Yılmaz Özdil: İmam Başbakan

Yılmaz Özdil: İmam Başbakan

Yılmaz Özdil'den Başbakan'a yine aynı göndermeler

Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil bugünkü köşesinde, Türkiye'de n-bulunan Almanya'nın ilk kadın Başbakan'ı Merkel'i değerlendirdi. Özdil, 'İmam Başbakan' olarak adlandırdığı Başbakan Erdoğan'a da her zamanki üslup ve tarzıyla göndermelerde bulundu.. İşte Özdil'in o yazısı:

Papazın kızı... Erotik film ismi gibi. Dünyanın en güçlü kadını o. “Melek” demek Angela. Zekâsı, şeytani. Tam adı: Angela Dorathea Merkel.. Dorathea’yı kullanmıyor. Bizim Başbakan’la yaşıt. 1954 doğumlu.

İMAM TARAFINDAN YÖNETİLEN TÜRKİYE
“İmam” tarafından yönetilen Türkiye “papazı buldu” desek, yanlış olmaz. Babası, Protestan papazı... Annesi, İngilizce öğretmeni. Hamburg’da otururlarken Angela doğuyor. Henüz 4 aylıkken, Berlin’e 50 kilometre uzaklıktaki Templin kasabasına taşınıyorlar. O tarihte “duvar” yok. Sene 1961, şak, “duvar” örülüyor. 7 yaşındaki Angela ve ailesi, Doğu’da mahsur kalıyor. Matematik, fen ve lisan derslerindeki müthiş başarısı üzerine, Leipzig Üniversitesi’ne kabul ediliyor. Fizik diploması alıyor. O zamanlar Sovyet gümbür gümbür, herkes takip ediliyor, papazın kızı mecburen “kızıl”laşıyor, komünist gençler derneğine yazılıyor. Doğu Berlin Üniversitesi’ne geçiyor, kuantum fiziğinde doktor oluyor.

ALMANYA'NIN İLK KADIN BAŞBAKAN'I
20 yaşında siyasete bulaşıyor, 26 yaşındayken, Doğu Almanya’da Demaiziere Hükümeti’nin sözcüsü oluyor. Duvar yıkılır yıkılmaz da, tası tarağı topluyor, Berlin’in öbür yakasına atlıyor, Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’ne üye oluyor, “kara dev” lakaplı Kohl’den “ağabeylik” görüyor, sonrası malum... Erkek egemen partide erkeklerin en üstüne çıkıyor, Almanya’nın ilk kadın başbakanı oluyor.

DOĞU OLMADI BİR DE BATI
Şimdi gelelim.. “Kadın” Angela’ya. 23 yaşında, Doğu Berlin Üniversitesi’ndeyken, “hoca-asistan aşkı”yla, fizik profesörü Ulrich Merkel ile evleniyor. Çocukları olmuyor. Duvar yıkılmadan, yuva yıkılıyor, 28 yaşındayken boşanıyor. “Doğu olmadı, bi de Batı’yı deneyelim” diyor, Batı’ya geçtikten sonra, 44 yaşındayken, gene profesör ama bu sefer kimya profesörü Joachim Sauer ile evleniyor. İlk evlilik “fizik”sel sorunlara takılıyor, ikinci evlilikte vücut “kimya”ları tutuyor, hâlâ evliler... Ancak “biyoloji” gene denk gelmiyor, çocukları yok.

OKTAY EKŞİ KIRILMASIN AMA...
Taaa 28 sene evvel boşanmasına rağmen, ilk eşinin soyadını kullanıyor. Laf aramızda “Eski eşini unutamadı” filan gibi dedikodular var. Günahı boynuna... “Merkel soyadıyla tanındığım için değiştirmedim” diyor. Bir diğer sebep de şu... Yeni eşinin soyadı, Sauer.. “Ekşi” anlamına geliyor. Oktay Ekşi şeker gibi adam, kırılmasın ama, kadın zaten asık suratlı, bir de soyadı “ekşi” olursa?

Eşi, janjanlı adam, papyon falan takıyor. Angela ise, battal... Üniforma gibi, hep aynı kıyafetleri giyiyor, altında pantolon, üstünde ceketimsi bi şey, sadece renkleri değişiyor. Langır lungur yürüyor. Mizahçılar en çok bu tarafına vuruyor, “köylü” muamelesi görüyor. Vur dediler, öldürdü, geçen sene göğsü açık şifon bir gece kıyafetiyle baloya katıldı, memeler kadraja sığmadı.

İtalya’da herkesin içinde havluya sarınarak mayosunu değiştirmeye kalktı, İngiliz The Sun Gazetesi’ne yakalandı, poposunun fotoğrafını yayınladılar. Memeler zarif kaldı. Umurunda bile değil... Diyet yapmıyor. Spor yapmıyor. Kompleksi yok. “Kadını sadece dış güzelliği çekici kılmaz... Çekici olmasaydım, evde kalırdım. Halbuki ben iki kez evlendim” diyor.

Magazin basını, en çok saçına takıyor... Ya kendisi kesiyor ya da sıradan kuaförlerle idare ediyordu. Berlin’de şorolo bi kuaför var, pek ünlü, adı şimdi aklıma gelmedi, başbakan olunca zorla oraya götürmeye başladılar, kuaför yumuşak, saç aynı saç. İngilizce, Rusça biliyor. Makine gibi, sabah 6’dan gece 24’e kadar çalışıyor. Sessiz, sakin bir insan... Ama konuşmaya başladığında, büyülüyor, “Yere bakan yürek yakan” cinsinden.

Dans etmeyi sevmiyor. Klasik müzik seviyor. Her sonbaharda Bayreuther festivalini asla kaçırmıyor. Lüks sevmiyor. Şaibenin ş’si yok... Özel hayatında modası geçmiş bir Opel’e biniyor. Şehir sevmiyor. Berlin’in dış semtinde mütevazı bir evde oturuyor. Bahçesinde çiçeklerini çapalarken dinlendiğini söylüyor. Bizimkiler gibi bahçıvan çalıştırmıyor. Hobisi, eşine yemek yapmak... Alman klasiği “patates çorbası”yla parmakları yedirtir deniyor.

Hayali yok mu? Var... Onun hayalini, bizim Mehmet Yılmaz gerçekleştirdi, Trans-Sibirya demiryoluyla Moskova’dan Vladivostok’a uzanan tren seyahati yapmak istiyor, “Çocukluğumdan beri düşlerim, bir gün mutlaka” diyor.

ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ YER
Gelelim zurnanın zırt dediği yere... Birincisi.“Biz sana en güzel yerinden
120 dönüm fidanlık veriyoruz, sen niye okul açtırmıyorsun” diyemezsin... Vermiyorsa, sen de verme, açmıyorsa, sen de açma, mecbur musun? Üstelik, Almanya’da “Kimin fidanlığını kime veriyorsun kardeşim” diye sorarlar, 120 sene yargılanırsın.

DOST ACI SÖYLER
İkincisi. “Türkleri sevmiyor” deniyor, yalan... “Sizi Avrupa Birliği’ne almayacağız, bugün de almayacağız, yarın da almayacağız, siyasetçilerinizin sizi kandırmasına izin vermeyin” diyor... Dost acı söyler. Dostumuz o bizim... Uyanmamız için “doğru”ları söylüyor. Uyanamayanlar için işini gücünü bıraktı, kalkıp buralara kadar geldi, bi de burda, suratımıza söyleyecek... “Sizi kandırıyorlar, kandırmalarına izin vermeyin” diyecek.