Yaşadığımız dünyada öyle korkunç zulümler devam ediyor ki, bu zâlimlerin zulümleri karşısında adeta arşı âlâ titriyor. Bütün bunlara rağmen bu imtihan dünyasında her türlü haksızlığı mubah sayan zâlimler, Allahsızlar, kendilerine verilen nimetlerden yiyip-içiyorlar, sağlık-sıhhat, güç, iktidar ve kudret buluyorlar. Bu sebeple dünya hayatında yaptıkları küfür, zulüm ve mel’anetlerine karşılık nimetleri kesilmiyor. Elbette onlar, öte-dünyada azaptan başka bir şey elde edemeyecekler. Çünkü onlar, hep küfür ve masiyetlerini artırmışlar olarak İlahi huzura çıkacaklar, sonuçlarına da katlanacaklardır.
Mü’minlerin bunların işlerinin dünya hayatında iyi gitmesinden ve varlıklı bir hayat yaşamalarından dolayı karamsarlığa düşmemeleri gerekir. Zâlimler ve Allahsızların refah içinde yaşamaları, dünyevi işlerinin iyi gitmesi Cenâb-ı Hakk’ın onlar hakkındaki bir istidracı olabilir. İstidrac, mühlet vermek, süre tanımak anlamlarına gelir. Diğer bir açıdan istidrac, küfrü ve günahı açık olan kimselerde görülen olağanüstü hallerdir. Zâlimlerin ve kafirlerin bir kısmının dünya işlerinin iyi gitmesi, İblisin duasının kabul olunarak kıyamet gününe kadar yaşama mühletinin verilmesi, Firavun, Nemrud vb. gibi zorbaların yeryüzünde saltanatlarının istedikleri tarzda yürümesi istidrac türünden olaylardır. Nitekim istidracla ilgili Kur’an’dan bazı âyetler şöyledir:
“Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, biz onları bilmeyecekleri bir yerden yavaş yavaş felakete (istidrac) götüreceğiz.” (7/A’raf 182).
“(Ey Muhammed!) Bu sözü (Kur’an’ı) yalanlayanlarla beni baş başa bırak. Biz onları bilmeyecekleri biçimde adım adım helaka (istidrac) yaklaştıracağız. Onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır.” (68/Kalem 44-45).
Öte yandan günahkâr mü’minler için af ve bağışlanma kapısı sonuna kadar açıktır. Yüce Allah’ın rahmeti ve şefkati herşeyi kuşatmıştır. Nitekim bir âyette şöyle buyrulur: “Kim bir kötülük yapar yahut kendine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.” (4/Nisa 110). Bir başka âyette de: “O, çok bağışlayandır, çok sevendir” (85/Buruç 14). Bu son âyette Yüce Allah’ın el-Gafûr isminin el-Vedûd ismiyle birlikte zikredilmesi çok anlamlıdır. Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan el-Vedûd, Allah ile kulları arasındaki sevgiyi ifade eder. Sevgi, varoluşsal bir manadır. Çünkü O’nun el-Vedûd ismi, yaratıklarına karşı sonsuz sevgisinin varlığına işaret eder. Bu sevgiyle Rabbimiz, kullarına sayısız nimetler verir. Kendisine yöneleni asla geri çevirmez ve günahlarından pişmanlık duyanı da bu sevginin bir gereği olarak bağışlar. İşte Allah’ın bu sevgisinin temelini, O’nun el-Gafûr ve el-Vedûd ismiyle varlık âlemine tecellisi oluşturur.
Şöyle bir örnek vermek gerekirse, herhangi bir insan, kendisine karşı suç işleyen bir kimseyi affedebilir ama o kimseyi sevmez. Yine insan, sevmediği kimseye merhametle muamele edebilir. Ancak Yüce Allah öyle değildir. Masiyet ve günah, Allah’a karşı işlenen suçlardır, cürümlerdir. İşte bütün bunlara rağmen O, günahlarından dolayı, bağışlanma dileyen kullarını affetmekle birlikte onları hem sever ve hem de onlara merhametiyle muamele eder: “Çünkü Allah, tevbe edenleri sever.” (2/Bakara 222).
Netice-i kelam, biz insanız. İnsan hata ile ma’lül bir varlıktır. “Bitkinin kökü suda ise, yeşerir” sözünden hareketle, bizler de ne kadar günahkâr olursak olalım, Rabbimizin el-Gafûr isminin yüzü suyu hürmetine O’ndan ümit kesmemeliyiz. Mü’min daima kalbinde ümit duyguları beslemelidir. Rabbimize olan ümidimiz, bizim en önemli sığınağımızdır. O’nun engin rahmetinden ümit kesilmez. Mü’mine düşen görev, Rabbimizden bıkmadan usanmadan bağışlanma talebinde bulunmayı sürdürmesi ve hayatını düzelmesidir.