Fatıma Nur Mücevher
“Tarihlere Asılmış Yaşanmışlıklar” 14 Ağustos…
Mısır Adeviyye Meydanı, kör bir çift gözün hedefindedir dik durmuş ESM4. Alnını hedef alan kurşunla yere yığılan beden ve semaya yükselen, şahid ruh. Beden kabzasından çıkıp, sonsuzluk âleminde ölümsüzlüğe erişirken; hedef alan göz, karanlığa gömüldüğünü bilemedi.
“Biliyorum,ESM4 ölmedi, o aramızda yaşıyor…” diyen anne ve tasdik eden bir baba.
Baba…
Baba soğuk betonların kucağında, demir parmaklıklar ardında. O sahiden “Baba.”
Mektubunda şöyle yazmış, şahid ESM4’sına;
“Sevgili kızım, geçtiğimiz günlerde lise bitirme sınavlarının sonuçları açıklandı, her zaman başarıda önlerinde olduğun kız arkadaşların adına mutlu oldum. Senin yerine onları tebrik etmeyi temenni ederdim. Ancak, Allah'a yemin olsun ki, çoğu önceki ümmetlerden, Birazı da sonrakilerden olan grubun içinde (Allah isterse) olman için seni seçtiğinde Allah'ın fazlı keremiyle daha da sevinçliydim.” Diyor... Yüreği ne kadar da iman dolu bir adamdır, o baba.
Tarih bağrında neleri taşıyor ve neleri taşırıyor… Kayıt altındaki bizler, mahşer alanında izlerken filmimizi, sevinenlerden olabilir miyiz? Bu suskunluklarımız… Bana dokunmayan bin yaşasın, hesaplarımızla sevinebilir miyiz?
Bilmiyorum.
17 Ağustos...
Kıyameti hatırlatan depremden çıkan insanların, azgınlıklarına ve sapkınlıklarına devam ettiği tarih.
Bir can acısı, bir yürek sızısı,”Kimse Yok Mu?” nidaları ve buna mukabil “İnsanlığını kaybedenlerin, azgınlaşmış nefislerini doyurma çabası…
İnsan, yaratılış fıtratı gereği hata üzerine vücut olmuştur. Hataları ve aka bindeki tövbeleri ve zikri ile yükselişine devam eder.
Allah, insanı yaratacağında meleklerin;
“Yeryüzünde kan dökecek birini mi yaratacaksın?” diye Rab’lerine sormaları, evvelinde bunun Cinler tarafından yapılmış olduğu diye geçer tefsir kitabında. Bilinir ki; İblis de onlardan biriydi ve ilmi ve zikri ile Hak katına yükseldi. Kibri ile de zelil oldu. Kibri onun bir hatasıydı. Tek hatası. Onu cehennem de ebediyete kadar yakacak tek ateşiydi.
Oysa şimdi, büyük günahları küçük günah gören ve küçük günahları görmemezlikten gelen bu devrin insanları, bir günahı sebebiyle kaç defa secdelerini ıslattı? Büyük günahları sebebiyle, aynalardan kaçabildi? Kızlarımız yüzlerine makyaj yaptı, gözlerini kararttı, günahları böyle görünmez sandı. Beyefendilerimiz, yoluna devam etti. Onlar beyefendi. Sıkıntı olmazdı.
Yeniden bir 17 Ağustos kapımızda. Yeni bir acıyı alaşağı edecek. Yeniden anılar canlanacak. Depremle yerle bir olan umutlar. Yeniden doğrulduğunu, doğrulacağını sanacak herkes ama insan kendini bulmadan hiçbir acı doğrulmayacak.
17 Ağustos yüreğimizde yer eden büyük deprem. Devinip duran acımıza yeni bir yıl dönümü olacak. Size 17 Ağustos,99 depremini anımsatabilir. Bize ise 2013 enkazını, güvenin, umudun yerle bir oluşunu hatırlıyor ve diyoruz ki, bu da bir ikram. Yanlışın ve yanılgının kıyısından bucağından dönebilmekte ikram.
Acıların akebinden gelen; Dostluk da ikram, bahar da ikram, çay da ikram, selam da ikram.
Son olarak buraya şunu bırakalım;
“Bir insanın ağzı, sokağa düşerse;
Cezasını ayakları çeker.
Bu bir şehirden gitmekte olabilir.
Çünkü bu şehir okyanustur, rengini değiştireni kıyıya iter.”
Birinin nefesini kesip canını almakla; Huzurunu öldürüp, umutlarının canına okumak arasında pek bir fark yoktur.
Efendim, ne ederseniz kendinize,edersiniz kendi kendinize…
Ves’selam