Yüce Rabbimiz, Kitabımızın hemen başında müttakîleri tanımlar. Tanımlar ki, Kitabı açanlar, ilk ayetlerde gerçek müttakî müminin temel özelliklerini öğrensin, kendini bu özelliklerle test etsin ve ona göre hareket etsin. O ayetlerde anlatılan müttakî müminlerin temel özelliklerinden biri de ‘Onların infak edenler’[1] olmasıdır. Bu özellik iman, namazı ikameden hemen sonra gelmektedir.
Buna göre infak, zengin fakir her müttakî müminin temel özelliğidir ve infak, sahip olunan her şeyin Allah yolunda kullanılması demektir. İnfâk, dünya ve ahirette geri dönüşümü olan bir ibadettir ve infâk kalıcı bir ahiret yatırımıdır.
Müminlerin temel özelliklerini anlatarak başlayan Müminûn suresinin ilk ayetlerinde de müminlerin zekât için çalışanlar olduğu özellikle belirtilmiştir. Onlar ki, zekât için çalışırlar.[2] Ayet, çoğu meâllerde onlar zekât verirler diye tercüme edilmiştir. Ancak ayetin lafzı Elmalılı’nın da dikkat çektiği üzere onlar zekât vermek için çalışanlar anlamına daha uygundur. Bu ifade Müslümanlara, tüm müminlerin zekât için çalışmaları gerektiği gibi büyük bir hedefi çizmektedir. Evet, müminler, zekât için çalışanlardır. Zekât verecek konuma gelmek için çalışıp gayret edenlerdir. Zekât ibadetinin layığı ile uygulanabilmesi için gerekenleri yapanlardır.
Nitekim Peygamberimiz de veren el, alan elden üstündür buyururken, Müslümanları veren el olmaya teşvik etmiştir. O halde Müslüman, zekât alan değil, zekât veren; yardım alan değil yardım eden olabilmek için çalışıp gayret etmelidir. Hz. Ömer’in, bizler tevekkül ehliyiz diyerek maişet temini için çalışmayı terk edip mescide kapanarak kendilerini ibadete verenleri sizler teekkül ehlisiniz, yani hazır yiyicilersiniz diye azarlaması da bu söylediklerimizi destekleyen güzel bir uyarıdır.
Bazı ilim adamlarımız, fakirlere nisap miktarının üzerinde zekât vermeyi teşvik ederken onları sürekli zekât alan olmaktan kurtarmayı hedefledikleri malumdur.
Zekât ibadetinin gereği gibi uygulanmasını düzenleyen Tevbe suresi ayetinde şöyle buyurulur: Onların mallarından, kendilerini onunla temizleyip arındıracağı bir sadaka al ve onlara dua et; çünkü senin duan, onlara huzur verir. Allah işitendir, bilendir.[3]
Ayette şu hususlar dikkatimiz çekmektedir:
Ayet, peygamberimiz hitaben gelmiş olup onun şahsında zekât verme ve zekâtı toplayıp dağıtma ile görevli olan herkesi bağlar.
Ayette sadaka kavramı kullanılmıştır. Zira zekât ve diğer çeşitleriyle infâk, müslümanın iman ve İslam sadakatini ispatlayan bir ibadettir. Mümin infakı ile sahip olduklarını kendisine veren Yüce Yaratıcıya olan bağlılığını ve O’na verdiği sözde sadık olduğunu göstermektedir. Yine sadaka müminin iç ve dış dünyasının bir ve uyumlu olduğunun göstergesidir. Zira o, Allah’ın malını, Allah sevgisi ve Allah rızası ile Allah’ın kullarına vermektir.
Sadaka/zekât manen ve maddeten temizleyip arındıran bir ibadettir. O önce, helal olmayan şüpheli şeylerden malı temizler. Sonra zekâtı alan ve vereni temizler. Alanı kıskançlıktan, vereni cimrilikten temizler. Tezkiye kökünde artma/çoğalma manası da olduğuna göre tasadduk, kulluk bilincini artırır ve malı bereketlendirir.
Zekât ibadeti, zenginlerin keyif ve arzularına bırakılmamış, yetkili makamca hesaplanıp alınması emredilmiştir. Buna göre zekât vermekle mükellef olan zengin, zamanı gelince zekâtını titizlikle hesaplayıp geciktirmeden verilmesi gereken yerlere verecektir. Her zenginin zengin olma ayı farklı olacağı için, senenin farklı aylarında zenginler zekâtlarını verecekler, bu şekilde fakirlere her zaman ulaşılmış olacaktır.
Kur’ân’da onlarca ayette namazı ikame ile zekâtı verme emri birlikte zikredilmiştir. Namaz ibadeti yalnız başına da eda edilebilen bir ibadettir. Ancak namazı ikame yani gereği gibi kılma için, Müslümanların bir araya gelmeleri, cemaat olmalı meşru kılınmıştır. Zekât için de durum böyledir. Her mükellef Müslüman, zekâtını kendisi verebilir; ancak zekâtın hakkıyla verilebilmesi için Müslümanların organize olmalarına ihtiyaç vardır. Bu, zekâtı veren ve alanlarca istismarını önleyecektir. Böylece zekâtı vermekle yükümlü olanlar onu geciktiremeyecek, eksik olarak ve rastgele yerlere veremeyeceklerdir. Aynı şekilde zekâtı alma konumunda olanlar da bunu istismar edemeyecekler, hak etmedikleri halde zekât almayacaklardır. Bunun için bugün bu işi layığı ile yapan sivil oluşumlar büyük görevler düşmektedir.
Ayette zekâtı alan, zekâtı organize edenlere dua emri yer almıştır. Onlar hayır hasenatta bulunanlara dua etmekle emr olunmuşlardır. Bu kimseler, yapılan ibadetin kabulü için ve bu ibadete ön ayak olan kimsenin onura olması için dua edeceklerdir. Bu ise onların ibadet şevkini artıracak, yapılan işin ibadet olduğunu hatırlatarak onları birbirine yaklaştırıp kaynaştıracak ve huzur verecektir.
Ayetin, Allah işitendir, bilendir ifadesi ile sona ermesi de oldukça dikkat çekicidir. Evet, Yüce Allah, zekât hesap ederken, verirken ve alırken söylenenleri, yapılan duaları işitir; alan ve verenlerin niyetlerini çok iyi bilir. Buna göre veren de alan da zekât ibadetini gerçekleştirirlerken incitici söz ve kötü niyetlerden uzak durmalıdırlar. Zira bunlar, zekat ibadetinin kalitesini düşüren ve hata onun boşa gitmesine yol açan şeylerdir.
İşin en doğrusunu Yüce Allah bilir, vesselam.
[1] Onlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak eder dururlar. 2 Bakara 3.
[2] 23 Müminûn 4.
[3] 9 Tevbe 103.