Derviş Argun
15 Temmuz'un ardından
15 Temmuz'un yıldönümü tüm Türkiye'de o güne yaraşır bir coşkuda kutlandı. Recep Tayyip Erdoğan'ın her aşamasına eşlik ettiği kutlamalar, özellikle İstanbul ve Ankara'da hem stratejik mesajlar ve görüntüler içerdi, hem de ufuktaki Türkiye'nin nasıl olacağına dair ipuçları verdi
Birinci yılını dolduran bu şanlı direnişe halkın hangi duygusallıkla sahip çıkacağı ve nasıl bir vefa ile omuzlayacağı içeride de dışarıda da merak konusu idi. Her ne kadar bu halkın kendisi, bu coşkunun nasıl tezahür edeceğini bilse de, sureti haktan ve bu milletin içindenmiş gibi görünen posası, bunu hem merak ediyor hem de dışarıdaki efendilerine muhtemel ilgisizlik sonrası yeni proje teklifleri hazırlıyorlardı.
Daha önceki kalkışmalarda nasıl olmuşsa yine hevesleri kursaklarında, projeleri kucaklarında kaldı. Ne onlar taarruz etmekten ne de biz savunma yapmaktan vazgeçmeyeceğiz. Güçlü olan, birlik ve beraberliğini koruyan ama her şeyin ötesinde haktan yana olan kazanmaya devam edecek. Kazanan büyüyecek, güçlenecek, söz sahibi olacak. Kazandıkça, bilimde, sanatta, siyasette ve toplumsal yaşamda kapatılamaz sandığımız mesafenin aritmetik bir disiplin ama geometrik bir hızla kapandığını göreceğiz. Bu sadece bizim çabamız değil, kaybedenin küçülmesi ve kaybedeni büyülten parametrelerin ibresinin bize dönmesi ile de daha bir hız kazanacak.
İşte 15 Temmuz 2016, bu günlerin doğuşunu işaret ederken, 15 Temmuz 2017 ise, yükselişini müjdeliyor. Birinci yıl dönüm kutlamalarına gösterilen ilgi ve ortaya konan coşku, liderle halkın arasında kurulan o hasbi bağ, planlayıcılara planlarını revize etme mecburiyeti oluşturdu. 15 Temmuz sadece Türkiye'de kutlanmadı. Dünyanın dört bir yanında Türkiye'ye dönük samimi duygular dışında hiçbir bağı olmayan, buna rağmen bir annenin yavrusuna, bir çocuğun babasına olan ilgisi gibi içten ilgi duyan milyonlarca da kutlandı. Tüm kıtalar 15 Temmuz'u ta ciğerlerine kadar hissetti. Hiç şüpheniz olmasın bu ilgi ve coşku bizim gibi birilerince de not edildi. Desiselerinden vazgeçmeyecek bile olsalar Türkiye planlarında bu yaşananları not ederek yeniden düzenlemeler yapmak zorunda kalacaklar. Ve her geçen gün biz büyüyeceğiz, onlar küçülecek. Biz güçleneceğiz, onlar zayıflayacak. Tarihin debisi yüksek suları, bizim gemimizi yükseltip taşırken onlarınki kıyıya vuracak.
Gün itibariyle yakalanan bu ivmenin en büyük engelleyicisi, tüm doğu toplumlarında olduğu gibi bizde de, kendi farklılığını zenginleştirme pahasına, ortak zenginliğimize saldırma zayıflığıdır. Bu zayıflığın tarihi kökenleri olmakla birlikte tamir edilemez de değildir. Batının bizi avlarken kullandığı en iyi yöntem şahsımıza sahip olmadığımız ve hatta hiçbir zaman olamayacağımız şeyler teklif ederken, sahip olduğumuz ve bizimle birlikte milyonlarca insanın da birikimi olan müktesabatımıza ihanet etmemizi istemesidir. Hatta o kadar ki bu müktesabatı kucağımızda götürüp batının ayakları dibine atmamızı ister. İngilizlerin desteğiyle Ortadoğu'yu paramparça eden Mekke Emiri Şerif Hüseyin de, 1889'da kurulan ve 1908'de itibaren Osmanlı'da yönetimde söz sahibi olan, bir yönüyle yıkımını planlayan İttihat ve Terakki de, Kırk yıllık sızmasını ve çalışmasını 15 Temmuz ihanet girişimi ile taçlandırmaya çalışan FETÖ Terör Örgütü de aynı saiklerle batının kucağına düşmüş yapılardır.
Güç üzerinden ilerleyen bir uluslararası sistemde, devletin önceliğinin gücü elde etmek olduğu hepimizin bildiği bir gerçektir. Batı açısından sorun, elde etmeye çalışırken oluşturduğu güç - çıkar ilişkisinin mütemadiyen kendi lehine olma çabasıdır. Hatta o kadar ki çıkar elde etmek için güç kullandığı coğrafyaları yakıp yıkması ve milyonlarca insanı geride tamiri zor acılarla birlikte bırakmasıdır. Sadece şu otuz yılda Afganistan, Irak ve Suriye üzerinden bu acının ne denli büyük yaşandığını müşahade edebiliriz.
Tüm bunlardan dolayı batının bizim için kurduğu seni büyültelim, sizi küçültelim tuzağına düşmeden yürümeyi becermemiz lazım. Hiç kimsenin, hiçbir klikin, hiçbir grubun şahsına münhasır büyüme talebini, bizi küçültme pahasına görmezden gelemeyiz. Artık devlet, bir ülkeyi değil, bu ülke üzerinde yakılan meşale ile bir bölgeyi, belki tüm insanlığı aydınlatması gerektiği gerçeğini unutmamalıdır. Bu gerçek karşısında boyun eğmeyen ve müktesabatımızı çalacak olanın boynunu kırmak da devletin en önemli görevdir.