Üzmez, Kuşçubaşı'nın manevi oğlu mu?
Ahmet Efe'nin 'Efsaneden Gerçeğe: Kuşçubaşı Eşref' kitabı tartışma başlattı.
Çerkez Ethem adlı çalışmasıyla dikkat çeken yazar Ahmet Efe, yeni kitabında benzer bir gizeme sahip hikayesiyle tanınan ve yakın dönem Türk tarihinin ilginç şahsiyetlerinden biri olan Kuşçubaşı Eşref’in gerçek öyküsünü ortaya koyuyor.
Eserde Ahmet Efe, Kuşçubaşı hakkında yanlış bilinenleri ortaya çıkarmayı amaçlıyor. Örneğin Kuşçubaşı'nın Harbiye Mektebi mezunu olmadığını, Genelkurmay ve Milli Savunma Bakanlığı kayıtlarına dayanarak ortaya koyuyor, Türk İstiklal Harbi’nde önemli bir rol oynamadığı gibi hakkındaki kuşkulu iddiaları açığa çıkarmayı amaçlıyor.
Milliyet'in haberine göre kitabın yeni baskısında Hüseyin Üzmez’in, Kuşçubaşı Eşref’in manevi oğlu olduğu ortaya çıkarılmış. Üzmez’in kitapta kendi el yazısıyla yayınlanan itirafında, A. Emin Yalman suikastı ardından eylemi alkışlayan Eşref’in kendisine mektup yazarak manevi oğlu olmasını kabul etmesini istediğini, ayrıca her ay 200 TL gönderdiğini iddia ediyor.
KUŞÇUBAŞI EŞREF KİMDİR?
1873 yılında İstanbul'da doğan Kuşçubaşı Eşref, Sultan Abdülaziz'in kuşcubaşısı Mustafa Nuri Bey'in oğludur. Harb Okulu'nun son sınıfındayken Yeni Osmanlılar'la ilişkisi olmakla suçlanarak Hicaz'a sürüldü. Buradan kaçarak Hindistan'a ve Avrupa'ya geçti. Sürgündeki Jön Türklerle işbirliği yaptı. Rumeli'de gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin örgütlenmesinde çalıştı. Meşrutiyet'in ilanından sonra, İmparatorluğun yönetimine hakim olan bu partinin kadrosu içinde yer aldı. Balkan Savaşı'nın ikinci devresinde Bulgarları yenerek, Edirne'yi kurtaran kuvvetlerin başında idi.
Gönüllü kuvvetleriyle Batı Trakya'yı da ele geçirdi. Burada bağımsız Batı Trakya İslam Cumhuriyeti'ni kurdu. Osmanlı Teşkilat-ı Mahsusası'nın kurucularındandır. Bu örgütün başkanı olarak Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kafkasya sınırlarında, Türkistan'da, Arabistan ve Kuzey Afrika ülkelerinde çeşitli eylemleri yönetti. Yemen'deki Osmanlı kuvvetlerine para ve mühimmat götüren bir kafilenin başındayken yaralanarak İngilizlerin eline düştü ve Malta adasına sürüldü. Mondros Mütarekesi'nden sonra İstanbul'a döndü.
Milli Mücadeleye ilk katılanlardan biriydi. İstanbul'daki ilk direniş örgütlerinde, Kocaeli'nde ve Ege'de Kuvayı Milliye'nin örgütlenmesinde rol oynadı. Kuvayı Seyyare'nin, TBMM güçleri tarafından tasviyesi sırasında, o da Yunan işgal bölgesine geçmek zorunda kaldı. Burada TBMM Hükümeti'ne karşı bazı eylemler içine girdiğinden, Lozan Anlaşması'ndan sonra 150'likler listesine dahil edildi. Türkiye'ye girmesi yasaklandı. Uzun süre çeşitli ülkelerde yaşadıktan sonra, 1938 yılında çıkarılan af yasasından yararlanarak Türkiye'ye döndü. İzmir yakınlarındaki çiftliğinde bir süre yaşadıktan sonra orada 1964 yılında öldü.
gazeteport