Bulaç'ın yazısında şu mesajlar dikkat çekti:
"AK Parti'nin geleneksel Milli Görüş çizgisini gözden geçirip iktidara yürümesi, eşzamanlı cemaatlerin -tek bir cemaat değil- ona toplumsal olarak da destek vermesiyle mümkün oldu"
Bu mesud işbirliği sonucunda Türkiye hamle üzerine hamle yaptı, krizi aştı, dünyanın 16. ekonomisi olma başarısını yakaladı; AK Parti girdiği her mahallî ve genel seçimden gücünü artırarak çıktı, bölgeye açıldı, siyasî istikrar sağlandı ve en önemlisi sivil siyasetin askerî-bürokratik vesayetten kurtulması yönünde büyük başarılara imza attı.
Bugünkü olaylara yakın, dar açılardan değil, 300 yıllık bir perspektiften bakmalıyız. Üçüncü şahısların, iç ve dış güçlerin körüklediği fitne ülkenin tamamına ve Ortadoğu'nun geleceğine dönüktür. Hepimize büyük sorumluluklar düşüyor. "Fitne katilden beterdir". Kardeşçe, adaletle, paylaşarak ve fedakârlık yaparak yolumuza devam etmekten başka seçeneğimiz yok."
Ali Bulaç'ın ilginç yazısı:
Siyaset, yönetim sanatını maharetle kullanıp iktidar ilişkisini düzenlemektir.
İktidarın sadece siyasî değil, birbiriyle bağlantılı ekonomik, bürokratik, kültürel boyutları vardır. Yönetim sanatını bilen yöneticiler, adaletle, estetikle ve erdemle iktidarı paylaştırırlar. Siyasette en büyük zorluk iktidar olmak değil, adaletle, sanatla ve erdemle yönetmektir.
Akıllı tüccar, kazanan ve kazandıran tüccardır. "Rabbenâ hep bana" diyen tüccar bir-iki defa kazanır, ama eninde sonunda kaybeder. Siyasette de sürekli kazanmanın yolu, katılımı sağlamak, kaynaklar üzerinde tekel kurmaktan, temellükten kaçınmaktır. Eskiden katılım temsilin zıddı bilinirdi. Otokrat rejimlerde katılım yüzde 95'lerden aşağı olmazdı, ama temsil yüzde 5 bile değildi. Demokrasi bu handikabı bir yandan temsil oranını yükselterek, öte yandan karar mekanizmaları ve karar süreçleri üzerinde sivil toplumu ve sosyal grupları etkin kılmak suretiyle aşmaya çalışmaktadır. Bu, henüz Batılı demokrasilerin başardığı bir şey değil.
Türkiye, çok partili hayata geçtiğinden bu yana toplumsal merkezin refleksleri ve bu merkezin ana gövdesini teşkil eden cemaat ve tarikatların katılımıyla yeni bir demokrasi sürecini deniyor. Hiç kuşkusuz bu tecrübenin başarılı olmasını istemeyen bürokratik merkez ile Müslüman grupların yeni bir model ortaya koyma teşebbüslerinden hoşlanmayan Batılılar, her seferinde demokrasinin açık/kaba (askerî kanlı darbe) veya dolaylı (post-modern) müdahaleleri destekliyorlar.
Objektif gerçek şu ki, Türkiye ve yeni Ortadoğu'nun demokrasi modeli, merkez sağ, merkez sol, liberalizm veya milliyetçilikten beslenerek oluşmayacak; kalıcı modeli İslam'ın entelektüel kaynakları ile dindar kitlelerin katılımı geliştirecektir.
Müslüman gruplar kendi içlerinde tabii bir işbölümü içinde olagelmişlerdir. 'Politik İslam'ı Milli Görüş; 'Sosyal İslam'ı -sol veya sosyalist İslam'ı değil- cemaatler ve tarikatlar, 'Kültürel İslam'ı irili ufaklı bağımsız gruplar oluşturmuşlardır. Her üç grup da birbirlerine karşı görece özerk olagelmiştir, ama bir noktadan sonra da birbirlerini geriden beslemişlerdir.
Sosyal İslam, 21. yüzyılın başına kadar doğrudan siyasete karışmıyordu, pratik ve pragmatik yöntemler takip ederek seçimden seçime siyasete katılıyordu. 2002 seçimlerinden sonra cemaat ve tarikatların daha belirgin olarak siyasete katılmalarını zorunlu kılan sebep, siyasete ve iktidara olan hevesleri değil, 28 Şubat darbesinin verdiği derin acı; askerî bürokrasinin devlet tekelini elinde bulunduran "sekter bir cemaat" olarak devam eden tehditleri; Anadolu'da kendi enerjisiyle sermaye biriktirip küresel sürece katılan küçük ve orta ölçekli tüccar ve sanayici kitlesi; dindar-mazbut ailelerin üniversitelerden mezun olan yüz binlerce gencinin istihdam sorunu ve 2001 krizinde gözlendiği üzere merkez sağ ve merkez sol partilerin Türkiye'de sebep olduğu çöküntünün ülkenin geleceğini tehdit eden boyutlara ulaşmasıdır.
Bu dönemde AK Parti'nin geleneksel Milli Görüş çizgisini gözden geçirip iktidara yürümesi, eşzamanlı cemaatlerin -tek bir cemaat değil- ona toplumsal olarak da destek vermesiyle mümkün oldu. Selçukluların hâkim olduğu Anadolu'daki hat üzerinde yaşanan iktisadî ve dinî hareketlilik benzer şekilde 21. yüzyılda da ortaya çıktı. Bu mesud işbirliği sonucunda Türkiye hamle üzerine hamle yaptı, krizi aştı, dünyanın 16. ekonomisi olma başarısını yakaladı; AK Parti girdiği her mahallî ve genel seçimden gücünü artırarak çıktı, bölgeye açıldı, siyasî istikrar sağlandı ve en önemlisi sivil siyasetin askerî-bürokratik vesayetten kurtulması yönünde büyük başarılara imza attı.
Geldiğimiz nokta bu işbirliği ve dayanışmayı zorunlu kılıyor; her türlü temellük, inhisar ve fitneden uzak durmayı gerektiriyor. Bugünkü olaylara yakın, dar açılardan değil, 300 yıllık bir perspektiften bakmalıyız. Üçüncü şahısların, iç ve dış güçlerin körüklediği fitne ülkenin tamamına ve Ortadoğu'nun geleceğine dönüktür. Hepimize büyük sorumluluklar düşüyor. "Fitne katilden beterdir". Kardeşçe, adaletle, paylaşarak ve fedakârlık yaparak yolumuza devam etmekten başka seçeneğimiz yok.