Zan Uşakları'na malum olan gerçekler
Umur görmüş tecrübeli adam “Size bir nasihatim olacak, bu sözlerimi iyi dinleyin" demiş..
İsmail DETSELİ
Bundan yıllar yıllar önce, belki de asırlar önce köylü bir adamın üç oğlu varmış. Bunlar neşe ve mutluluk içersinde çalışıp günlerini gün ederken gün gelmiş babaları ihtiyarlamış… İhtiyar baba bir gece oğullarını başına toplamış… Umur görmüş tecrübeli adam “Oğullarım, şahbazlarım! Size bir nasihatim olacak, bu sözlerimi iyi dinleyin. Ben ölünce de mutlaka söylediklerimi iyi uygulayın” demiş. Ve başlamış öğüdünü anlatmaya:
Oğullarım bu dünya halidir şayet benim ölümümden sonra aranızda benim malım için münakaşa çıkarsa, anlaşma sağlayamazsanız falan köyde bir Hıristiyan papazı var, ona gidin. Giderken görüp yaşadıklarınızı anlatın, papazın evinde gördüklerinizi çözümleyin, anlatın. Şayet manası sorulursa cevabını verin sorulmaz ise gizli tutun..
Oğlanlar, “Baba biz bu dediklerini nasıl bileceğiz nasıl becereceğiz” deyince… Baba, “Bu işler size malum olacak, yalnız yalana riyaya kaçmadan, gerçekleri içinizden geldiği gibi, gönül gözünüzün gördüğü gibi anlatın” der.
Gün gelir vakit saat dolar ve ecel babanın ruhunu kabzeder. Baba ölünce dünya malı hırsı bunların gözünü doldurur, başlarlar “şu tarla senin bu ev benim” demeye… Büyük kardeş bakar ki kavga ateşlenecek, kardeşlerin araları açılacak “durun” der, “bizim babamız bize bir nasihatte bulunmuştu unuttunuz mu? Gelin bakalım o dediği papaza gidelim, belki babamın bu nasihatinde bir ibret vardır” der. “Doğru derler” öbürleri. Üçü de giyinip kuşanıp yola çıkarlar. Yolda giderlerken yolun tozuna dikkat eden büyük oğlan “buradan bir deve geçmiş kardeşlerim” der. Onun küçüğü “İyi de devenin sağ gözü kör imiş” der. Bir daha küçüğü “sol arka ayağı da topalmış” der. En küçükleri de “tamam iyi ama devenin kuyruğu da güdekmiş” der. Ses kesilir ve önlerine bir adam gelir. “Kardeşler benim bir sırtı yüklü devem kayıp acaba gördünüz mü?” Sorarlar “devenin sağ gözü kör mü?” Evet, “sol arka ayağı topal mı?” Evet, “kuyruğu güdek mi?” Evet… Ama biz deveni görmedik derler. Adam peki nasıl bildiniz devemin onca ağmanını (kusurunu)? “Onu da sen merak et” deyip yola devam ederler.
Yolda giderlerken içlerine bir şeyler doğan gençler kendilerinde bir değişiklik olduğunu fark erdeler. Birisi yola bakarak der ki “buradan bir deve geçmiş biliyor musunuz?” Diğeri “evet ama devenin sağ ayağı topalmış sağ gözü de körmüş” der. Diğer birisi ise “devenin kuyruğu da güdekmiş (yani kısa)” der. Bir yere gelip üçü de dururlar. Biri “deve buraya yatmış” der. “Üzerindeki yükü de sağ tarafı pekmez sol tarafı ise tereyağı imiş” der. Giderler önlerine bir adam gelir ve bunlara sorar; “Benim bir devem kayboldu günlerdir ararım hiç buralarda gördünüz mü?” Derler ki: “Devenin sağ gözü kör müydü?” Evet, “devenin sağ ayağı topal mıydı?” Evet, “devenin kuyruğu güdek miydi?” Evet, “yükünün bir tarafı yağ bir tarafı pekmez miydi?” Evet. “Bildik ama görmedik” derler. Yola devam ederler ama adam bunların peşlerini bırakmaz. Bu kayıp devenin sahibi de bunları takip eder ve nihayet bizim Zan Uşakları babalarının adını verdiği rahibin evine varırlar. Kapıyı çalarlar.
Rahip (papaz) “hoş geldiniz, kimsiniz, nereden gelip nereye gidersiniz?” deyince… “Biz falan köyden filan kişinin çocuklarıyız. Babamız ölmeden önce bize ‘ben ölünce filan rahibi gidip ziyaret edin’ dedi. ‘Niçin ziyaret edelim’ sorumuza da ‘bunda büyük ibret var’ dedi. Biz de onun için geldik, ibret neymiş bulacağız” derler. Rahip misafirlerden pek hoşlanmaz ama yine de onları evine kabul eder ve yemek ikramında bulunur. Onlar yemek yerlerken gerek saygıdan gerekse kibirden veya bir bildiği var ondan bunların sofrasına oturmaz ve kapıda beklemeyi yeğler.
Bu kapıda beklerken bizimkiler yemeklere el sürmeden “dışarıda bekleyen bir misafir daha var onu da çağır derler” papaza. O da hakikaten dışarıda beklemekte olan bir deve sahibini çağırıp yanlarına oturtur, yine dışarı çıkar. Yemekte kızartılmış bir kuzu eti pilav üstüne konmuş yemelerini beklemektedir. Ama ne hikmetse misafirler yemeğe bir türlü başlamazlar ve Zan Uşaklarından birisi der ki: “Bu önümüze konan et köpek eti kokuyor bu yenmez.” Bir diğeri ise “bu ette insan leşi kokusu var yenmez” der. Bir diğeri “susun bizi duymasın bu papazın soyu belli değil bu kırık dölü (babası belirsiz)” der. Dışarıda konuşulanları dinleyen papaz hemen içeri dalar ve “herkes sözüne sahip çıksın bunların hesabını vereceksiniz” der.
Yemeği daha yemeden zamanın kolluk kuvvetlerini çağırıp bunları der dest edip kadıya gönderir ve şikâyetçi olur.
Kadı efendinin huzuruna çıkan bizim bilgiç Zan Uşaklarını tam kadı sorguya çekecek, huzurda birden bire bir hareketlenme olur. Ve Zan Uşaklarından biri der ki: Kadı efendi senin evini şu anda hırsızlar soymaktalar dersek inanır mısın? Bu sual karşısında aniden şok olan kadı efendi “nerden bildiniz” deyince, “bunu anlatmaya vakit yok hemen evine gidelim” derler.
Ve koşarak zaten yakında olan Kadı Efendi’nin evine giderler, dışarıdan sesleri duyan hırsızlar hemen kendilerine birer yer bulup gizlenirler. Bizim uşaklar birbirleri de “sen sandığa, sen merdiven başına, sen yüklüğe” derler ve hemen yerlerini alırlar. Kadıya derler ki:
“Kadı Efendi hanımın komşuda, köpeğin uykuda, hırsızlar işte aha hepsi de burada. Sen kayıplara bak, sandığı dolabı yokla, bizleri kapıda bekle. Bizler hırsızları tutalım ceza vermeyi de sana bırakalım”. Kadı evi bir gezer der ki: Paralarımı almışlar ama hırsızlar yok kaçmışlar. Zan Uşakları bunun üzerine “biri sandıkta yatılı” der. “Biri yorganda sarılı” der. “Biri merdiven altında ocak başında oturur. Aç sandığı tut yakadan. Aç yüklüğü üzerindeki yorganı çek kafadan. Merdiven altı mahsen, birisi dilde gerisi külde vur enseye tokatı al dilinden parayı” derler. Ve hemen sandığı açarlar biri sandıkta saklı. Yüklüğü açarlar diğeri orada yüklükte saklı. Merdiven başındaki de merdivenin altındaki mahsene iner bakar ki diğer hırsız da ocağın başında kül karıştırmakla meşgul. Ensesine tokatı vurunca dilinin altına saklamış olduğu parayı ağzından yere düşürür. Külde olanları da külden bulurlar ve hırsızlar yakalanır. Kadı Efendi’nin paraları da bulunur.
Hapse atılan hırsızların davası bittikten sonra Kadı Efendi yerine gelir ve sorar: Sizler ne için gelmiştiniz benim makamıma?
Deve sahibi der ki: Efendim ben devemi kaybettim bunlara sordum devemin bütün eşkâlini bildikleri halde devemin yerini söylemediler. Demek ki bunlar çaldı devemi. Kadı Efendi sorar, “siz deveyi gördünüz mü?” Hayır, “peki devenin bunca eşkâlini nasıl bildiniz?” “Efendim sizin eve hırsız girdiğini nasıl bildiysek”, “Bu ayrı onun da sorusunu soracağım belki işbirliği içindesinizdir.” “Efendim devenin sağ gözü kördü yolda giderken hep soldan otlamış, yolun sağındaki otları görmemiş. Sağ arka ayağı topalmış üçayak yere tam temas ettiği halde sağ arka ayak yere daha cılız basmış. Kuyruğu güdekmiş (kısa) yattığı yerden kuyruk sağa sola gidip geldikçe yerdeki toprağı süpürmemiş çizmiş. Devenin yükünün bir tarafı tereyağı imiş o tarafa karıncalar tünemiş bir tarafı bal imiş o tarafa da sinekler toplanmış, bundan dolayı sadece devenin eşkâlini bildik deveyi görmedik” derler.
Deve sahibine Kadı Efendi “Git deveni ara bunlar doğru söylüyor vakit geçirme” der.
Gelelim papaza… “Senin şikâyetin nedir peder” der kadı. “Efendi bunları babaları beni görmeleri için vasiyetlemiş, geldiler önlerine yemek ikram ettim, yemediler ayrıca bana çok da hakaret ettiler, bunlardan davacıyım” der.
“Yemeleri için getirdiğim kuzuya ‘köpek eti gibi kokuyor’ dediler hiç kuzu köpek eti olur mu?Sonra yine ‘bu ette insan leşi kokuyor’ dediler. Hiç kuzu etinde insan leşi olur mu? Sonra bana ‘soysuz kırık dölü’ dediler. Bu daha ağır bir suçlama bunların hesabı sorulsun cezalarını bulsunlar” deyince… Kadı döner Zan Uşaklarına derki “bunlar doğrumu?” Doğru… “Peki nereden bildiniz?”, “senin hırsızları bildiğimiz gibi, araştıralım eğer dediklerimiz doğru değilse biz cezamıza razıyız” derler.
Papazın kuzuyu aldığı kasabı çağrılır, “Bu kuzuyu sen kimden aldın?” “Falan köyden bir adamdan.” O adamı çağırırlar. Kadı sorar “sen bu kuzuyu nerde ne ile besledin?” “Benim evim kabristanın dibinde. Kuzuyu falan köyden aldım, bu mezarlığa bağladım, burada otladı büyüdü” der. “İşte insan leşi gibi kokması bundan” deyince. Diğer köylüye varıp sorarlar “sen bu kuzuyu nasıl besledin”? “Bu kuzunun anası ölmüştü, yetim kaldı. Benim bir köpeğim vardı o da eniklemişti kuzunun anası ölünce köpek bunu da emzirdi” der. “Demek ki köpek eti gibi kokması bundan” derler. “Gelelim papazın soysuzluğuna sen de annene danış bakalım papaz efendi der” Kadı.
Papaz koşar anasına “Ana her şeyi bilen üç uşak vardır, bunlara zan uşağı diyorlar ama bunlar aslında Laz uşağıdır. Benim için soysuz dediler benim babam kim ben hakikaten soysuz muyum? Eğer sen doğruyu söylemez isen onlar söyleyecek” der.
Çaresiz kalan kadın artık şu itirafta bulunur: Oğlum benim beyim çok zengin bir adamdı. Benim ise ondan çocuğum doğmuyordu ama ben kendimden çocuk olacağını hissediyordum. Kocam üzerime başka kadın alacak ben de ser sefil olacağım korkusu ile seni bir başka adamdan peyda ettim. Senin babanı şimdi ben de bilmiyorum. Bu Zan Uşakları doğru söylemişler” der. Kadıya tekrar gelen papaz her şeyi itiraf eder. Kadı efendi bu uşakları tekrar çağırıp sorar “Siz bunları nasıl biliyorsunuz nasıl hissediyorsunuz?” “Babamız bizlere bunları anlatırken ‘size bu işler ayan olacak’ dedi. Babamız çok âlim bir adamdı, sanırım onun bize bıraktığı en üstün miras ve marifetlerdir bunlar” derler. İşte bunun üzerine yıllar önce dinlediğim ve aklımda kalan bir Laz ile Yahudi’nin fıkrasını anlatmak düştü… Bunların bu gizemli işleri hangi zan ile nasul pildugunu pen de anliyamadum da
İŞTE BİR LAZ FIKRASI
Bir yolculuk esnasında bir Yahudi ile bir Laz karşılaşırlar, yola beraber devam edeceklerdir. Yahudi zamanın üniversite mezunu bizim Laz ise kara cahil. Yahudi sorar:
“Paran var mı?”
“Eh yetecek kadar vardur.”
“Seninle bir pazarlık yapalım birbirimize soru soralım. Sen bilirsen ben sana yüz lira vereyim bilemezsen sen bana 50 lira ver “der.
Laz da “olur” der. Yahudi nasıl olsa ben bunu kandırırım diye düşünüyormuş…
Laz der ki: “Önce ben saga soracağum?”
“ Tamam” der Yahudi “sor bakalım.”
Laz derki: Ula uşağum söyle pakalum ha pu tünyada üç ayaklu kuş hangisidur?
Yahudi çok düşünür ama üç ayaklı bir kuşu bilemez. Ve hemen pazarlıkları gereği Laza yüz lira verir. Ve “ben bilemedim üç ayaklı dediğin kuş hangi kuş acaba?” deyince daha Yahudi başka bir soru sormadan Laz hemen paranın 50 lirasını Yahudiye geri verir. Ve Yahudi’ye derki: Vallahi uşağum esasına pakarsan puni pen da pilemadum.
Yahudi de çetin ceviz çıkan Laz ile bir daha oyun oynamaktan vaz geçer.
Saygılarımla…