım şimdi durup dururken.
Çocukluk hikâyelerimin çok az kişiyi ilgilendirdiğini tabii ki biliyorum.
Sadece bir şeye dikkat çekmek istedim.
Gazeteciyseniz, yazarsanız attığınız başlıklara, kullandığınız cümlelere dikkat etmelisiniz. Yoksa yanlış anlaşılabilirsiniz…
Benim, “Yüzmeyi Tekke’de öğrendim” başlığını kullanmam ilk anda nasıl bir yanlış anlaşılmaya yol açıyorsa, hafta sonu çıkan bir röportaj da sanırım aynı yanlış anlaşılmalara yol açacak gibi.
Ortadoğu’nun Bret Pit’i, Seksi Muhammed!
Okuyucularımız hemen tepki gösterecektir, sen şaşırdın mı be adam, böyle bir şey söylenir mi diye?
Bu iki kelimeyi yan yana görünce ben de şaşırdım, hatta şoke oldum.
Evet, bu iki kelime, Ortadoğu’nun Bret Pit’i başlığıyla basının amiral gemisi Hürriyet’in cumartesi röportajlarından birinde yan yana gelmiş.
Türkiye’deki televizyon kanallarının birinde yayınlanan Gümüş adlı dizi Arap ülkelerinde çok tutulmuş.
Dizinin başrol karakterinin adı ise Mehmet.
Arap televizyonlarında ise dizinin adı Nur, başrol karakterinin adı ise Muhammed.
Özellikle dizinin sarışın erkek oyuncusu, Arap kadınları tarafından çok seviliyormuş.
Hatta bu oyuncu o kadar çok hayran kitlesine sahipmiş ki Dubai’ye davet edilmiş, neredeyse izdihamdan eziliyormuş.
Sık sık Dubai’ye giden Ayşe Arman da bu ilgiyi sayfasına taşımış röportajıyla.
Ama öyle bir üslup kullanmış, öyle bir kelime oyununa girmiş ki, neresinden bakarsanız bakın bütün bunlar, belli çağrışımlar yaratılmak adına yapılmış gibi geliyor.
Ayşe Arman masum bir röportaj yapmış aklınca.
Ancak girişte bile hiç de masum olmayan bir röportajla karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz.
Röportaj girişinde aynen şu cümleleri kullanıyor Arman: “Kıvanç Tatlıtuğ, onların seksi Muhammed’i. Gümüş dizisi Arap ülkelerinde Nur ismiyle gösteriliyor, Kıvanç’ın adı da Muhammed. Sarışın Muhammed aşağı, sarışın Muhammed yukarı...”
Bu giriş cümlesinde ne var diyebilirsiniz.
Hatta paranoyak bir tavır sergilediğimi bile söyleyebilirsiniz.
Ancak röportajın içeriğinden bir pasaj aldığımda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Aynen aktarıyorum:
“Ayşe Arman: Türkiye’de bir oyuncu olarak popüler olmakla orada olmak arasında bir fark var mı?
Kıvanç Tatlıtuğ: Ben burada da popülerim, kendi çapımda, işini iyi yapmaya çalışan biriyim. Burada gelirler, imza isterler, "A siz o musunuz!" derler, el sallar giderler. Ama orada durum farklıydı, bayağı izdiham söz konusuydu, tek parça kalabilmem için beni bir odaya kaçırdılar. Kalabalığın sakinleşmesini bekledim. Ama söylüyorum onlar Kıvınç Tatlıtuğ’u filan tanımıyorlar, varsa yoksa Muhammed, beğendikleri o, ben değilim. O karakter, hanımına bağlı, annesinin babasının sözünden çıkmayan, tabuları olan bir tip, onu kendilerine yakın buldular. Bir de tabii sarışın ama Müslüman ve adı Muhammed...”
Son cümleye dikkatinizi çekiyorum.
Cümlede oyuncu özellikle, Müslüman ve Muhammed vurgusu yapıyor.
Ve bu vurgunun kime gönderme yaptığını her aklı, izanı olan insan anlar.
Ayşe Arman röportajdaki bu vurguya rağmen, ya da bu vurguya dayanarak, kasıt olmasa bile -ama ben kasıtlı olduğunu düşünüyorum- yanlış anlaşılabilecek bir üslup kullanmış ve bu iki kelimeyi yan yana kullanma cüretinde bulunmuş: Seksi Muhammed.
Arman’ın keyifli, geyik muhabbeti yaptığı röportajlarını okuduk bugüne kadar.
Hatta kocasıyla yaşadığı “özel şeyleri” de sayfalarına taşıdı.
Ancak bu röportajında çok ileri gittiğini söylemek yanlış olmasa gerek.
Çünkü bu gazeteyi yüzbinlerce insan okuyor ve herkes farklı şeyler algılayacaktır, benim gibi.
Yazarımız bu iki kelimeyi yan yana getirirken neyi düşündü bilemiyorum.
Ancak masum olduğuna beni ikna etmesi çok zor.