Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Temsil müslümanlığı
Hayat, nihâi hakikatin tâ kendisidir. Bu hayat, dünyâda anlamlandırılacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de geçen bir âyette hayatın ne olduğu konusunda bize ipuçları verilmektedir: “Allah ve Peygamber, hayat verecek şeylere çağırıyor.”(el-Enfal 8/24). İşte bu çağrı, gönüllerden başlamak suretiyle birey ve toplumun hayatına yön veren bir değerler manzumesini ihtiva etmektedir. Böyle bir varlık alanı, aşkın varlıkla bağlantılıdır. Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” dediği anlayış da budur. Müslümanlar hayatı, geniş anlamda ibadetle bütünleştirirler. İbadetleri, işlerine göre değil, işlerini ibadetlerine göre ayar yaparlar. Dolayısıyla, İslam ve hayat bir bütünlük çerçevesinde yaşandığında bir anlam ifade eder.
İçi İslam’la yoğrulmuş bir hayatın özünde “hesâbîlik” değil “hasbîlik” vardır. Hasbîlik, insanın söz ve eylemlerinde rızâ-i Bâri’yi amaçlamasıdır. Bir başka ifade ile dini yaşamayı sadece Allah’a has kılmasıdır. Kıyâm ve sıyâmında, ilim ve infakında karşılığını kullardan değil, sadece Yüce Allah’tan bekleme “hasbîliğin ete-kemiğe bürünmüş halini oluşturur. Hasbî insan, îsâr ve fütüvvet ahlakıyla donanmış olup, Allah rızası için yaptığının karşılığında muhataplarından ne bir teşekkür ve ne de bir karşılık bekler.
Eğer Müslümanlar yaptıkları hizmetleri hasbîlikle donanmış bir ruhla yerine getirirlerse, atılan tohumlar kısa zamanda meyveye duracaktır. Buna rağmen saçılan “tohumlar” filiz vermiyorsa, kusur, tohumda değil, zeminin ürün vermeye müsait halden çıkarılmış olmasındadır. İşte maneviyat dünyamızı çölleştirecek olan bu zeminin kurutucuları gösterişçi dindarlık ve desinler zihniyetidir. Bu emrâz-ı bâtıniyye tedavi edilmedikçe söylenen söz ya da davranışlar su üzerine yazı yazmaktan öteye geçemez. Daha doğrusu kalıcı etkiler bırakamaz.
Bugün İslam âlemi bir temsil krizi yaşıyor. Kastettiğimiz temsil, salt ne siyasi, ne iktisadi, ne hukukî, ne ticarî, ne dinî, ne kültürel? Hepsi. Kelimenin tam anlamıyla söz ve eylemlerini ihlasla yoğurmuş bir kimliğin ortadan çekilmesidir.
Öte yandan, lafoloji Müslümanlığı alanında söz çok, icraat az. İslam’ı kim temsil edecek? İslam işbirliği teşkilatı mı? Dini kurumlar mı? İlmî, irfanî yapılar mı? Kastettiğim temsil bu kadar uzakta değil. Hangi kurum ya da kişi/ler, farketmez, nerede bulunursa bulunsun, bir birey olarak toplumda yaşayan Müslümanların her biri temsil liyakatini taşımalıdır. Dağdaki çobandan, atölyesindeki çömlekçiye, üniversitedeki hocadan kulübesindeki bekçiye vb. varıncaya kadar. Yoksa bugün İslam’ı entelektüel düzeyde anlatacak İlahiyatçılarımız var, akademisyenlerimiz var. Bütün bunlara rağmen ama olmayan bir şey, temsil Müslümanlığı. Temsil Müslümanlığından maksat, hasbî bir ruhla, işi, eylemi, vazifesi ne olursa olsun, kendisini İslam’a mensup olarak gören her bireyin, bulunduğu yer neresi olursa olsun, İslam’ı söz ve eylemleriyle çatışmayacak bir düzeyde görünür kılmasıdır. Eskilerin “kaht-ı ric’al” dedikleri bizim de “kaht-ı ricâli’l-Müslim” dediğimiz bu mümessil insan-ı kâmiller “yaşayan İslam” örnekliğiyle zuhur etmedikçe insanlığa söyleyeceğimiz çok şey yoktur.
Netice-i kelam, Müslüman bulunduğu toplumda, inancıyla, ameliyle, kılık-kıyafetiyle, aile düzeniyle, ticari hayatındaki ahlakiliğiyle farklılaşmadıkça, temsil Müslümanlığını görünür kılamayacağız. Tek kelime ile temsil Müslümanlığı; kâl ve hâl Müslümanlığının birlikte harmanlanmasından ibarettir.