Ahmet İçyer

Ahmet İçyer

5 yaşında babasız kaldı, tezgahtarlık yaparak öğrenimini sürdürdü ve gazete ilanı ile muhasebeciliğe başladı... İşte Türkiye'nin en genç oda başkanı seçilen başkan...

1960 yılının 18 Ağustos'unda sıcak bir yaz günü dünyaya gelen Ahmet İçyer için kader çocukluk ve gençlik yıllarında birbirinden zorlu açlık yokluk dolu yıllar için ağlarını örecekti. Çünkü 5 yaşında talihsiz bir trafik kazasında babasını kaybedecek olan küçük Ahmet ve iki ablasının eğitimi için anne Yadigar hanım üç yetim yavrusuna hem analık hem babalık yaparken aynı zamanda onların iyi birer geleceğe sahip olmaları için gecesini gündüzüne katacak hatta kalp hastası olacaktı.


İsterseniz önce 1965 yılına gidelim ve Adliye mübaşiri olan baba Mustafa İçyer'in Alaaddin bulvarında Sertel apartmanı önünde meydana gelen korkunç bir trafik kazasında hayatını kaybetmesiyle biricik eşini ve ikisi kız üç çocuğunu yetim bıraktığı güne gidelim. Evet o kara gün İçyer ailesi için çok zorlu çile dolu yılların da başlangıcı oluyordu. Ev hanımı olan anne Yadigar İçyer artık evinin reisini biricik hayat arkadaşını kaybetmiş üç minik yavrusu ile başbaşa kalmıştı. Acısını gözyaşını içine akıtarak yavrularına sarılan Yadigar hanım, ne yapıp yapıp üç çocuğunu okutacak onların kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacaktı. O günden sonra Yadigar hanım, üç minik yavrusunun artık hem annesi hemde babası idi.


Ferhuniye Mahellesi'nin minik Ahmet'i


Ahmet İçyer minik cılız ve minyon yapısı ile Adliye binasının arkasındaki Ferhuniye mahallesinin de adeta maskotuydu. Babasızlığın boynunu büktüğü Ahmet, Gazi Mustafa Kemal İlkokuluna başlamıştı. Daha sonra sırası ile Atatürk Kız Lisesi orta kısmı ve Atatürk Kız Lisesi'yle Gazi Üniversitesi İktisadi ve Ticari İlimler Fakültesini başarı ile bitirecekti.


Özcan Dolapoğlu ve Bülent Orman ile başlayan okul yılları


İdealist eğitimci Sevim Büyüksemerci hanımefendinin sınıfında bugün görev yapan Konyamızın iki değerli insanı Özcan Dolapoğlu ve Bülent Orman gibi pek çok minik arkadaşı ile beraber olan Ahmet İçyer çocukluk yıllarında olduğu gibi yine sınıfın en küçük öğrencisiydi.


Anne sırtında atkının altında okul yolu


Ahmet İçyer'e ilkokul yıllarını hatırladığında aklına o sert ve yağışlı, aylarca karın kalkmadığı kışlar geliyor. Minik Ahmet'i okula giderken ayazdan korumak isteyen anası onu sırtına alıyor, atkısını hem kendi üstüne hem de yavrusunun üstüne örtüp okula kadar oflamadan bir solukta götürüyordu.


Dersini yapmadığını görünce anası öğretmenlerine gider


Evde iki ablası her gün düzenli olarak harıl harıl ders çalışırken, Ahmet hiç ders çalışmadığı gibi defterin kitabın yüzünü dahi açmamaktadır. Ama bütün bu tembelliğine rağmen sınıflarını teşekkür ve takdirle geçmektedir. Oğlunun evdeki bu haline kızan anne, bir gün veli toplantısında Ahmet'in öğretmenlerine çıkışır: Bu çocuk nasıl sınıf geçer? Evde tek kelimle ders çalışmaz ödev yapmaz.Ya kopya çekiyor ya da siz bunun farkında bile değilsiniz, der. Ama Ahmet'in zeki ve dersi derste hallettiğini anlatan öğretmenleri binbir güçlükle anneyi ikna ederler ve evine gönderirler.


İlk sıranın değişmez öğrencisi


Ahmet hızla geçen yılları arkada bırakırken artık ortaokul öğrencisidir. Ama yine küçük ve cılız fiziği ile okulun en kısa boylu öğrencisidir. Bu yüzden de hep ilk sırada oturmaktadır. "En büyük özlemim arka sıralarda oturmaktı" diyen İçyer, "Okulda öyle arkadaşlarımız vardı ki her gün sakal tıraşı oluyorlardı. İçlerinde askerliklerini bile tecil ettirenler vardı. Mesela  Çolak Bayram Manav ile aynı dönemde okuduk. Müdürümüz rahmetli Nazire Uslu, Müdür Muavinimiz Ahmet Demirbaş'ın himayesinde hem haylazlık yaptım hem de sınıflarını takdirnameler alarak geçtim, diyor.... 


Kasapoğoğlu Manifatura'da tezgahtarlık


Orta birinci sınıf öğrencisi olduğu yıl okul tatil olur olmaz soluğu o dönemin en köklü ve tanınmış esnaflarından Ulvi ve Nevzat Kasapoğlu kardeşlerin yanında alan Ahmet için artık tatil yoktur. Çünkü her yaz okulun bittiği gün Tevfikiye Caddesi'ndeki toptan manifaturacı dükkanının yolunu tutan Ahmet İçyer, okulların açılacağı güne kadar tezgahtarlık yapmaktadır. O yılları anlatırken şöyle diyor: Hep bana az para verildiğini, çalışmamın karşılığını alamadığımı düşünürdüm. Ama ne zaman okullar açılır üst baş, gömleklik kumaş terzi parası, defter ve kitaptan dolma kalemimin mürekkebine kadar bütün ihtiyaçlarımızı bu büyüklerim karşılayınca yanıldığımı anlıyordum.


Ezber derslerini hiç sevmedim


Okul yıllarında fizik matematik biyoloji gibi dersleri çok severken ezbere dayanan dersleri hiç sevemedim. Lisede ise 2 bini aşkın kız öğrencinin arasında 10-15 erkek öğrenci idik. Sınıflarda ise bir iki erkek öğrenci idik. Okulumuz kız lisesi olduğu için o yaşlarda kız arkadaşlarımızı diğer okullardan gelen ve okulun önünde bekleyen erkeklere karşı koymayı öğrendik. Onları sahiplendik. Kız arkadaşlarımızı okulda hep siyah önlüklü olarak gördüğümüz için çarşıda pazarda allı güllü elbiselerle gördüğümüzde tanıyamazdık.


Kısa saç ve kravata alışamadım


Okul yıllarında kısa saç ve kravata hiç alışamadım. Saçımız uzun olduğu için önce saçımızın bir yanına makas atılırdı. Uzun saçlarımızla orayı kapatırdık, ikinci tarafına makas atıldığı zaman yine örtebilirdik. Ama üçüncü kontrolde makası yediğimiz zaman örtemeyince mecburen gider saçlarımızı kestirirdik. Bir keresinde kravatsız olarak ikinci kattaki pencereye tırmanmak üzere iken öğretmenlerimiz görünce aşağıya düşmüştüm


Lise son sınıfta yalnız kalınca...


Öğretmen okulunu bitiren iki ablasının tayinleri Beyşehir'in Burunsuz köyüne çıkınca iki kızını yalnız bırakmak istemeyen anne de kızları ile birlikte bu köye gitmişti. Genç Ahmet artık evde yalnız kalmaktadır. Ama sabahları okula gitmek için uyanamayınca son sınıfta Biyoloji dersinden ikmale kalmıştır.


Kimyadan nasıl ceza aldım


Ahmet İçyer lise ikinci sınıf öğrencisi bir delikanlıdır artık. Bir gün kimya dersinden test edilirler. Test modeli sınav, o yıllarda Türkiye'de yeni yeni uygulamaya başlamıştır. Koskoca sınıfta iki kişi başarılı olur. Diğerleri hep zayıf almıştır. Ama daha sonra Ahmet İçyer de arkadaşı da bunun bir tesadüf olduğunu öğrenirler.Çok geçmeden öğretmenleri de bunu fark eder. İki afacan ikinci yazılıya girmezler ve kaçarlar. Ama artık cezaları da belli olmuştur. Yıl sonuna kadar her yeni ders konusunu bu iki kafadar sınıfa anlatacaklardır.Ve ikisi de okul bittiği zaman kimyayı su gibi öğrenmişlerdir.


Vali muavininin oğlu şort giyince


Anlatıyor İçyer: Atatürk Kız Lisesi'nde öğrenciyiz. Dışarıdan erkek öğrenciler ya nakil olarak gelmekte ya da çok başarılı öğrenciler okula alınmaktadır. O yıl da  bir Vali muavinimizin oğlu olan Alp gelmiştir. Alp çok rahat bir öğrencidir. Bir gün bahçede basketbol oynamak için şortla çıkınca ortalık bir anda karıştı. Bütün kızlar kapılardan pencerelerden ıslıklar çalarak Alp'i protesto ettiler... 


Komşumuz Yahya bey'in yüzünden muhasebeci oldum


Komşumuz Yahya bey Ova Un Fabrikası'nın muhasebe müdürüdür. Yaşantısı ve geliriyle annemin dikkatini çekmiştir.Annem de sürekli benim muhasebeci olmamı ister.Oysa okul tatillerinde hep manifatura dükkanında çalışmakta ve tezgahtarlık yapmaktaydım. Büyüdükçe çektiğimiz yükler de ağırlaşmaktadır. Hatta bazı arkadaşlarımızın omuzları yük taşırken çıkmıştır. Ben omuzum çıkmasın diye her iki omzumla yük taşımayı öğrenirken yavaş yavaş da dükkanın muhasebe işlerine yardım etmeye başladım. Bu benim mesleğe belki de ilk adımlarım oluyordu.


Ankarada'da tezgahtarlığa devam ettim


Üniversite sınavlarına girerken artık muhasebeci olmaya karar vermiştim. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni kazanınca yine Ulvi ve Nevzat Kasapoğlu tarafından Ankara'nın çok katlı ve en büyük binası Anafartalar İGS binasında tezgahtarlığa başladım. Sabahtan akşama kadar burada çalışıyor, akşam ise okula gidiyordum.


Manisa yurdunu terkettiğimiz gece binayı taradılar.


O yıllar Türkiye'nin sağ ve sol çatışmaları ile en kara ve kanlı yıllarıdır. Ahmet İçyer o yıllar dediğimiz zaman aklına gelen ilk olayını anlatır: Bu olaylar yüzünden annem okumamdan bile vazgeçmişti. Benim artık sadece sınavdan sınava girmemi istiyordu. Ben ise Cebeci Manisa erkek öğrenci yurdunda kalıyordum. Herkes olaylardan korktuğu için sütunların arkasındaki yataklarda yatarken ben ve bir arkadaşım camın önünde yatıyorduk. Bir gün yenilenen Konya Yurdu'na gitmek için sabah 6'da yurttan kaçtık. O gece bizim kaldığımız yurt otomatik tüfeklerle taranmış. Ve bizim bulunduğumuz camlar tamamen kurşunlanmış.O gece oradan kaçmasaydık belki bugün yaşamıyorduk


Komando olmak istediğim zaman yüzbaşı boyumu kontrol etti


Bir paşanın yeğeni olmama rağmen bu komutanın yanında değil komando olarak askerlik yapmak istiyordum.Bunu bize imtihana alacak olan yüzbaşıya söylediğim zaman bana inanamadı ve benim masadan iki adım uzaklaşmamı isteyerek boyuma bosuma bir kez daha baktı. Eğridir Dağ Komando okuluna gitmiştim. Burada okulu ilk üç arasında bitirdim. Doğuya Güneydoğu'ya gitmek istiyordum ama bizim eğitimci olarak okulda kalmamızı ve yeni gelen askerleri eğitmemizi istediler. Okulda kalmıştık ama giden askerlerimizin şehit haberleri geldiği zaman kahroluyorduk. Bunlar askerliğimin en acı günleri oluyordu.


Gazete ilanı ile muhasebeciliğe başladım


Ben de askerlik sonrası bizim gibi az gelirli her aile çocuğu gibi devlet dairesinde çalışmak istiyordum. Ya da kendi büromu açmayı hayal ediyordum. Bir gün bir gazete ilanında 1. Organize sanayindeki Sezersan Ambalaj fabrikasına muhasebeci arandığını gördüm. Gittim. Süleyman Sezer bey beni karşıladı. Ona babası ile işi için görüşmek istediğimi söyledim. Meğer patron Süleyman Bey imiş. 35 yaşında fabrikanın sahibi patronmuş. Ertesi gün ben fabrikanın muhasebe müdürü olmuştum. 1.5 yıl sonra ise Tahir Paşa Camiinin orada ki Erdal İşhanı'nda ilk büromu açtım. Bürom küçüktü tuvaleti ve lavabosu bile yoktu.


29 yaşında evlendim.


1989 yılında 29 yaşında iken evlendim. Aynı zamanda öğretmen olan eşime geldiğim noktada çok şey borçluyum. Bugün üç çocuğum var. Lise ikinci sınıf öğrencisi olan Mustafa, 6.sınıf öğrencisi Yadigar Büşra ve ana sınıfına giden Baybora'nın da istedikleri okullara devam etmelerini ailelerine vatanına milletine hayırlı birer evlat olmalarını istiyorum.


En genç oda başkanı seçildim


1994 yılında Mali Müşavirler ve Muhasebeciler Odası'nın Disiplin Kurulu'na girmiştim. Başkanımız Yıldırım Beyazıt Akın idi. 1996'da oda başkanlığına seçildim. 35 yaşında 800 üyesi olan bir odanın başkanı idim artık. Türkiye'de ki 78 oda başkanı içerisinde en genç başkanı bendim.


Gönlümüzde hep Konya sevdası oldu


Oda başkanı olduktan sonra arkadaşlarımızla ekip anlayışı içerisinde hep Konya için çalıştık.Yaptığımız bütün mesleki çalışmalarda Konya'nın kazanımı için gayret gösterdik ve bunu her geçen gün büyütüyoruz.