Yanarak yazılmış bir kitap; “Ne zaman kaybettik?”
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Kağan Karabulut ile, "Elif gibi dik olacak, yalnızca Rabbi karşısında boynunu bükecek ve yanacak" diyerek kapak tasarımını yaptığı "Ne Zaman Kaybettik?" kitabı ve Ramazan üzerine sohbet ettik
-Yazarlık hayatınız ne zaman başladı?
1985’den beri yazıyorum. Hatta ilk şiirimi anneme yazmıştım. Sonrasında da yazdığım şiirler oldu ama böyle düz yazı şeklinde olmamıştı. Rektörlük seçimleri esnasında metinler hazırlamıştık. Bir gün bir gazeteci arkadaşımız Mehmet Şimşek, 'neden köşe yazmıyorsunuz' diye sordu. Sonrasındaki süreçte yazmaya başladım her hafta. Aklımıza geleni değil de gönlümüze geleni yazdık daha çok.
-Kitap çıkarmaya ne zaman karar verdiniz?
İl Kültür Müdürü Mustafa Çıpan birkaç yazımızı okumuş, "kalıcı olsun kitaplaştıralım" teklifini sundu. 'Tahsis ve önsözü yazarsanız olur' demiştim ben de. Sağ olsun kabul etti. Çok güzel bir önsözdü. 50 civarında şiir veya düz yazı şeklindeki yazılarımızı bu şekilde kitapta birleştirdik.
-“Ne Zaman Kaybettik” isminde amaç neydi, nasıl tepkiler aldınız?
3 bin adet bastı. İlk tepkiler son derece güzel. Bir maddi beklentim yok, böyle olunca da birkaç gönülde bir inşiraha vesile olabilir miyiz, derdimiz bu. İnşallah kaybettiğimiz ahlaki değerlerimizi biraz daha düzeltebiliriz. Okuyucularda bunu uyandırabiliriz.
-Başka üzerinde çalıştığınız bir kitap var mı?
Evet var. Esasında bu kitap çok hacimli olacaktı ama ahlak kitabı olsun, değerler eğitimi kitabı olsun diye Kuran’dan, hadislerden hatta kendi babamın, dedemin sözlerinden esinlenerek vücuda getirdiğimiz bir eser oldu. Ayrıca sıcak gündemle ilgili yazılar da var. Suriye, Filistin, Hükümet, Gezi olayları, 28 Şubat’ın da dâhil olduğu yazılar da olacak. Muhtemelen kitabın adı, “Nasıl Kaybettik” olacak.
-Okuyucu olmakla yazar olmak arasında nasıl bir fark var?
İngilizceye benziyor bu da. Kolay okunur ama zor yazılır. Yazmak hakikaten çok kolay değil. Derdiniz yüreğinize geleni insanlarla paylaşmaksa yazmak kolay. Gönlünüze geleni yazınca zor değil.
-Öğrencilerinize dekan olarak, akademisyen olarak yıllarca tavsiyeleriniz olmuştur. Peki yazar olarak neler tavsiye edersiniz?
Benim kitabımda olan çoğu şeyi öğrencilerimle paylaşmışımdır. Derslerde, ders aralarında okumuşumdur. Onların kanaatlerini de aldık zaman zaman. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmuyor. Fikir sahibi olmadan ideal sahibi olunmuyor. İdeal sahibi olunmadan da iddia sahibi olunmuyor. Eğer bir iddianız olacaksa önce bir fikir sahibi olacaksınız. Fikrinizle ideal, ideallerinizle iddia sahibi olacaksınız. Amacımız ideal sahibi gençlerin yetiştirmesi. Gençliği yakan, onları internet sazanı haline getiren sisteme karşı ağzımızda ateşe su taşıyan karınca misaliyiz. Son birkaç yıldır gençlerimiz “fast food fikirlerle” yaşıyorlar. Başka birileri tarafından hazırlanıp, dondurucuda dondurulan, kimin yenmesi isteniyorsa hemen mikrodalgada 30 saniyede ısıtılıyor ve önlerine koyuyorlar. Sonrada onu yiyorlar. İnternet sazanları haline gelmeyin diyorum öğrencilerime. Kaktüs entelektüellerden öğrenilmez bilgi dediğiniz. Çocuklar Mısır’da kurşuna diziliyor, Myanmar’da, Suriye’de açlıktan ölüyorlar, kadınlara tecavüz ediliyor, Gazze’ye bombalar yağıyor. Kaç kişi var bugün televizyonlarda bu olana bitene ağlayan.
-Yanan birisinden öğrenilecek yani öyle mi?
Öyle. Eskiden tasavvuf nedir diyorlar, 'tasavvuf ızdıraptan ibarettir' diyorlar. Izdırabı olmayan insandan hiçbir şey öğrenmesinler.
-Peki, kitabın sorusunu soralım; biz ne zaman kaybettik?
Her an kaybedip her an kazanıyoruz.
-Öncelikle Ramazanınızı tebrik ediyoruz. Nasıl geçiyor oruç ayı?
Her Ramazan'ın sonunda, bir Ramazan daha kaybettik diye düşünüyorum. 'Bu ayı hakkıyla değerlendiremedim' düşüncesiyle Ramazandan ayrılıyorum.
-Ramazan size ne ifade ediyor?
Ramazan bize hüzün getiriyor. Hüzün ifade ediyor. Klimalı odalarda oturuyoruz. Klimalı arabalara binip, mükellef sofralarda yemek yiyoruz. Ben hep tek çeşit yemek yerim. Biz arkadaşlarımızla birlikte zengin iftar sofraları kurmak yerine yani 'körler sağırlar birbirini ağırlar' yapmadan, hepsi de kendi arasında varlıklı insanlar. Hepimiz iftar parasını belli bir yere verip birkaç yetim, öksüzü bir ramazan doyurabilirsek ne mutlu bize?
-Ramazanda eşinize mutfakta yardım eder misiniz?
Evet ederim. Mesela salatayı ben yaparım. Yardımcımız var o yapar. Çünkü eşimde çalışıyor. Dedim ya zaten biz tek çeşit yemek yeriz, öyle mutfakta çok zamanınız geçmez.
-Eski Ramazanları arıyor musunuz?
İftar sofrasının paylaşıldığı eski ramazanları arıyoruz. Babam kasaptan bir kilo et almışsa, yarım kilo da apartmanın kapıcısına alırdı. Bir kasa domates almışsa, 3-5 kilo da ihtiyaç sahibine alırdı. Babamdan da önce bir kuşak daha gidelim geriye. Dedem ihtiyacı olana arsa dağıtmış mesela. Paylaşmak adına eski gün ve Ramazanları arıyorum.
-Konya ile Sivas'ta geçen Ramazanlarınızı kıyaslar mısınız?
Konya'da da son zamanlarda güzel gelişmeler oluyor. Birlikte namaz kılmalar ya da ortak iftarlar, bunlar güzel gelişmeler. Önemli olan Allah'a verdiğini unutmadan, kime, ne verdiğimizi iyi bilmek gerekir. Allah'a veriyoruz sonuçta. Bizim fakirlere ikramımız değil Allah'ın bize ikramı olarak göreceğiz. Konya'da da son zamanlarda bu bağlamda güzel gelişmeler var diye düşünüyorum.
Röportaj : M. Ali Elmacı-Memleket