Adnan Ağırbaşlı

Adnan Ağırbaşlı

Sarıhafızlar’dan Kapı Camii İmam ve Hatibi Vehbi Hoca’nın oğlu, örnek, başarılı mimar, talihsiz siyasetçi Adnan Ağırbaşlı

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE


Adnan Ağırbaşlı


 


9 Kasım 1937 günü Konya’nın seçkin, tanınmış, saygın ailelerinden Ağırbaşlı ailesinin dördüncü çocukları Adnan dünyaya gelmişti. Baba Vehbi Hoca ile anne Hayriye Hanım o gün dördüncü çocukları Adnan’ın dünya gelişi ile evlerinde bayram sevinci yaşıyorlardı. Ailenin ilk çocuğu Halil, ardından Hilmi ve kız çocukları İlhan’dan sonra minik Adnan da yuvaya katılmıştı.


KAPI CAMİİ ŞERİFİ’NDEN


SARIHAFIZLAR’DAN


VEHBİ HOCA’NIN OĞLU ADNAN…


Adnan Ağırbaşlı, Sarıhafızlar diye bilinen ailenin en küçük yavrusudur. Baba Vehbi Hoca Kapı Camii Şerifi’nde, babadan oğla imam ve hatiplik yapan, 1958 yılında ise vefat eden saygın bir isimdir. Vehbi hoca aynı zamanda Konya’nın ilk üniversitesi olan Mektebi Mülkiye’de okumuş ve ayrıca müderrislik payesi de almıştır. Malum müderrislik medrese eğitiminde bugünkü profesörlük anlamındadır.


ARSAMIZIN BİR KISMINI BELEDİYEYE


VERDİK VE AÇILAN SOKAĞA


AİLEMİZİN ADI VERİLDİ


İsmet Paşa İlkokulu’nun arkasında Sırçalı Mescid mahallesinde büyük bir bahçeli evimiz vardı. Ben bu evde dünyaya gelmişim. Daha sonra bu bahçenin bir kısmını belediyeye verdik. Sarı Hafız Sokak açıldı ve böylece ailemizin ismi sokağa verilmiş oldu. Gerek babam ve gerek dedelerim üç nesil boyu Kapu camiinde hatiplik yapmışlardır. Mahmut Şevket Paşa İlkokulu’nu, yani Çukur Mektebi ardından Karma Ortaokulu’nu ve daha sonra da Gazi Lisesi’ni bitirdim


ÇOBAN AZİZİYE CAMİİ’NİN ORALARDAN


İNEKLERİ EVLERDEN TOPLAYARAK


OTLATMAYA ÇIKARTIRMIŞ


1937 yılında mahalleye elektrik yeni gelmiş. O zamanın Konya’sında düzen ve yaşam köylerde ne yaşanıyorsa Konya’da da aynıymış. Çoban, Aziziye Camii’nin oralardan başlayarak her evden inekleri çıkarır, onları toplaya toplaya gelir, bizim evin önünden de alır, Aslım çöplüğünün olduğu tarafa doğru sürüyü götürürmüş. Bizim çocukluğumuzda her taraf paf paf tozdu. Top oynarken ayaklarımızın içine toz dolar, ama biz daha sonra ayakkabılarımıza dolan tozları çıkarırdık. Bu bizim için çok büyük bir zevkti.


BANA HAYAT VEREN


İNGİLİZCE HOCAMIZ


NAİME TÖMEK HANIMEFENDİ İDİ


Zaman içerisinde ortaokula gittik. Bana hayat veren Naime Tömek hanımefendidir. Halen sağ olan hocamız İstanbul’dan İngilizce hocası olarak ilk defa şehrimize gelen bir hocamızdı. Onunla okuduk, lise mezunu olduğum zaman da ODTÜ’yü kazandığım zaman da yabancı dilim süperdi. Oysa o yıllarda İngilizcesi iyi olanların yüzde 99’u kolej mezunlarıydı. Oysa ben lise ve düz ortaokul mezunuydum. Bu başarımı bu hocamıza borçluyum.


O ÇOK SERT YAPILI BABAM YALVARIR,


AMA ANNEM TOZLARIMIZI


YIKAMADAN EVE ÇIKMAMIZA


ASLA İZİN VERMEZDİ


Çocukluk yıllarında o toprak toz içinde aylaklarımızı pat pat diye vuruşumuzu hiç unutamıyorum. Akşama kadar oynardık, daha sonra akşam olunca eve geldik mi mutlaka yıkanmamız, tozlardan kurtulmamız gerekirdi. Evimiz haremlik selamlıktı. Haremde biz otururduk, selamlık ise misafirlerimiz içindi. Annem elimizin ayağımızı yıkamadan yukarı çıkmamıza asla izin vermezdi. O çok sert bir adam olan babam bile anneme çocukları sıkma yukarı çıksınlar da ondan sonra yıkasınlar dediği zaman annem babamı kesinlikle dinlemez mutlaka bizim temizliğimizi aşağıda yapmamızı sağlardı. Babam yalvarsa da annem ona da izin vermezdi.


KONYA’DA RÜŞTÜ ÖZAL


İLE DEĞİŞİM YILLARI BAŞLADI


Daha sonraki yıllarda Konya’da değişim başladı. Derede elektrik santrali vardı. Rüştü Özal dönemi. Daha sonraki yıllarda İmar İskan Bakanı olan bu isimle şehirde değişim başladı. Bu dönemde yolların yapımına ağırlık verildi. İyi çok iyi bir belediye başkanıydı.


ŞAHİN SİNEMASI’NDAKİ MEVLANA


TÖRENLERİ İÇİN BİLET ALDIM AMA


Lise yılları ile ilgili ilginç bir hatıram var. Belediye Başkanı o dönem İbrahim Aşçıgil’di. Çelebi bir insandı. Hani İstanbul beyefendisi derler ya kendisi de Konya çelebisi idi. Lise son sınıfta idik. Lise son sınıfta yatılı okuyordum. Çünkü babam benim notlarımı kırık görmüştü. Oysa notlarım 9- 10- 9- 10- 10- 7 idi. Babam kızdı ve bunların hepsi 10 olacak dedi.


O yıllarda en büyük olay Mevlana ihtifalleri idi. O zamanlar bütün öğrencilere gündüz yeri verilirdi. Biz olmaz dedik. Ben Belediye başkanınızı tanıyordum. Kendisine gittim kıdemli öğrenciler protokolde otursun dedim, diğer okullara karışmayız ama bizim okulun kıdemlileri protokolde otursun dedim. Başkan da beni kırmadı ve bizim okulun kıdemlileri için 2 loca verdi. O zaman Şahin Sineması’nda ihtifaller yapılırdı. Biz loca biletlerini aldık ve Başmüdür muavini Turgut beye gittim kendisine verdim, ben gitmem dedi. Canı sıkıldı “siz ne yaparsanız yapın ben gitmem” dedi. Bir öğretmenimize daha söyledik, o da gitmedi. Ertesi gün törenlere biz gittik ve locada izledik. Ama bir gün sonra disiplin kurulu toplanmış ve bizim okuldan atılmamıza karar verilmiş. Uzaklaştırma vermeye karar verdiler biz iki üç gün okula gitmedik. Arkadaşlar da o uzaklaştırılırsa derslere girmeyiz demişler. İki üç gün gitmedik, ama okulu pekiyi ile bitirdim. Yıl 54-55’ti.


HİLTON’A TORPİL İLE GİRİNCE


BENİ MİT AJANI SANDILAR


İngilizcem çok iyi olduğu için onun sayesinde Hilton’a girdim. Hilton’da gazeteci Münir Süleyman Çapanoğlu ile tanıştım. O sıralar Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne gidip geliyordum. Eczacılıkta bir yıl okudum. Hilton’un Genel Müdürü Nazif Bölükbaşı idi. Onun hatırına Hilton’a girdim. Halbuki orada kadrolar dolu idi. Ve onların hepsi de sınavla girmişlerdi. Ama ben gerçekten torpil ile girmiştim, evet ama ben gerçekten o gazetecinin torpili ile girmiştim. Oysa beni mit ajanı filan sandılar. Burada kazandığım pratik ile ODTÜ’de çok rahat ettim.


ODTÜ’YÜ TÜRKİYE DÖRDÜNCÜSÜ


OLARAK KAZANMIŞTIM


ODTÜ sınavını 1956 yılında Türkiye dördüncüsü olarak kazanmıştım. ODTÜ Mimarlık fakültesinden 1961 yılında mezun olduktan sonra Türkiye’nin birçok yerinde proje ve inşaatlar yaptım


AHMET HİLMİ NALÇACI


ŞEHRİN KADERİNİ DEĞİŞTİRDİ


Üniversiteye gidiyordum. Tatil için Konya’ya geliyordum. Şehir artık yavaş yavaş şehir havasına giriyordu. ODTÜ’de öğrenci olduğum için bazı şeyleri gelişmeleri de daha net olarak görebiliyordum. Ama en başarılı dönem Nalçacı dönemiydi. Planlı gelişme yapıldı. Belediyenin o zamanlar maliye açısından imkanları rahat değildi. Belediye meclisi üyeleri İller bankasına giderek şehircilik yarışmasını Konya’ya alın dediler. Para pul istemiyoruz yeter ki bu yarışmayı Konya’da yapın, program masrafları bize ait dediler. Şehir plancılarının yaptığı maket planlar, detay planlar uygulamaya konuldu, ama Nalçacı ne zaman rahmetli oldu işte o zaman her şey durdu. Kimler geldi kimler geçti. Ne yapılırsa yapılsın maalesef Konya eski halinde kaldı.


ODTÜ’DE TALEBE BİRLİĞİ


BAŞKANLIĞINI YAPTIM


Uzun süre siyasetten uzak kaldım. ODTÜ’de Talebe Birliği Başkanı oldum. Ekrem Alican’ın  Yeni Türkiye Partisi’nin Gençlik Kolları Başkanı olmam istendi. Kabul etmedim. ODTÜ’de staj yapıyordum. Ama biz stajda resmen kazma kürek kullanarak bu işi öğrendik.


OKULU BİTİRDİĞİM ZAMAN


AMERİKAN ÜSSÜNDE KONTROL


MÜHENDİSİ OLARAK ÇALIŞTIM


1971 yılında Konya’ya döndüm. Oradaki bütün işlerimi enişteme bırakmıştım. Atatürk müzesinin orada oturmaya başladık. Sanayi çarşıları, apartman daireleri, büro ve binalarına kadar pek çok çalışmaya imza attık. Türkiye’de sicil numaram 1678’di. Hedefimi koydum, 46 milyon 40 bin kişiye ulaşmanın mücadelesini verdim. Okulu bitirdiğim zaman ise Amerikan üssünde kontrol mühendisi olarak çalışmıştım.


SÖZLEŞME TASLAĞINI KİMSE


İMZALAMAYINCA BEN İMZALAYIVERDİM


Daha sonraki yıllarda kayınpederim olacak olan M. Ali Anapalı’nın Şükrü Doruk’un orada 3 evi vardı. Müteahhide veriyorlardı. Sözleşme yapılması için benden fikir almak istediler. Zaten Ankara’da ben bu işi yapıyordum. Bayram için Konya’ya gelmiştim, bir sözleşme taslağı hazırladım.  Form şirketinin sahibi Kasap Hazım Nuri Küçükköylü “Böyle mukavele, sözleşme olmaz” demişler, imzalamamışlar. Bunu hazırlayan kimse o imzayı atsın demişler. Sıkıysa kendisi yapsın demişler. Ben de imzayı attım.


64’TE OLCAY ANAPALI HANIM


İLE DÜNYA EVİNE GİRDİK


Dükkânımız Larende caddesindeydi. Kiracı zorluk çıkarmış, babamı üzüyordu. Bir avukat tutmamız gerekti. Avukat Vehbi hocayı üzmeyelim, ona haksızlık yapmayalım demiş. Biz ona karşı dava açmayız demiş. Babam sempati kanalı ile işin üstüne gitti. Ben Ankara’da çalışıyordum. O tarihlerde Ankara’nın en iyi bürolarından birine sahiptim. Kayınpederin kızı varmış. Nejat Gürsoy, Göksel Arsoy’un kız kardeşi ile evlenmiş, onların nişanına gitmiştik. Nejat’ın kardeşi bizim müstakbel hanımın arkadaşı imiş, orada hanımı gördük.


13 Ağustos 1964’te Olcay Anapalı ile evlendik. Nikah şahidimiz Sedat Çumralı ve İmar İskan Bakanlığı Genel Müdürü Talat Güreli’ydi.


KONYA’NIN BÜYÜMESİ


UZUN SÜRE YAVAŞLADI


Bugüne geldiğimiz zaman aslında Konya’nın planlaması çok büyüdü. Büyükşehire, metropole uzun süre geçilemedi. Eğitimde bütün çocukların aynı okula gitmek istemelerini engelleyip daha değişik liselere gitmeleri sağlanamadı. Sağlık tesisleri idare mekânlar ticari merkezler hep aynı şekilde tamamlanamadı. Bunlar uzun süre yavaştı.


Bu evlilikten Vehbi ve Mehmet isimli iki çocuğumuz oldu. Vehbi ekonomi eğitimi aldı. Mehmet ise Marmara üniversitesinde profesör kardiyolog. Vehbi’den Olcay ve Adnan Mehmet’ten ise Adnan Ali isimli üç torun sahibiyiz.


SİYASETTEN UZAK KALMAMIN


İKİ NEDENİ VARDI


Siyasetten uzak kalmamın sebebi ise değişiktir. Birinde Cumhuriyet Halk Partili bir vekilin haksız olarak benim almam gereken bir işi kendine alması ikincisi ise Ankara’da iken AP’li bir bakanın bana yaptığı haksızlık beni politikadan adeta uzak durmaya çalıştırdı.


SÜLEYMAN DEMİREL KIRILAN VAZONUN


PARÇALARINI YAPIŞTIRMAMI İSTEDİ


1973’te Adalet Partisi hezimete uğramıştı. 2 vekili zor çıkarmıştı. 74 Şubat’ında Derviş Sinangil’in evinde Vefa Poyraz’ın başkanlığında toplandık. Partiyi yeniden organize etmeye çalışıyorduk. Vefa Poyraz Köy Hizmetleri Bakanı’ydı. Vefa bey ertesi günü beni görmek istediğini söyledi gittim. İl başkanı olmam için bana davette bulundu. Ama ben daha partinin kapısından içeriye girmemiştim. Bana “Bu kadar inşaat yaptınız, şimdi de bu görevi üstlenin “ dedi. Daha sonra Süleyman Bey’e gittik. Süleyman beyd e aynı şeyi söyledi. Süleyman Bey bana “Ben sana reçeteyi vereceğim. Bak bir kristal vazo vardı, bu DP’ydi. Vazo kırıldı. Birçok arkadaş dağıldı. Sen şimdi bütün parçaları kırık parçaları toplayacaksın, yapıştıracaksın. Acemilik dönemini atlatman için sana öyle uzun bir süre vermeyeceğim” dedi. Ben de tamam dedim ve bu görevi daveti  kabul ettim.


KONYA’YA DÖNDÜĞÜM ZAMAN


MUSTAFA GÜZELKILIÇ’I MERKEZ


İLÇE BAŞKANI OLARAK BULDUM


Yalnız ben kendi çalışacağım arkadaşları müsaade ederseniz kendim seçeyim dedim. O da bana tamam dedi. Ama buraya gelince tekrar dönünce gördüm ki benden önce Merkez ilçe Başkanlığı’nı Mustafa Güzelkılıç’a vermişler. Buna rağmen kendimi artık partiye adadım. Çeşitli araştırmalar yaptım. O ana kadar partiye hizmet etmiş etmemiş kişileri tek tek buldum. Bloknotları isimlerle adeta dolduruyordum. Günlerce notlar aldım. 100’er kişilik listeler yaptım, hem de bloklar dolusu. Listelerde yeni yeni yönetimler oluşturdum. Artık bir ismin yedi sülalesini biliyordum.  Bilmediğim konuları danışıyordum.


KAZANDIĞIMIZ BİR SEÇİMİ


MSP’NİN SAHTE MEKTUPLARI


YÜZÜNDEN KAYBETTİK


48 bin oy 73’te almışız. 74 Şubat’ında iş başı yaptık. 75’te senato seçimi vardı. O seçimde parti olarak oyumuzu 110 bine çıkardık. Biz bu kadar oy aldığımız halde MSP’nin sahte mektuplarla, adaylarımız hakkında bir takım mektuplar ortaya çıkardığını iddia etmeleri bizi çok etkiledi. İşte ne yazık ki o olayların mağduru ben oldum.


PARTİCİLİK YAPMADIM


GÜZEL İŞLER YAPANLARA


HEP DUA ETTİM


Particilik yaparken, yağcılık yapmadım. Ne problem olursa olsun hepsini karşılamaya çalıştım. Kendi kendimize iş yapıyoruz diye uğraştım, güzel işler için Belediye başkanlarına dualar ettim. Elektrik, su, yol, her tarafa götürmeye çalıştık. Üzülmemeye uğraştık.


KANALETLERLE SULAMAYI


ANTALYA’DA GÖRDÜM


Bir gün ODTÜ ile Antalya’ya gittik. Menderes’in tayin ettiği bir vekil vardı. Alanya’da oturuyordu, şimdi rahmetli oldu, Ahmet Tokuş. Orada kanaletlerle sulamayı ilk defa gördüm. Biz de bu kanaletlerle sulama yapalım diye düşündüm. Biz bu sulama ile bölgemizdeki su sıkıntısını giderirdik. Süleyman beye çıktım Gödet barajını söyledim. Konya’nın en önemli meselesi su dedim. Mesela Beyşehir gölünün suyu en büyük kaynaktı. Tüneller aracılığıyla Manavgat suyunu buraya pompalayalım dedim. Çünkü buranın yüzeyi daralıyor, arazi kuruyordu. Yeraltı mağaralarının ağçı ortaya çıkıyordu. Pompa ile buraları sulasaydık buraları kurtarabilirdik. Asıl büyük projelerimizden biriside Kızılırmak Fırat projesi idi. Bu da seçim bildirgesinde vardı. Süleyman Bey DSİ Genel Müdürü iken burayı biliyormuş bir gün gittiğim zaman bana o büyük kitaplığının ortasında bir yeri işaret ederek bana şu yeşil dosyayı getir dedi. Gittim getirdim açtım. Bu dosyada bizim dediğimiz konu burada idi. O büyük bir iş idi ve 10 milyar metreküp su kazanacaktık. Daha sonra Adıyaman, Malatya, Gerze, Samsun, Sinop, Antalya, İzmir, Ankara ve Kütahya’da kamu sektörü ile pek çok mimari proje yaptım


SİYASETTE ŞANSIZLIKLAR YAŞADIM


Şansızlıklar yaşadık. Ömer Şeker ile Vefa Tanır seçilmişti. Bana seni 2. bölge adayı yapalım dediler ben istemedim. 1. bölgeyi istedim. Kabul etmediler. Eğer adaylığımı koysaydım ben de girecektim. Son olarak Saadet Bilgiç bey resmen bana aday olmamı söyledi, hak etmedim dedim. Ve bunu kabul etmedim.


SÜLEYMAN BEYİ KIZDIRINCA


Bir gün Süleyman Demirel beyin başkanlığında toplanmıştık. DYP kurulmuştu. 25 Mart 1984’te Belediye Başkanlığı seçimleri vardı. Herkesin görüşleri alınıyordu sıra bana geldiği zaman ben bu seçimlere katılmamayı teklif ettim. Süleyman Bey bana çıkıştı “hayır” dedi “Seçime girmeyen parti mi olur?” deyiverdi. “Genel seçimlere giremedik, mecliste olmayan partiye vatandaş oy vermez” dedim. “Güdük kalacağız” dedim. SHP’de de bu eğilim var. Biz de bunlarla birlikte seçimlere girmeyelim dedim. Kabul etmedi. İbrahim Nurullahoğlu adayımız oldu. Osman Bölükbaşı bir gün yine o makamda orada. Süleyman kendisine de aynı konuyu sorunca “darılma ama ben bu genç mühendise katılmıyorum” dedi. Süleyman bey kızarmıştı.


DAÇA’DA ÇEKTİĞİM FOTOĞRAFLAR


Fransızca okumadım almanca okumadım ama Fransızca”yı pratik yaparak öğrendim. Rusya”ya gitmiştik. Daça’da Stalin”in yazlığı vardı. Rehbere dönüşte beni Daça’da bırakın dedim. 2 kişi zorla indik. Rehber gidemezsiniz fotoğraf çekilmez diye benimle iddia etti. İndikten sonra yürümeye başladık karşımızdan iki kadın geliyordu Daça’yı onlara da sordum yaşlı bir kadın bizim oraya yürüyerek gideceğimizi söylese de peki dedim ve arkamızı dönerek tekrar Daça’ya gitmek için yürümeye başladım yaşlı kadın arkamızdan geldi daha sonra oradan bir araba çağırdı ve bizi arabaya aldı meğer o kadıncağız Daça müzesinin müdürü imiş. Gittim fotoğrafları çektim. Kapıları açtı resimleri çektim otele dönerken de bir fotoğrafçıya fotoğrafları bastırdım ve otele giderek rehberin önüne koydum.


OKUMAK VE YABANCI DİL


EN BÜYÜK MERAKIM

En zor iş boş oturmak. Allah’tan hiç boş oturmadım. Ama elimden ne gelirse bir şeyler yapmaya çalıştım. Okumaya merakım var. Rahmetli babamdan dolayı okumayı çok severim Ortaokulda kütüphane kolu başkanı idim. Karma Ortaokulu’nun kütüphanesinde 3 bin 25 kitap vardı ben bunların çoğunu o zaman okudum. Okumanın dışında yabancı dil merakım vardır. İtalya’ya giderken tarih hocasından önce gemide konuşurken ezberlerken öğrendim indiğimiz zaman pratik olarak İtalyanca konuşabiliyordum artık. 5- 10 gün sonra ise politika ve ekonomi tartışabiliyordum yıl o zaman 1958 idi.