Nicedir aklıma geliyor, yok olmaya yüz tutan komşuluk ilişkileri hakkında yazayım diyorum, araya bir şey giriyor erteliyorum. Nihayet geçenlerde Zeynep Memecan Hanımefendinin kitabıyla ilgili bir tanıtım yazısı okuyunca artık ertelemeyeyim dedim. Zeynep Hanım Salih Memecan Beyin kızı. Şu an ailesi ile birlikte ABDde Scarsdalede oturuyor. Kitabı henüz elde edemedim. Alıntıdan alıntılayarak zihnimde dolanıp duran konular yönünden değineceğim. "Türkiye'deki evimizde yaşadığım 10 senede, bana neredeyse kendi ailem kadar, bir de Göksu Bey ve Yıldız Hanım bakmışlardır... Amerika'da ise komşu ilişkisi çok farklıdır...Bizim, kaç senedir garaj yolunu paylaştığımız Çin asıllı komşularımızın soyadları Teng, ama meselâ adlarını bile bilmiyorum! Birbirimizle hiç görüşmüyoruz. (...) Birbirimizden bir yarım limon bile almadık daha!!!"Merak ediyorum, acaba bu durum ABDde yüzelli-iki yüz yıl önce de böyle mi idi? Yoksa komşuluk ilişkileri olumsuz bir evrim geçirdi de ondan sonra mı bu hale geldi? (Bu noktada siz de, yüksek binalardan önceki mahalle (tek veya çift katlı yayılmış yerleşim) düzenini terk edeli beri aynı duruma geldiğimizi düşünüyor musunuz? Gerçi bu durum, galiba, bina yüksekliği ile çok da sıkı bağlantılı değil; müstakil bina düzeninde de aynı komşuluksuz komşuluk durumu söz konusu. Böyle olunca komşuluk ilişkilerindeki kayıp tek başına bu mimari felsefe ile izah edilemez, ama az da olsa ilgisi varmış gibi geliyor bana. Bizim Murat Güzelin temel iki farklı mimari felsefeye ilişkin güzel bir yazısı vardı. Okumadıysanız lütfen onu da okuyun, ufuk açıcı olacaktır.)Türkiye'deki servisimden biri servisi kaçırınca, şoförümüz Haluk Abi üzülür, yoldan dönüp alırdı...Scarsdale'de, eğer durağa zamanında gitmediysen, tamamen senin problemindir! Şoför ne umursar, ne de otobüste olmadığını fark eder! 3 sene servise bindim, bırakın şoförün adını, adamın neye benzediğini bile bilmem! Otobüsü, şoför yerine bir robot kullansaydı, aynı derecede samimiyetimiz olurdu herhalde!"Görülüyor ki sadece komşuluk ilişkileri değil, başka insani ilişkiler de derin yara almış durumda. Aynı soru: Acaba bu durum da geçmiş Amerikan toplumunda böyle mi idi; yoksa sonradan mı bu şekle döndü?Mahallelerindeki bir köpekten söz ederken, "Bu köpek, günde en az 3 kere gezdiriliyor... Sahibi, elindeki o kaka toplayıcı ile, köpeğinin peşinden, pisliklerini toplayıp, torbaya atıyor! Köpeğinin arkasından temizlemeyip yakalanırsa, bayağı yüklü bir ceza öder!" diyor."Bütün gün camdan dışarı baksam; görebileceğim ortalama insan sayısı 20 civarında! Bunlardan köpeğini gezdirme amaçlı sokakta olan insan sayısı ise 18..."Malum, bizde de son yıllarda evde köpek besleme ve sokakta köpek gezdirme yayılmaya başladı. (Tabii bizde köpeğinin kakasını toplamayla ilgili bir kanuni düzenleme yok. Gerçi kakayı toplasa ne olacak; kim köpek kakası değmiş çayır çimende yatıp-yuvarlanmak, oturmak-uzanmak ister ki?) Peki, bu adet de acaba yüz elli-iki yüz sene öncesinde ABDde var mı idi? Yoksa bu da mı sonra gelişti? Bu âdetin acaba kaybolan komşuluk ilişkileri ile bir alakası var mı? İnsanlarda bulamadığı ve insanlara gösteremediği yakınlığı bir hayvanda bulmak ve ona göstermek şeklinde mi tezahür ediyor (telafi ediliyor) mahrumiyet hissi acaba? Bu, bir başka açıdan, insanî ilişkiler daha çok sorumluluk gerektirdiği oysa hayvana karşı aynı sorumluluğu hissetmediği için, kişinin, bir nevi kaçış yolu mu?"Burada her şey dakik... Dersimin, meselâ neden 10'da değil de 9.58'de başladığını hâlâ anlayabilmiş değilim. Aynı dakiklik fenomeni, tren ve otobüs saatlerinde de görülür. (...)Bu özellik sanki olumlanacak bir özellik gibi görünüyor. Ama acaba bunun da, yukarıdaki sorular gibi, yeni üretim-tüketim tarzı ile ve giderek sistemin, insanın önüne geçmesi ile bir alakası var mı diye incelemek gerekiyor sanırım.Yok olan komşuluk ilişkileri ile koşut biçimde artan bireyselleşme (bireyleşme değil; Çünkü bireyleşme, kişinin kendisini gerçekleştirmesi, geliştirmesi ve özgün bir kişilik olarak ortaya çıkması demektir. Oysa bireyselleşme yalnızlaşma, paylaşmayı unutma ve bencilleşme demektir), aile kurumunun çözülmesi, intiharlar ve suç oranları arasında bir ilişki var mıdır? Bir ilişki varsa, bu, sanayi devriminden sonra ortaya çıkan modern üretim- tüketim ilişkilerinden mi kaynaklanmaktadır; yoksa bu ilişkinin kökenlerini kültür/medeniyet köklerinde mi aramalıdır. Yani bu durum yalnızca üretim-tüketim ilişkileri ile izah edilebilir mi? Dinden ve kültürden bağımsız üretim-tüketim ilişkisi düzenlemesi mümkün mü? Bu modern üretim-tüketim ilişkileri (tarzı/felsefesi) tüm kadim dinlerin öğretilerinin rağmına gelişen ilişkiler mi; yoksa bu dinlerden birine (bir kısmına) yaslanıp ondan (onlardan) destek alıyor mu? Bu üretim felsefesi bu tüketim felsefesinden ayrılabilir/ayrışabilir mi? Ayrışamazsa ve bu üretim-tüketim ilişkisinden vazgeçmek sanayiden, teknolojiden vazgeçmek anlamına geliyorsa (sanki öyle) vazgeçilebilir mi? Vazgeçilirse, güçten vazgeçilmiş ve kuvvetsiz kalınmış olmaz mı ve bu kayıp başka milletlerin başka medeniyetlerin tahakkümüne girilmesi ile sonuçlanmaz mı? Vazgeçilmeyip devam edilirse dinin/milletin/medeniyetin özgün yapısı ile varoluş nedeni ve vadettiği akıbet ile ilgisi kalır mı? Tam burada, bu üretim-tüketim ilişkileri ile başka millet, başka kültür kavramlarının giderek bir anlamı kalmadığını da düşünmek gerekiyor. Çünkü globalleşme, tek tür üretim-tüketim ilişkisini dünyanın her noktasına yayma çabasında iken, giyimde, beslenmede, eğlenmede dinlenmede, duygulanmada hâsılı hayatın tüm unsurlarında bir tektipleşmeye de yol açmaktadır. Bu da, tek kültür tek din ve giderek tek millet demektir. (Buradaki din, yeni ve semavi kökle gerçek hiçbir bağlantısı olmayan/kalmayan tamamen seküler/dünyevi bir yol, bir hayat tarzı olarak anlaşılmalıdır.) Her ne kadar sürecin bu noktasında tektipleşme akıbeti kimilerince seçilemiyor olsa da, basiretliler, böyle giderse, bunun o noktaya varacağını görmektedirler.Bu konuyu (modern üretim-tüketim ilişkileri/felsefesi) anlamak için ekonomi teorilerini/önermelerini/modellemelerini göz önüne alın lütfen. Daha çok üretim-daha çok tüketim, ekonominin vazgeçilmezi ise ve daha çok tüketen rahat (rahatlık da mutluluk) olarak tanımlanıyorsa, daha çok tüketebilmek için daha çok kazanmak ve daha çok kazanmak için daha çok çalışmak (gerekirse çalmak, gasbetmek) ve bunun için de gerekirse insanlarla ilişkileri o oranda azaltmak, ihmal etmek Komşuluk ilişkilerinden çıktık nereye geldik Can alıcı nokta şu: güç kaybetmeden, dünyevileşmeden, geliştirilmeye çalışılan seküler dîne dâhil olmadan bu modern üretim-tüketim ilişkilerinden/çarkından nasıl kurtulacağız? Bu modern üretim-tüketim ilişkilerinin ortaya çıkmasına en önemli katkıyı sağlayan sanayii (teknolojiyi) nasıl sınırlandıracağız? İnsanî yanı bitirmesine karşın, hayatı bir yönüyle çok kolaylaştıran teknolojiden, onun insanlarda oluşturduğu kuvvetli bağımlılıktan (hiç olmazsa kısmen) insanları nasıl vazgeçireceğiz? İnsanlara rahatlığın mutluluk olmadığını nasıl anlatacağız? Bunun için basiretlilerin gördüğünü görmek, insanlığı bu felaketli sondan sakındırmanın fikrî altyapısını oluşturmak ve amelî tasarımını yapmak gerek.Tek kişinin harcı değil dostlar birlikte gönül verelim, düşünelim, akledelim, kalbedelim ***Bazı dostlar, malum konuda, yeni değinilerini haber vererek, malum kardeşlere cevap yazmamızı istiyorlar. Biz o konuyu öylece bıraktık. Ne onların o konuyla ilgili değinilerini okuyacağız ne de cevap yazacağız. O kardeşlerimiz bizi, âdeta niyetimizi/kalbimizi/aklımızı okuyormuş gibi töhmet altında tutuyorlar. Yazılarımızdaki temel temaya hiç eğilmiyor fakat kastetmediğimiz anlamları kastetmişiz gibi yazıyorlar. Belki kendimizi anlatamadık, üslubumuz buna yetmedi; ama biz onların zannettiği ve sunmaya çalıştığı hallerden beriyiz. Biz dervişler gibi şaşaasız ve tevazu ile dünyadan geçmeyi isteriz. Ne kendilerine ne de tarihteki büyüklerimize düşmanız. Büyüklerin peygamberden tevarüs hâlleriyle hâllenmeye de çabalamaktayız. Vesselâm.