Doç. Dr. Murat Kayacan
Adalet diye diye
Kur’anî Hayat Dergisinin Mart-Nisan 2012 sayısında “İhsan Eliaçık ile Adalet Üzerine” adlı bir söyleşi yayınlandı. Bu yazıda o söyleşiye dair birkaç değinide bulunacağım.
Eliaçık müşriklerin “eskilerin masalları” dediği şeyin Allah inancı, ahiret inancı ya da kıssalarla ilgili değil, adalet, emek, hak ve eşitlik talebi ile ilgili olduğunu söylemekte. Eliaçık’ın iddiasının aksine, inkârcıların “eskilerin masalları” derken kastettikleri, ahiret inancı (Ahkaf, 46: 17), Kur’an (Enam, 6: 25), ayetler (Enfal, 8: 31; Kalem, 68: 15; Mutaffifin, 83: 13), Allahu Teala’nın indirdiği şey (Nahl, 16: 24) ve azap tehdididir (Müminun, 23: 83; Neml, 27: 68). Görüldüğü gibi Eliaçık’ın yaptığı “ideolojik bir okumadır” ve söylediği ile delil getirdiği birbirini tutmamaktadır.
Eliaçık, “O, benim asamdır, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır. Allahu Teala, Yere at onu, ey Musa! dedi.” (Taha, 20: 18) ayetine dair büyük bir Sufi olarak takdim ettiği Şakik-i Belhi’nin (H.174/790) şu yorumunu aktarmaktadır: “Benim asam demek şirktir. Bu yüzden ‘At onu!’ denildi.” Bu ayete dair söz konusu Sufi’nin söylemek istediği şey, insanın mülkiyeti kendisine atfetmesinin şirk olduğudur. İnsan gerçekten de her şeyin sahibi olan Allah’ın bu vasfını inkâr etmesi şirktir. Ne var ki, mülkiyet anlayışımızı Kur’an’a onaylatacağız diye bir peygamberin böyle bir şey kastettiğini düşünmemiz mümkün mü? Dolayısıyla Hz. Musa’nın “O benim asamdır.” sözünden kastedilen nisbi anlamda bir sahipliktir ve hiçbir Müslüman benzer şekilde “Bu benim evimdir, arabamdır.” vs. dediğinde kınanamaz. Zaten Eliaçık’ın sahiplendiği Şakik-i Belhi’nin sözü Kur'an bütünlüğünden de uzaktır. Kur'an-ı Kerim Hz. Musa’nın asasını onun mülkiyeti olarak da bize takdim eder: “Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona, ‘Asan ile taşa vur!’ demiştik.” (Bakara, 2: 60).
Eliaçık Hz. Peygamber (s)’in on sekiz ticari ilişkisini incelediğini patron-işçi ilişkisinin (o aktarımlarda mevcut) olmadığını, sadece ortaklığın söz konusu olduğunu, karşılıklı sermaye konulacağını ve herkesin koyduğunun karşılığını alacağını, böylece kimsenin kimseye üstün olmayacağını söylemekte. Eliaçık’ın dediği gibi olsa bile, açık bir yasak yoksa adil bir patron niçin ortaklık ilişkisine girmeden işçi çalıştırmasın? Ayrıca herhalukârda taraflar nadiren eşit oranda sermaye koyabilecekken nasıl olup da birbirlerine üstün olmaksızın kârı/zararı bölüşecekler?
Eliaçık’a göre “Onlar arasında adaletle hükmet.” (Maide, 5: 42) ayeti[1] “Sen onlardan birisin, onların üstüne çıkma, onlardan ayrı bir makam mevki oluşturma!” anlamındadır. Halbuki hükmetme pozisyonunda olmayanın hükmünü kim dikkate alır? İnsanlar arasındaki hukuku belli bir otorite olmaksızın tesis edip işlevsel kılmak mümkün değildir. Sadece doğru karar vermek yetmez, onun uygulanabilirliğini de sağlamak gerekir ki o da belli bir hakimiyet alanı gerektirir.
“Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (Bakara, 2: 193) ayetinden yola çıkan Eliaçık “Eğer zalimden başkasına düşman olursan, suç işlemiş olursun. Sadece zulme ve zalime düşmanlık vardır.” demektedir. Söz konusu ayetin baş kısmı şöyledir: “Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın.” Eliaçık’ın aktardığı kısım ayetin son kısmıdır. Bir de şirkin de zulüm olduğunu kabul edersek acaba Eliaçık’a göre şirk de savaşın gerekçesi olabilir mi? Tabii ki olamaz. O zulüm ayrı diğeri ayrı! Bu durumda, “Röportajda görseydim mutlu olacaktım.” diyeceğim şu sorunun cevabıdır: “Hz. Peygamber (s) Kâbe’deki putları niye oradan çıkarıp putperestlere başka bir yerde putperestliklerini sürdürme imkânı tanımadı?”
Eliaçık Davud kıssası[2] hakkında da şöyle demekte: “Gerçek haset, zenginin biriktirdikçe, diğerlerin[in] elin[dekin]e de göz dikmesi her şey bende olsun, herkes benim kölem olsun, alanın tek sahibi ben olayım.” demesidir. Davut kıssasında geçen doksan dokuz koyuna bir koyun olayında anlatılan da (Sad, 38: 21-25) budur. Adamın doksan dokuz koyunu var, diğerinin bir koyunu var. Doksan dokuz koyunu olan bir koyunu da almak istiyor. O da benim olsun diyor.” Halbuki bu kıssada doksan dokuz koyunu olan adam yerilmemekte, aç gözlü diye kınanmamakta. Aksine tek koyunu olan adamı dinleyip doksan dokuz koyunu olan adamı dinlemeden hüküm vermesinin ardından imtihan edildiğini düşünüp bağışlanma dileyerek secdeye kapanan Hz. Davud.
Eliaçık’ın sözleri “ideolojik Kur'an okumalarına” güzel bir örnek. Yoksa röportajın sonundaki “İşin dervişliği de bize kaldı. Sufiliği de biz temsil ediyoruz.” sözlerini sufi kesimlerle onun arasındaki “ayetleri okuma biçimi paralelliği” şeklinde mi almalıyız?
[1] Eliaçık’ın röportajda ayete verdiği mealde adaletle (قِسْطِ) kısmı “adalet ve eşitlikle” şeklindedir.
[2] Davud kıssasına dair Eliaçık’ın Yaşayan Kur'an adlı eserindeki diğer yaklaşımları hakkında bir eleştiri için bkz. Sarmış, İbrahim, Rivayet Kültürü ve Yanlış Din Anlayışı, Düşün Yay., İst., 2011, s. 303-304.