Emetullah Akkaya
Abdullah bin Huzafe
Kul kendisiyle Allah arasındaki ilişkiyi iman, ibadet, tevhid ile ;kendisiyle toplum arasındaki ilişkiyi güzel ahlak,adalet ve gayret ile sağlar.
Hiçbir ebeveyn yoktur ki oturduğu yerden “namaz kıl evladım” diyerek çocuklarının namaz kılmasını, yalan söyleme, hırsızlık yapma, faize bulaşma diyerek nebevi ahlaka ulaşmasını temin edemez. Babalar, evlatlarına imam olmadığı sürece, anneler evlerde hadis, ayet, kıssa halkaları oluşturmadığı sürece kısacası ebeveynler örneklilik şuurunu benimsemediği sürece nebevi ahlakın temellerinin atıldığı bir toplum inşa edilemez.
Sadece kavli dua ile her şey mümkün olsaydı Allah rasulü (s.a.v) hılful fudul cemiyetine üye olmaz, Mekke’den Medine’ye hicret etmez, bedir, uhud, hendek gibi savaşlar vuku bulmaz, altı gönüllü islam fedaisi çeşitli ülkelere islama davet mektupları götürmezlerdi. Zira o değil miydi duası kabule en çok şayan olan? Buna rağmen o değil miydi beş yıla yakın bir süre hira mağarasında tefekkürle meşgul olan? O değil miydi sevr mağarasında can dostu Ebubekir ile birlikte müşriklerden gizlenen?
O halde bizler de harekete geçmemiz gereken demleri kavli dua ile yetinip boşa geçirmemeliyiz. Örneğin Filistin meselesinde – ki bu bir ümmet meselesedir- kişi ben ne yapabilirim ki diye düşünüp hiçbir şey yapmamayı tercih edenlerden olmamalıdır. Efendimiz (s.a.v) “ kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, bunu yapamazsa diliyle düzeltsin, bunu da yapamazsa kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın en zayıf olanıdır.” buyuruyor. Sadece buğz etmek imanı zayıf olan kişinin tercih edeceği bir husustur. İmanı sağlam olan öncelikle boykot hareketine sahip çıkar, bilinçli, şuurlu, imanlı bir gençliğin yetişmesi için önce evlatlarından başlayarak yakın çevresine ve ulaşabildiği her yere Kudüs davasının ehemmiyetini anlatır, hatta haykırır, susmaz, unutmaz, unutturmaz, dualarında ilk sıraya koyar, rüyaları, hülyaları Kudüs ile dolar ve bu örnekleri daha da artırabiliriz.
Esas mesele hayatın her alanında sadece kavli dua ile yetinmeyip fiili duaya geçmek. Efendimiz İslam’ı yaymak için sadece dua edebilirdi ama öyle olmadı. Kavli duanın yanına fiili duayı da ekledi. Seferler düzenledi, zaferler elde etti. Çeşitli ülkelere İslam’a davet mektupları gönderdi.
Bu islam fedailerinden biri de Abdullah bin Huzafe’dir. Efendimiz (s.a.v) onu İran kisrasına göndermiştir. Abdullah Kisra’nın huzuruna çıktığında mektubu açıp okumaya başlamıştır. Mektup şöyle başlamaktadır:
“ Bismillahirrahmanirrahım
Alla’ın elçisi Muhammed’den İran’ın büyüğü Kisra’ya.”
Kisra mektubun bu giriş kısmını işitir işitmez çok öfkelenir ve mektubu alıp yırtar. Abdullah bin Huzafe’yi de huzurundan kovar. Abdullah Medine’ye geri dönüp olanları Rasulullah’a anlatır.
Kisra Yemen’deki vekili Bazan’a adamlarını gönderip O’nu (Hz. Muhammed’i) yanına getirmelerini emreder. Bazan iki önemli adamını efendimize gönderir. Bu iki adam efendimize varınca Kisra’nın emrini ve eğer kendileriyle gelmezse efendimizi ve devletini Kisra’ nın yok edeceğini bildirerek efendimizi tehdit ederler. Efendimiz (s.a.v) onlara ertesi gün gelmelerini söyler. Ertesi gün olduğunda efendimiz onlara İran Kisra’sının öldüğünü bunu yapanın da oğlu Şireveyh olduğunu haber verir. Bazan’ın adamları yurtlarına döndüklerinde Bazan’a olup biteni ve efendimizin söylediklerini haber verirler. Bazan eğer Muhammed doğru söylüyorsa ona inanacağını beyan eder. Çok geçmeden Şireveyh’ten Bazan’a mektup gelir. Gelen mektupta Şireveyh Kisra’yı öldürdüğünü itiraf etmektedir. Bazan mektubu okur okumaz Müslüman olur.
Ayrıca Abdullah bin Huzafe’yi Hz.Ömer döneminde Bizanslılarla yapılan bir savaştan da hatırlıyoruz. Abdullah bin Huzafe bu savaşta esir düşer. Onun; sahabenin ileri gelenlerinden olduğunu öğrenen kayser onu huzuruna getirtir ve ona Hristiyan olmasını teklif eder. Bu teklifi reddeden Abdullah bin Huzafe için çarmıha gerilme cezası verir. Abdullah duyduğu bütün ızdıraba rağmen İslam’ı haykırmaktadır.
Kral içi kızgın yağ ile dolu bir kazan getirtir. Esirlerden birini kazana atar. Sıra Abdullah’a geldiğinde Abdullah ağlamaktadır. Kral onun pişman olduğunu Hristiyanlığı kabul edeceğini zanneder. Ağlamasının sebebini sorduğunda Abdullah şöyle der. “Keşke vücudumdaki tüylerim adedince canım olsaydı da her birini böyle kazana atsaydınız.”
Kral : “ Seni bir şartla serbest bırakırım; eğer başımı öpersen serbest kalırsın.” der. Abdullah düşünür ve şöyle cevap verir: “ Benimle birlikte bütün Müslüman esirleri de bırakır mısın?”
Olumlu cevap alan Abdullah kralın başını öper ve kendisiyle beraber seksen esir serbest kalır. Hz. Ömer’in yanına döndüklerinde durumu Hz.Ömer’e anlatırlar. Hz. Ömer Abdullah bin Huzafe( r.anh) için şu veciz sözleri sarf eder:
“ Abdullah’ın başını öpmek her Müslüman için bir vazifedir. İlk önce ben öpüyorum.”
Allah Abdullah bin Huzafe’den razı olsun. Bizleri de şefaatlerine nail olmayı hak edecek söz, fiil ve davranışlarla hemhal eylesin. Amin.