Yeni Şafak yazarı da Özkök'e 'Naaaah' çekti!
Ertuğrul Özkök, Hürriyet'in kaptan köşkünden indikten sonra hakkındaki en ağır yazıyı Yeni Şafak'taki 'belalısı' yazdı.
'Türk basınının amiral gemisi'nin 'kaptan köşkünde' 20 yıl oturduktan sonra 'sıradan bir yazar' olarak köşe yazmaya devam eden Ertuğrul Özkök hakkında bugüne kadar yazılanlar arasındaki en ağırı bugün kaleme alındı.
Taha Kıvanç, Yeni Şafak Gazetesi'ndeki köşesinden, "Ufak at da, inandırıcı olsun..." diyerek Özkök'e belki de yıllardır yazdığı yazıların en ağırını yazdı.
Kıvanç, Özkök'ün yazılarında son zamanlarda sıkça kullandığı 'nehir kenarı' metaforu yaptığı yerin aslında kış aylarında taşkınlarıyla gündeme gelen Ayamama Deresi olduğunu yazdı.
Önce Taha Kıvanç'ın Özkök'ün 'nehir kenarı' metaforu hakkında yazdıklarına göz atalım;
"...Gözünün bozukluğunu o sayede keşfettim. Hürriyet binasının 11. katından aşağıya bakıldığında görülen 'Ayamama Deresi'dir; hani şu birkaç ay önce bir kez daha kudurup canlar alan münasebetsiz dere... Yukarıdan baktığında gördüğü Ayamama Deresi olduğu halde, eski kaptan, nehir kenarında oturduğunu zannediyor.
O kadar mesafeden dereyi nehir olarak gördüğüne göre gözleri bozuk olmalı...
Peki ya bellek? Ondaki sapmaları neye bağlayacağız?
'DÜNYA TURLARI SINIRLANINCA KENDİNİ YAZMAYA BAŞLADI!"
Yönetimdeyken yaptığı dünya turları sınırlanmışa benziyor; bu da üzerinde bayağı yoğun psikolojik etkiler uyandırmış... Yazı konuları bir başkalaştı, yazıları işleme biçimi ise bütünüyle değişti. Evvelce yoluna çıkan önemli şahsiyetlerden hareketle yazısına giriş yapması gerekirdi, şimdilerde tek malzeme kendisi...
Bu da onu kabul edilebilirliğin sınırlarını zorlamaya sevk ediyor. Artık belleği mi kendisini yanıltıyor, yoksa işine öyle geldiği için mi illâ konuyla kendisi arasında bir irtibat kurma gereğini duyuyor, bilemem. Bildiğim, kendisinden verdiği örneklerin doğru olma ihtimalinin zayıflığı...
Birkaç gün önce, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam kararını veren mahkemenin başkanı Gen. Ali Elverdi'nin ölümü vesilesiyle "Gezmiş'i milli irade asmıştı" başlıklı bir yazı yazdı. Kastının ne olduğunu anlamak için başlığı yetiyor yazının; yine de bütününü okuma zahmetine katlanan çıkmış... Radikal'de yazan Tarhan Erdem yaklaşımın yanlışlığına dikkat çekme ihtiyacı duymuş...
Nâzik adam tabii, ancak yine de yazarın sorununu doğru yansıtmış; bir yerde "Yirmi yıl ülkenin başlıca halk gazetesini yönettikten sonra milli iradeyle ihtilâfa düştüğünü" tespit ediyor çünkü... Hürriyet'i yönettiği son sekiz yılda milletin yönelimiyle arasında 180 derecelik bir makasın açıldığını herkes gördü.
Hürriyet artık manşetleriyle kendisinin yaklaşımını desteklemekten vazgeçtiğinden beri yazılarındaki yaklaşım yalnızlığı okuyanı ürpertecek kadar keskin. Bu da kendisini derin yanlışlara sürüklüyor. Şahsi tarihinde bulunması imkânsız özellikleri 'varmış' gibi aktarıyor.
Deniz Gezmiş ile ilgili yazısında Paris'te öğrenciyken idamlara karşı çıkan bir bildiri dağıttığı ayrıntısına da yer vermişti. Tarhan Bey, "Dağıttığı, büyük kentlerde dağıtılan ve o günlerin bazı gazetelerinde az yer verilen bildiri ise, onu dağıtmak pek doğru bir iş değildir; o bildiri Gezmiş'in idamına karşı gibi görünen ifadelerle, gençlerin boğazına takılan ilmiğin üzerinden siyaset yapan bir belgedir" diyor yazısında...
Endişesi yersiz. Fransa'da bulunduğu tarihlerde kendisiyle aynı muhitlerden dostlarım var; 'radikal' bir tavır sergilediğini hatırlayanla şimdiye kadar hiç karşılaşmadım. Hatta Ankara'daki öğrencilik günlerinden hep 'apolitik' bir tip olarak hatırlanıyor. Paris'teki öğrenci müfettişinin radarına yakalanmama derdi var idiyse söylendiği gibi, Denizler ile ilgili bir bildiri dağıtmış olamaz zaten...
TAHA KIVANÇ'IN 'NAAAAAH'LI CEVABINA NE CEVAP VERECEK?
Kıvanç, yazısının bu aşamasından sonra muhafazakar kimliği dikkate alındığında muhatabı için hayli sert kelimeler ve benzetmeler kullanıyor. İşte Yeni Şafak Yazarı'nın Ertuğrul Özkök'e sonu 'naaaaah'la biten yazısının o bölümü;
"Konuları kişiselleştirme merakı gençleri siyasilere 'Naaaaah' çekmeye davet ettiği birkaç gün öncesindeki bir başka yazısına sirayet etmişti yazarın...
1960'lı yılların ortasında Radio Caroline adlı yalnızca İngiltere'ye hitap eden bir 'korsan radyo' çıkmıştı; gemiden yayın yapıyordu. Birileri geçen yıl o radyoyu eksen alan siyasi parodilerle dolu kahkaha attırmayı amaçlayan bir komedi filmi çevirdi; Hürriyet yazarı da komedi filmini belgesel sanarak orada izlediği her şeyi gerçekmiş gibi okurlarına sunuyor.
İngiliz hükümeti korsan radyoları hedef alan bir yasa çıkarmış da, Radio Caroline çalışanları verilen sürenin sonunda yayını kesmiş de, ardından hepsi 'Naaaaaah' çekerek yayına kaldığı yerden devam etmiş...
Oysa, Radio Caroline'ın yayın yaptığı gemi yasayı delebilmek için İngiliz sularını terk edip Hollanda yakınlarına demir atmıştı o gece...
Radio Caroline'nın kendi resmi internet sitesi komedi filminin gerçekleri yansıtmadığını dünyaya ilân ediyor zaten...
Komedi filmine belgesel muamelesi yaparsan böyle hatalara düşersin elbette...
En çok güldüğüm "Bütün İngiliz gençliği bu radyoları dinliyordu. / Dinleyenlerden biri de bendim. / Ankara'daki bodrum katımda, gece yarısından itibaren sabaha kadar Radio Caroline dinliyordum" iddiası...
Radyo "Bütün gün" ilânına rağmen yalnızca gündüz (06.00-18.00 arası) yayın yapıyordu ve ancak İngiltere'deki yedi milyon dinleyiciye sesini duyurabiliyordu...
Bir büyük 'Naaaaaah' benden... Kime? O kendisini bilir."