Tazecik gelinleri uzanıp alan ölüm
1950’li yıllarda bizim dağ köylerinde bu türden ölümler çok yaşandı, genç gelinler çaresiz can verdi… İsmail Detseli'den köyde yaşanan ölüm hikayesi...
İsmail DETSELİ
Yakın tarihimizden bazı yaşanmış olayları, çok değil ama yarım asrı geçen bir süre önceki acılı hikâyeleri sizlerle paylaşmak istiyorum değerli okurlarım… O zamanların ahvalinden ve zorluklarından haberiniz olsun diye…
1950’li yıllarda bizim dağ köylerinde bu türden ölümler çok yaşandı, genç gelinler çaresiz can verdi…
Şimdi bu olaylardan birinin yaşanışını anlatacağım, figüranları belki daha yaşıyordur ama birçok genç analarımız ölüp çocuklarını öksüz, kocalarını mahzun ve çaresiz bırakmıştır.
İşte hikâyemiz…
Aliye kız köyün en güzel, en çalışkan, en hamarat kızıydı. Daha çok genç ve toy olmasına rağmen pişirdiği yenir, diktiği giyilir, söylediği dinlenir, herkesler tarafından çok sevilirdi.
Yaşı henüz 18 olmuş, gerek köyünden ve gerekse çevre köylerden birçok dünürü oluvermişti.
Baba Süleyman Emminin iki çocuğundan küçüğü idi… Büyük ağabeyi eskerde (askerde) idi… Kore’ye gitmişti ve kaç yılda dönerdi bilinmezdi… Kore’ydi; deniz aşırı zamanın bilinmeyen bir ülkesi idi burası… Daha köylüler öyle Türkiye’nin komşularını bile zor bilirlerdi.
Dillerde hep Yemen türküleri, ağıtları söylenirdi… Atalar analar… Kiminin babası Yemen’de kalmış kimininki Çanakkale’de… Kimininki Kurtuluş Savaşı’nda bu ülke için can vermiş; işte Anadolu’nun her yeri böyle idi ve ağıtlar dillerden düşmüyordu.
Kışlanın önünde redif sesi var
Açın bakın çantasında nesi var
Bir çift potiniyle bir de fesi var
Alo yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
EVİN DİREĞİ ASKERDE
Baba Süleyman Emmi, anazade kadın, kız kardeş Aliye’nin tek düşünceleri vardı o da evin direği gibi gördükleri oğulları Ali’nin eskerden dönmesi ve onu helal süt emmiş bir gız ile baş göz etmeleri, biran evvel nişan düğün yapmaları idi.
Aliye kızın gözünden ağabeyine eş olarak geçirdiği iki tane gız vardı, daima onlara yakın duruyor, onlarla sohbet ediyor, onlar ile kırlara gidiyor, onlardan ayrılmıyordu… Hoş onlar da bu işin farkındalardı ama bakalım Ali eskerden gelince acaba hangisini seçecekti ,belli değil! Bundan dolayı onlar da Aliye kıza çok sıcak davranıyorlardı.
Aliye kız da yaşı kemale ermiş sayılırdı, emme o kendinden ziyade ağasının mürüvvetini görmeyi, yeni gelin ile hiç olmazsa bir iki yıl, yaparken çok zorlandığı köy işlerini şöyle iştahla heveslice yapmayı arzuluyordu.
Zaten baba Süleyman Emmi de kızına dünür gelenlere “Durun bakalım gardaşlar, köylüler oğlan hayırlısı ilen bir gelsin ekserden. O ölüyü (köylüler önlerindeki böyle mühim işlere ölü derlerdi) bir galdıralım da sıra gıza gelsin bakalım. Şimdi daha kimselere söz verip de gızımın ayağına balta vurduramam” diyerek savardı gelenleri. Aliye gızın ise aklı fikri ağasında, ağası ile aralarında 5 yaş kadar fark vardır. Nihayet Aliye 20’sine girer Ali ağası da eskerden teskereli olarak sağ salim döner.
BÜTÜN KÖYLÜ SEVİNİR
Süleyman (köy yerlerinde kısaca süllü derler) Emmi ile zade yenge ve Aliye’den daha çok sevinir bütün köy Ali’nin eskerden gelişine. Neden mi? Ali çok saygılı ve çalışkan, yakışıklı olduğu için, köyün büyükleri sevinir. Köyün genç kızları “acaba beni istetir mi” diye umar, sevinir, genç evlenecek delikanlıları da “Ali bir an evvel evlense de biz de Aliye kıza dünür göndersek babamızı” diye beklerler. Nihayet güz mevsimi gelir, işler toparlanır, Süllü Emmi keseyi doldurur. Oğlanın fikrini alıp köyde Aliye’nin de abisine yaptığı telkinler ile Musaların Osman’ın hamarat gızı Mediha’yı istemeye garar veririler. Önce ana zade ile Aliye gız bir ağız yoklaması yaparlar; vaziyet olumlu gibidir ve nihayet köyün ağzı laf yapan bir gadını ile de yine yoklanır ailenin ağzı ve bir akşam erkek dünürler varıverirler Musaların Osman’ın evine. Ufak tefek hal hatır sormadan sonra dünür başı seçilen Süllü Emmi’nin kayın pederi Mehmet Hoca söze girer: Osman oğlum uzun lafın kısası Allahın emri peygamberimizin kavli üzere kızın Mediha’yı oğlumuz Ali için isteriz. Münasip görürsen sen bizi bilirsin biz seni biliriz danışacaklarına danış konuş. Sana müsaade yine geleceğiz, fazla uzun oturmayalım, size düşünme vakti bırakalım, haydi Allaha ısmarladık…
Osman ağanın sözü “Hayırlısı ise olsun Memet Emmi; hayırlısı hayırlısı” demekle kalır.
Aradan birkaç gün geçmiştir yine Süllü Ağa kayınpederi ve köyün ağzı laf yapan bir kaç kişi ile yine Musaların Osman’ın evine bir akşam namazı sonrası destursuz varırlar ve yine birkaç gün önceki hayırlı taleplerini arz ederler.
BİRAZ NAZ EDİLİR
Zaten birkaç gündür ev halkı ve yakın akraba ile istişare eden Osman Ağa “Bilmem Memet Ağa yuva yakın (evler yakın demek) olur mu olmaz mı? İlerisi biraz karanlık gibi” diyerek biraz naz ettikten sonra “Hayırlı işe evet” kararını verir ve dualar edilir. Geleneğe göre kahveler içilir (zaten iş gönülsüz olumsuz olursa hiçbir ikram yapılmaz oğlan tarafına, onlar da durumun vahametini anlarlar) tatlı tuzlu Allah ne verdi ise yenir ve güzel dileklerle ayrılırlar. Bundan sonra iki ailenin anlaşması ile işler hızlanır ve elbiseler görülür. Düğün dernek kısa zamanda kurulur, Ali ile Mediha bir perşembeyi cumaya bağlayan gecede güzel, anlı şanlı bir düğün merasiminden sonra gerdeğe konur. Onların muradı ve evliliği devam ederken Aliye kız da hem daha çok serpilmiş, hem daha olgunlaşmış, ağasına eş olarak gelen Mediha ile çalışmanın zevkine varmış ve geçim ehli bir oturaklı hanım kız olmuştur… Artık Süllü Ağayı etraftan ve köyden rahatsız etmeler, kıza her gün dünür gelmeler başlamıştır. Hem de “Artık itirazın yok Süllü Ağa, kızın yaşı kemale erdi, gelinlik çağıdır” diye kayınpederi Memet Efendi de usul yollu evliliği ima etmektedir.
ALİYE'NİN GÖNLÜ KİMDE?
Süllü Ağa anaya der ki (hanımına) “Karı, kızın ağzını bir yokla bakalım çok dünürü var acaba onun tercih ettiği biri var mıdır?” Bu köylerde katiyen aşikâre söylenmez, çok gizli tutulur.
Ana kızının alır usul usul sorar, o değilden ağzını arar. Gelen dünürlerin içinde biri var ki fakir ama çok yiğit, mert ve yakışıklı bir delikanlı… Alkanların oğlu Sait’tir bu. Bunu anasına utanarak ima eder Aliye kız. Ana babaya iletir durumu… Baba Sülü’nün gönlü pek almaz bu isteği emme kızını da çok sever, hal dili ile bir de o izah eder hayatın zorluklarını ve parasız yoklukla mücadelenin zor olduğunu… Ama Aliye kız bir kere Sait’te kararlıdır “baba olsun, malı Allah’tan iste dersiniz siz büyükler ben de aynı kanaatteyim, sen bilirsin güzel babam” deyince Süllü Ağa çaresiz gelen dünürlerin çoğunu kesin dille “olmayacak” diye eledikten sonra Alkanlardan Sait’in babası Mustafa Ağa’ya hoş davranıp tekrar gelmesi hususunda cesaretlendirir. Mustafa Ağa daha tanınmış komşular ile bir akşam yine gelir ve Allah’ın emri peygamberin kavli ile oğlu Sait’ten için “Aliye kıza ciddi dünürüm” der. Komşuların da araya girmesi ile o gün ertelenir, düşünme payı bırakılır ve ertesi akşam hayırlı söz alınır ve kahveler şerbetler içilir… Yine düğün hızlanır, Alkanların maddi durumu biraz zayıftır ama Süllü Ağa kızının hatırı için onları fazla üzmez mihir ve alacakları ziynet konusunda… Nihayet o kışta Sait ile Aliye’nin düğünleri yapılır… Aaliye de evlerinden biraz daha uzak bir mahallede olan Sait’in evine at üzerinde allı gelin olarak gider.
Bir yıl sonra…
YUVA ŞENLENİR
Sait ile Aliye’nin düğünü Alkanların evine mutluluk getirmiş, yuva çok şenlenmiştir. Sait Aliye’yi Aliye de Sait’i çok sever… Kayınvalidesine ve kayınpederine saygıda hiç kusur etmez, daima sevgilerini ve dualarını kazanır, işlerde hep düzenli gider… Düğünde yaptıkları borçlar ödenir, Sait bu mutluluktan ve saygıdan dolayı Aliye kıza, eşine daha çok saygı duyar.
Nihayet aradan bir buçuk sene filan geçer, Aliye kadın eşine ve Alkanların evine yeni bir mutluluk daha katar ve dünya güzeli bir kız çocuğu doğurur, hemen aile toplanır ve Aliye’nin anası babası kardeşi ağabeysi ve yengesi de gelmişler hepsi isim düşünürler minik kıza.
Süllü dede derki “Canım isim aramanıza gerek yok bizim yöremizin gelenekleri vardır işte ismi de buna göre olacaktır, hem de benim dünürüm çok güzel hamarat ve onurlu bir hanımdır. İşte bu yenidünyanın adı da onun adıdır” diye kızına ve damadına döner. Kararlı bir eda ile “Kızın adı kayınvalidenin adı olacaktır adı Hüsniye’dir, vesselam” der ve hepsinin sevinçlerine ortak olmanın mutluluğunu yaşar ve bu babacan hareketi ile dünürlerinin de saygısını kazanır.
MÜJDELİ HABER GELİR!
Gel zaman git zaman Sait ile Aliye’nin uzunca bir süre çocukları olmaz, aile şüpheye düşer ve analar kaynanalar Aliye kızın ağzını yoklar… Ondan dürüst bir cevap alamazlar ama Sait ile Aliye bu durumdan çokta rahatsız görünmemektedirler. Nihayet müjdeli haber olarak Hüsniye kız 6 yaşına girdikten sonra gelir ve Aliye tekrar hamiledir… Yine evler bir sevinç dolar günler aylar çabuk geçer ve bir gece Aliye gelin sancılarla kıvranarak Sait’ten yardım ister. Sait anasını kayınnasını çağırıp eve toplar, ortalık kış mevsimidir. Bulunulan köy şehre uzaktır, vasıta yoktur. Nihayet köyde bu işlerden anlayan ilaçsız doktor tabir edilen koca karılardan yardım alınma yoluna gidilir. Önce Kirlilerin Hacer gelir… Bilinçli bir eda ile bakar, kendisine göre bir söz bulur ve “çocuk ters” der. Sonra Kızılların Şevka kadın “daha tecrübeli” diye çağrılır o da “daha senin günün var bu bir su boşalmasıdır” der. Daha sonra Cıbılların Şerif garı çağrılır o da bir iş yapamaz; “sıcak su getirin, leğen getirin, bez getirin, şunu yapın bunu yapın” derken bu uğraşlar arasında artık ertesi gün olmuştur. Sait bu durumundan hiç memnun değil ve hemen yakın köylerden birine at ile gider ve bir kamyoncuya rica eder… O da kar kıyamette zorla Sait’in hatırına köye gelir. Ve Aliye şehre gidecektir. Aliye çok terbiyeli ve edepli, dinine düşkün bir hanımdır. Kızı Hüsniye’yi yanına çağırır. Ve usulca “Hüsniye guzum gel şu yeni pabuçlarımı getir, öbür evden” der. Yeni dediği pabuçlar lastik pabuçtur, iki sene evvel alınmıştır, şehre veya misafirliğe giderken giydiği pabuçlardır. Üzerine gelin gelirken dikilen çiçekli tarla sattıran adlı işliğini, altına ise bizarlı tabir edilen yine gelinlikte giydiği süslü şalvarını getirtir. Başına yine gelinlik alını (eşarp) ister, üzerine hürriyet yazması olan üstlük çemberini de bağlar.
Bunları hep Hüsniye kızından istiyor ve ona yavaşça mırıldanıyordu. “Guzum el önüne çıkacağız, doktora gideceğiz eğer bana bir şey olursa sen babana eyi bak olur mu gelin hüsniyem?” derken Hüsniye daha düşünceli ve cevap vermeden kamyon geliverir kapıya…
Ve hemen Sait karısının koluna girip kapıya doğru çıkarır… Ana da gitmek istiyor, kaynana da gitmek istiyor… Aliye gelin onların ikisini kırmamak için “Anacıklarım siz işlere bakın yanımda helalim kocam var baksana dağ gibi. Biz onunla gider geliriz kısmet olursa” dedi ve kamyonun şoför mahalline kocası ile bindiler…
SON YOLCULUK
Şehir uzak, yollar bitmiyor, Aliye gittikçe kötüleşiyordu. Ama çok edepli olduğundan dişlerini sıkıyor, derdini belli etmiyordu.
Nihayet bir akrabalarına indiler şehrin kenar mahallesinde… Bu Sait’in halasının eviydi.
Hemen bir at arabası tutuldu ve nihayet doktora ulaşıldı. Doktor kısa bir muayeneden sonra dışarı çıkıp Sait’i bir hayli azarladı, “Hem geç kalmışsınız hem de hastayı perişan etmişsiniz be adam dünyada hiçbir şey görmediniz mi? Bu hassas konularda kara düzenle iş yapılır mı?” derken bir yandan da hastayı tam teşekküllü bir hastaneye taşıma telaşı içinde idi. O zaman ne kadar varsa bu imkânlar. Nihayet hastaneye gelindi, akşam vakti ameliyata alındı Aliye gelin ama ne var ki masadan sağ kalkamadı. Çünkü bunca eziyetten sonra Aliye’nin karnında ölen oğlan yavrusu anayı da zehirlemiş ve ölümüne sebep olmuştu.
Bu haber doktor tarafından önce Sait’in halasına sonra da Sait’e bildirildi. Sait bir anda yıkıldı, olduğu yere yığıldı… Gözünün önüne kızı Hüsniye, annesi, kayınnası, babası, kayınpederi geldi… Bir müddet kendisine gelemedi ama çare yoktu, ölenle ölünmüyordu. Bir ara “Cenazeyi köye götürmeyelim buraya defnedelim” diye düşündü Sait. Sonra bu fikrinden vazgeçti. Artık şehirden bir vasıta bulup cenaze ile birlikte köye doğru ağıtlar yakarak yol almaya başladılar… Yanında halası da ona eşlik ediyordu. Nihayet köylerinin yakınına vardılar ulaşım yetersizliğinden hastadan haber alamayan köydekiler bir vasıtanın köye doğru geldiğini görünce hemen yollara çıkıp karşıladılar… Vasıtadan önce Sait indi. Onun halini gören herkes işlerin ters gittiğini ve bir felaketin olduğunu anlamıştı. Hemen ortalığı bir figan kapladı, nihayet köyün her ferdinin ciğerine bir yangın düştü… Köylü birleşti, mezar kazıldı, Aliye kız acılar-ağlaşmalar arasında kabre kondu… Herkesler istemeyerek kabirden ayrılırken bir tek kişi kabir başında eğilmiş minik yüreği ile anasına bir şeyler söylüyordu.
Dede Süllü Ağa, Mustafa Ağa yanına vardılar… Anasına seslenen Hüsnüye çocuktu bu… “Anacığım pabuçların eski olduğu için öldün, elbiselerin pek temizdi anacığım, ne de güzel yakışmıştı üzerine anacığım, neden öldün anacığım, doktorlar seni neden kurtamadı? Keşke hiç gitmeseydin anacığım. Bana babana iyi bak diye tembih ettin ben babama nasıl bakarım sensiz anacığım?” derken bütün cemaat hüngür hüngür ağlıyordu. Nihayet herkesler evlerine çekildi taziyelerde şu teselliler oldu; “ağlamayın arkadaşlar hanımlar beyler, çocuk üzerine ölenler, lohusa ölenler şehittir der yüce Rabbimiz. Biz de ona böyle inanırız, ne yapalım Allah kalanlara uzun ömürler versin” diyorlardı. Aliye gelinin kaynanası şu ağıtı söylüyordu bu arada:
Al gelinim bal gelinim
Sensiz olmuyor gel gelinim
Sai imin derdi yeğin
Ona çare ol gelinim
Köylüler ise:
Aliye gelin bir kamyona
Bindi de derdine dermana gitti
Sait yiğidin gözyaşları durmadı
Sanki bir ummana döndü de gitti
diye ağıtlar söylendi yıllarca.
Değerli okurlarım bu bir yaşanmış hikâyeydi, sizlerle paylaştım. Eski zorlukları, yoklukları anlatarak sizleri üzdümse affedin, ben de yazarken daima ağladım.
Saygılarımla…