İki zıt zevkin iki şahısta ete ve kemiğe bürünüp müsadere vaziyeti aldığı zaman kaçamak zihinlerin kaçamak dudaklarından dökülen bir söz vardır: “Zevkler ve renkler tartışılmaz” diye…Gerçekten öyle midir? Zevkler ve renkler tartışılmaz mı yani? Tabi ki buna bir çırpıda cevap vermek için ya cahil olmak gerek ya da tefekkür âleminde cezbeye tutulmuş olmak gerek ki her iki vaziyet de aklı devrede bıraktığından bu cevapların olumlu ya da olumsuzu ukala tarafından kabul görmez. Mesele psikolojiden sosyolojiye varana kadar pek çok beşerî ilmi alakadar eden bir mesele olduğundan bir saha üzerinden yapılacak açıklamaların da yeterli olmayacağı kanaatindeyim. Ancak malumatımın bana çizdiği sınırları aşma edepsizliğine düşmeden acizane bir alt sınır ve üst sınır belirleme denemesi yapmaktan da kendimi alamıyorum. Bu husus da uzman zihinlerin affına ve ilimlerinin verdiği hoşgörüye sığınarak bu denemeyi umûmî efkâr nezdinde yapmaya çalışacağım.
Yukarıda bahsi geçen söz belli bir kültür seviyesine gelmiş ve belli bir kaliteyi yakalamış insanlar arasında söylenen bir söz ise elbette bu sözü tartışmak kadar abes bir durum söz konusu olamaz. Yani Türk Sanat müziğinden bir makamı yahut bir sanatkarı sevme ve seçme zevki veyahut; üst seviyede bir yabancı müziği ve sanatçıyı sevme ve seçme zevki tartışma konusu olamaz, olsa bile o iş yine o seviyedeki insanların işidir ki onların dışında konuşanlar neyle eğlendiğini bilmeyen zevksiz şımarık snob soylu çocukların verdiği pozdan öte bir görünüm sergileyemez. Mesela kalbur altı bir şarkıda geçen “padişah torunu soylular tohumu/ Beni bozar mı bozar” sözlerinin terbiyesini(?) almış bir zihin asalet, milli ve manevi değer, namus ahlak ve fazilet gibi kavramları anlayamadığı ve bu anlayamadığının düşmanı bir zihinse onun yüksek zevkler hakkında ortaya koyacağı yargı da dikkate alınmaz, alınmamalıdır da… İşin ulvî bir kalemden en ulvî hülasasını yapacak olursak: “Bir fennin veya bir san'atın medar-ı münakaşa olmuş bir mes'elesinde, o fennin ve o san'atın haricindeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve san'atkâr da olsalar, sözleri onda geçmez, hükümleri hüccet olmaz; o fennin icma-ı ulemasına dahil sayılmazlar. Meselâ büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabip kadar hükmü geçmez. Ve bilhassa, maddiyatta çok tevağğul eden ve gittikçe mâneviyattan tebâud eden ve nura karşı gabîleşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir filozofun münkirâne sözü mâneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir.”(1)
Peki insanların zevklerini kritiğe tabibi tutmak derece doğru bir tavırdır? Diye bir soru zihinlerde tezahür ederse vereceğimiz cevap şudur: Bu işin kritik bir vaziyet kesp edip etmediğine bakar. Mesela benim insanımın zevk anlayışı mide bulandıran magazin programlarını, ailesini telef ettirir derecede ise, bu, o zavallının zevki olmaktan öteye çıkmış milletini memleketini ve istikbaldeki kuşaklarının namus ve ahlakını düşünen herkesin meselesi olmuş demektir. Bu kişinin durumu, ayrıca psikolojik bir vakıadır ki orası beni aşar. Benim insanımın dinlediği müzik bel altı sözlerin çirkin hırıltılarından ibaretse ve genelde bu tür teraneleri hırlayan söyleyiciler(ne yapalım sanatçı mı diyelim yani) toplumda itibar görüyorsa bu ayrıca sosyolojik bir meseledir. Peki bu tip yayınları yapan ve destekleyen medya kuruluşları ve müzik şirketleri?.. Evet onların durumu tamamen gündem dışı dış politika ile ilgilidir.
Sanatçının seviyesi de tamamen dinledikleri okudukları ve yaşam kalitesi ile ilgilidir. İşte çok genç yaşta başarıyı yakalayan Neslihan buna önemli bir örnek niteliği taşımaktadır. İnsanı dinlendiren tarzda müzik yapan sanatçı, kaliteli bir dinleyici kitlesini nasıl yakaladı, bunu bir gazeteye verdiği röportajdan anlıyoruz:
Müzik yapmanın sendeki karşılığı nedir? En iyi yapabildiğin işi yaparsan beklenen faydayı sağlarsın. Biz biraz geç keşfettik bendeki bu en iyi söz müzik yorumunu. Ben bir sayfaya karalıyordum, şarkıyı çalıyordum arkadaşlarım diyordu ki: ‘Ben huzur buluyorum, dinleniyorum. Sözlerinde hayatımdan bir şeyler buluyorum.’ Bu sayı gittikçe arttı. Şarkı söylemeyi çok sevmekten başlıyor her şey. Arkadaş ortamında sen şarkı söyle diye başlıyorlar. Ben de söylemekten çok zevk alıyordum. Bu çocukluktan beri bir sevgi. Kulağımın çok iyi olması, bir melodiyi hemen kapıp söylüyordum her zaman. Ama benim için gerçekten müzikten önemli bir şey de var, o da yazmak. O şarkının sözleriyle ne anlatıyorsun?
Sen hangi sanatçıları dinlersin? Barış Manço, Belkıs Özener, Leman Sam benim için başta gelir. Ama ağırlıklı olarak tasavvuf müziği dinliyorum çocukluğumdan beri. Ney, tambur, kanun, ud sesi beni çok etkiler. Göksel Baktagir’i çok dinlerim. Müziği icra eden birisi olarak benim için bir numara Leman Sam’dır. Müzeyyen Senar’ı da çok severim. Ulaşmak istediğin hedefte ne var? Bu yola niyetlenmemin çıkış noktasında insan var. Hiçbir zaman kendimi Türkiye, İstanbul diye sınırlamadım. Yabancıya albüm yapmayı da düşünüyorum. İngilizce işletme okuduğum için bu çok önemli benim için. Her yere ulaşabilmek, bir şeyler anlatabilmek istiyorum.
Okulu bitireceksin tabii ki... Tabii ki. Arkadaşlar her ne kadar ‘sen hâlâ okula mı geliyorsun’ deyip ya da arkamdan ‘senin yerinde olsam okulun önünden bile geçmezdim’ diye bağırsalar da benim için üniversitenin o yolunda yürüyüp yeşilliklere dokunarak sınıfa gitmek çok önemli. Okul belki bir yıl uzar belli aksaklıklar olur; ama bitireceğim.(2)
Yeteri kadar anlaşılmıştır umarım.
1-Ayet’ül Kübra, (*****)
2-Zaman Gazetesi, Gençlik Eki, 22-04-2007