Derviş Argun
31 Mart ve Sonrası
Yerel seçimler yaklaşıyor. Seçim sürecinin ve sonuçlarının yerel kalmayacağını, iktidarın beka, muhalefetin de meşruiyet bağlamında değerlendirip küresel bir kimlik kazandıracaklarını biliyoruz. O sebeple de hem muhalefet hem de iktidar, bu merkezden bir hazırlık içinde. Esasen iktidar ve muhalefet anlayışının da değişeceğini süreç içinde göreceğiz. Çünkü bundan sonra çerçevesini kısmen ideoloji ve dünya görüşünün, kısmen de politik duruş ve yönetişim anlayışının çizeceği iki cephe üzerinden yaşanan seçim süreçleri görülecektir. Önümüzdeki günlerde hem Cumhur ittifakını oluşturan, hem de millet ittifakını oluşturan kesimlerin, süreçle kaynaşıp tüm unsurlarıyla tek zemin üzerine oturduğuna şahit olacağız.
15 Temmuz sonrası yaşananlar ve ABD'nin duruşu göz önüne alındığında, dahası millet ittifakının her bir ilmiğinde FETÖ izi görüldüğünden ben de 31 Mart seçimlerinin bir beka seçimi olduğuna inananlardanım. Hatta Türkiye bir sistem oturtup bekasını şahısların omuzundan sisteme yükleyemediği sürece, her seçim bir beka endişesi ile yapılacaktır.
Maalesef pusuda bekleyenler yerlerini terk etmedikçe, teyakkuzda olanların da rehavete ermesi düşünülemez. Fakat bilelim ki bu da uzun süre götürülemez. İllaki beka sorununu kendi dinamikleri içinde şahıslara bağlı kalmadan çözen bir sistem üretmek zorundayız. Bu sistem, hangi cephe iktidar olursa olsun, beka sorununu gündemden çıkartan bir yapısal içinde olmalıdır.
Görünen o ki, Cumhur ittifakı kendi aralarındaki problemli alanların çözümünü zamana bırakan bir üslupla yoluna devam ediyor. Tabandaki kaynaşma zaman alacak olsa bile, süreçle tamamlanacak. Neye hayır dedikleri, neyin peşinde oldukları, temel hedeflerinin ne olduğu çok belli. Bunun yanında renk kartelası da birbirlerini tamamlayan tonlarda. Yani bir ucunda milliyetçi, diğer ucunda İslamcı bir çizginin üstüne dizilmiş bir sosyoloji var. Bunu milliyetçi-muhafazakâr-İslamcı kuşak diye isimlendirebiliriz.
Oysa Millet ittifakında benzeşik renk tonunda bir kartela göremiyoruz. Oldukça inişli-çıkışlı bir sosyoloji var. Temel birliktelikleri Tayyip Erdoğan düşmanlığı olan bir dört benzemezle karşı karşıyayız. Ne sürdürülebilir bir birliktelik, ne de yatırım yapılabilir bir ortak paydaları yok. Ne Kürt ulusalcılığının ve Kürt faşizminin temel öğe olduğu HDP ile Türk milliyetçisi iddiasındaki İYİ Parti, ne de dindarlığı temayüz etmiş Saadet Partisi ile din düşmanlığı malum CHP'nin aynı kulvarda uzun soluklu bir yol almaları düşünülemez. Tek dertlerinin mevcut yapıyı bozmak ve hem siyasi hem de ekonomik kaos üretip onun üzerinden bir yol almak olan millet ittifakı, kendisinin ne kazandığı ile değil, Ak Parti ve Tayyip Erdoğan'ın ne kaybettiği ile ilgililer. Bu bile tek başına, onların projesiz ve teklifsiz olduklarını ispat ediyor.
Netice olarak, isyankâr bireyleri bulunmayan bir toplum, sakin, düzenli, hoş ve nezihtir fakat doğacak yeniliklerin tohumlarından yoksundur. O sebepledir ki, içeride yapıcı eleştiriler olmazsa olmazımızdır. Siyasetin de buna tahammül etmesi ve katkı sağlayan eleştiriyi ciddiye alması lazımdır. Ama ne zaman ki, kaynağı belli olmayan eleştiriler, sosyal medya başta olmak üzere gündemimizi esir almışsa, durup düşünmemiz gerekiyor. Yerelde işlenen hataların, ulusal hatta küresel hesapları dumura uğratacak bir yöne evirilmesine izin vermemeliyiz.
Bundan dolayı da, evet, yenilik tohumlarının bedenimde ve yaşadığım coğrafyada filize durması için yaşanan haksızlıklara, yaşatılan zulümlere karşı isyankârım. Yerelde de ulusalda da siyasetin ve siyaseti götüren bireylerin tertemiz olması ve kalması gerektiğinde hemfikir ve teyakkuzdayım. Ama yaşatılan tüm düş kırıklıklarına rağmen ne meydanı ne de cepheyi bırakma niyetinde değilim.