Şenol Metin
Yükseköğretim Kanunundaki Değişiklikleri Nasıl Okumak Lazım?
TBMM’de görüşülen tasarının en önemli sonucu doçentlik sözlü sınavını kaldırmış olması ve eser incelemesinden geçen Bilim İnsanlarının 'doçent' unvanını almasıdır. İlk tasarıda icat edilen ‘Doçentlik Yeterlilik Belgesi’ gibi ucube bir belgeden vazgeçilmesi de olumludur. Bununla birlikte doçentlik kadrolarına atanmada üniversitelerin sözlü sınav dahil yeni kriterler getirme yetkisi önemli bir sorundur. Üniversitelerimizin bu hataya düşmeyeceklerini ümid ediyoruz. Sendika olarak nesnel olmayan, vesayet üretecek olan bu tarz düzenlemelere kayıtsız kalmayacağımızı ve sürecin takipçisi olacağımızı ifade etmek istiyorum. Ayrıca eser incelemesi sürecinde tesis edilmeye çalışılacak yeni tür vesayetle, idari yargı dahil her türlü araçla mücadele edilecek ve nesnel/bilimsel bir eser incelemesi sürecinin hakim olması için çaba göstereceğiz. Keşke Eğitim-Bir-Sen’in eser incelemelerine itirazları inceleyecek hakem jüri önerisi karşılık bulsaydı. Gerçi herşey bitmiş değil, Yükseköğretim Kurulu bir yönetmelikle bu düzenlemeyi yapabilir ve bekliyoruz.
TBMM’de görüşülen tasarının bir diğer önemli sonucu yardımcı doçentlik kaldırılarak yerine “doktor öğretim üyesi” unvanı getirilmektedir. Aslında Yardımcı Doçentler için herhangi bir düzenleme yapılmasına gerek yoktur. Bu alandaki sorun doçentlik sürecinde sözlü sınav üzerinden oluşturulan vesayet idi. Cumhurbaşkanımızın talimatı da doçentlik sürecinin önündeki engelleri kaldırın idi. Ancak ne yazık ki Yükseköğretim sistemimizdeki çok başlılık ve koordinasyon sorunlarına birde bürokrasinin klasik kriz üretme hastalığı nüksedince çok basit bir talep, kriz haline geldi. Buna rağmen yardımcı doçentlik için bir düzenleme zorunluluğu var ise mevcut yardımcı doçentler için 5-6 yıllık bir geçiş süreci öngörülmeli idi. Yine de dünyada örneği olmayan doktor öğretim görevlisi gibi garabet bir akademik kadrodan vazgeçilerek, doktor öğretim üyeliği gibi nispeten daha makul bir unvan öngörülmüş olması olumludur.
Akademik yükselme sürecindeki bir soruna vurgu yapmak istiyorum. Akademik yeterliliği ifade eden bilimsel unvanın alınmasının ardından akademik kadroya atanma sürecinin prosedurel hale getirilmelidir. Her bir kadro için ayrı başvuru sürecinin tesisi gereksizdir. Bu çerçevede, bir üniversitede çalışan bir yardımcı doçent/doktor öğretim üyesi, doçentlik unvanı aldıktan sonra, başka bir işleme gerek kalmaksızın bulunduğu üniversitede doçent olarak atanabilmelidir. Benzer şekilde bir doçent, profesörlük şartlarını taşıdığında otomatik olarak profesör kadrolarına atanabilmelidir. Akademisyenlerimizi ayrı ayrı ilan sürecine muhatab kılmak doğru değildir.
Ve adalet duygumuzu zedeleyen, devletin sözünü yere düşüren bir uygulama da OYP; önerilerimize rağmen Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında Türkiye’nin en nitelikli insan kaynağı olan, beyin gücünü ifade eden genç bilim insanlarımızın daimi kadrolara atanmaları sağlanmalıdır. Araştırma görevlileri dahil doktoralarını tamamlamış öğretim elemanlarının doktor öğretim görevlisi kadrolarına atanmalıdır.
Bu tasarı ile tüm eksikliklerine rağmen doçentlik sözlü sınavı üzerinden tesis edilen bir vesayet odağını tasfiye etmiştir. Keşke içindeki defoları barındırmasa idi. Mücadeleye devam.
Bu sürecin Bize öğrettiği en önemli husus, Bizim gibi imparatorluk bakiyesi ülkelerde bürokrasi çok güçlü ve siyaseti de toplumsal algıyı da yönetebilecek kapasiteye sahip. Öyleyse siyaset kurumunun, bürokrasinin devlet bilgisine sahip olmanın ve devlet aygıtının asli sahibi görünmenin psikolojik üstünlüğünü dengeleyebilecek bir strateji izlemesi gerekiyor. Burada sendikaların rolü ön plana çıkıyor. Evet bürokrasi ile aynı insan kaynağına sahip sendikalar siyasetin doğru karar alması için gerekli verileri test etmede kullanılabilecek önemli bir başvuru kaynağı olabilir.
Ahir kelam;
Bürokratın bizden olması, icraatların bizim icraatlarımız olmasını garantilemiyor.