Ahmet Şakat'tan Bahçeli'ye övgüler

Ahmet Şakat'tan Bahçeli'ye övgüler

Bahçeli'nin kendisi ve partisi için kullandığı "Yalnız Kurt" tanımının sahibi olan Ahmet Şafak MHP liderine övgüler dizdi.

Yazar ve sanatçı kimliğini bir arada tutma erdemliğini taşıyan ender isimlerden biri olan Yalnız Kurt Ahmet Şafak, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu değerlendirirken, Lider Bahçeli'nin de basın mensuplarıyla sohbet ederken telaffüz ettiği "Yalnız Kurt" sözünün anlamını tarif etti.

"Yalnız Kurt gelişi güzel seçilmiş bir kelime değil; "Yalnızız ama yolumuza devam ediyoruz", demenin izahıdır" diyen Şafak şunları söyledi: "MHP Lideri Bahçeli, Milletine yalan söylemeyen, milletine sırtını dönmeyen, otururken ayakkabısının tabanını değil, siyasetin yalanını değil, mülkün talanını değil, ne olacaksak beraber olacağız demenin sorumluluğunu paylayan bir devlet adamıdır. Böyle bir devlet adamının ve böyle bir kutlu yürüyüşün siyasi temsilcisinin adı elbette Yalnız Kurt olacaktır."

Bugün sizlerle ortaya koyduğu eserleri ile sanatçı duruşunun nasıl olması gerektiğini gösteren değerli sanatçı ve yazar Ahmet Şafak ile yaptığımız söyleşiyi paylaşacağım. Ahmet Şafak dendiği vakit beynimde ilk parıldayan onun bir fikir adamı oluşudur. Sesi ile milyonların yüreğine hitap ettiği gibi, yazdığı kitaplar, makaleler ve köşe yazıları ile toplumu aydınlatma konusunda büyük bir misyon yüklenmiştir. Sanatçı kimliğini duyarlılık temeli üzerine kuran Ahmet Şafak'a ilk sorumuzu Türkiye'nin şu an içinde bulunduğu genel durumu hakkında yöneltiyoruz.

YILDIRAY ÇİÇEK: Sayın Şafak, Türkiye'de şu an yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

AHMET ŞAFAK : Son derece dağınık bir kamuoyu. Bir bölümü dayaktan bezmiş, sindirilmiş; bir bölümü yıllardır hayal ettikleri gayri milli ortama yeniçeri askerliği yapan aydınlar güruhu. İsmi var cismi yok değerler manzumesi… Medya, haber değil şakşak peşinde. Büyük sermaye konsomatris ithamına sessiz. Milli üretim yok… Topluma millet olma değerleri değil kalabalıklaşmanın kuralları dayatılıyor.

Elli yıldan fazladır içinde piştiğimiz nemelazımcılık kazanında Türkiye kalkınıyor, 'bölgede etkili devlet oldu', hikâyesiyle dönüp duruyoruz. Sıfır sorunlu dış politika masalında Keşanlı Ali Destanı'ndaki mahalle kabadayısı kadar gerçeğiz. Türkiye Uruguay'dan kurbanlık alıyor, üç tarafı pamuk ovası olan ülke yüzölçümünün onda biri kadar olan Azerbaycan'dan pamuk istiyor.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Türkiye sanayileşmeyi bıraksın Avrupa'nın manavı olsun." dedi diye kovduğu iktisatçı Tornburg'u arayacak hale geldik. Hazır parayla geçinen ama sürekli borçları kabaran mirasyedi bir ülkeye döndük. Gazeteci, kalemini hacıyatmaz pozisyonunda tutmak için bin bir renge giriyor. Sanat, etik ve estetik değer arayışı yerine iktidarın akordu bozuk borazanı noktasına gelmiş durumda. İlham kaynaklarımız kurudu kuruyacak. İşte size hali pür melalimiz.

ÖZ GÜVENİN ADI

YILDIRAY ÇİÇEK: Sayın Şafak, MHP Lideri Devlet Bahçeli geçtiğimiz günlerde medya temsilcileri ile kahvaltılı bir basın toplantısı düzenledi. Orada yapmış olduğu konuşma içerisinde bazı medya kuruluşlarının MHP'ye yönelik tutumlarını eleştirirken, MHP'nin medyada fazla desteği olmadığını vurguladı ve "MHP Yalnız Kurt" diye bir değerlendirmede bulundu. Bazı medya kuruluşları sizin "Yalnız Kurt" isimli parçanızdan dolayı size yakıştırılan "Yalnız Kurt" sıfatınıza vurgu yaparak sizinle ilgili haber yaptı. Bu konu ile ilgili düşünceniz nedir?

AHMET ŞAFAK: Sayın Devlet Bahçeli'nin siyaset modeli bireysel varoluş içinde milli sorumluluk esasına dayanır. Yalnız Kurt deyimi tam da bu duruşun romantik izahı olarak anlaşılmalıdır. Bence Sayın Devlet Bahçeli'nin kendisini ve Milliyetçi Hareketi Yalnız Kurt imajı ile adlandırması öz güvenin eseridir. Kim nerede ve nasıl bir tutum takınırsa takınsın, biz yolumuzdan dönmeyeceğiz, yalnızken de kendi hikayemizin arkasında duracak sevdamız vardır demenin kısa izahıdır.

Sayın Bahçeli milletine karşı hizmet anlayışını bireysel bir sorumluluk duygusuyla karşılayan ama bu duygunun izahını çağlar içinden akıp gelen Türk'e has bağımsızlık anlayışıyla referanslayan bir felsefeye sahiptir. Yalnız Kurt gelişi güzel seçilmiş bir kelime değil; "Yalnızız ama yolumuza devam ediyoruz", demenin izahıdır. Devlet Bahçeli erdemle bilgiyi, sorumlulukla bağımsızlık esasını terkip eden tek siyasetçidir. Dürüst siyaset bedeli ne olursa olsun halkın hakkı olan siyasettir. Milletine yalan söylemeyen, milletine sırtını dönmeyen, otururken ayakkabısının tabanını değil, siyasetin yalanını değil, mülkün talanını değil, ne olacaksak beraber olacağız demenin sorumluluğunu paylayan bir devlet adamıdır. Böyle bir devlet adamının ve böyle bir kutlu yürüyüşün siyasi temsilcisinin adı elbette Yalnız Kurt olacaktır.
BAŞBAKAN ZİYA GÖKALP'İ NEDEN AĞZINA ALMIYOR?

YILDIRAY ÇİÇEK: Büyük fikir adamı Ziya Gökalp konusunda çok duyarlı biri olduğunuzu sizi tanıyan herkes bilmektedir. Size Ziya Gökalp'le ilgili çok önemli olduğuna inandığım bir sorum olacak. Referandum sürecinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın adeta bölücülüğün merkezi yapılmak istenen Diyarbarbakır'da bir mitingine şahit olduk. Başbakan Erdoğan o mitingde, kamuoyunda bölücü olarak bilinen sözde yazar, aydın, sanatçı vb. birçok isme sahip çıktı, onlar adına sıcak mesajlar verdi. Ama aynı zamanda Diyarbakırlı olan, Diyarbakır'ın her yerinde adı olan Ziya Gökalp'in adını dahi anmadı. Bu duruma sadece MHP Lideri Devlet Bahçeli "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu felsefesini dikkate alan Ziya Gökalp'ten niye bahsetmiyorsun?" sözleriyle tepki gösterdi. Bu duruma siz ne diyorsunuz?

AHMET ŞAFAK: Bakın, ben Sayın Başbakan'ın yerinde olsaydım Ziya Gökalp'i dilimden bir an bile düşürmezdim. Çünkü Ziya Gökalp hem muttaki bir Müslüman hem de büyük bir Türk Milliyetçisidir. Ben bu ülkede amir pozisyonunda olsaydım, Sayın Devlet Bahçeli'nin yönelttiği suali dikkatle dinler ve bir sosyal bilimci olduğu için kendisinden Ziya Gökalp hakkında bilgi alırdım. Sayın Devlet Bahçeli'nin uyarısı tarihidir ve milli birliğimiz açısından ilaç gibi bir ikazdır.

Çünkü merhum Ziya Gökalp hala Diyarbakırlıların iftihar kaynağıdır. Diyarbakır'daki evi hala bir müzedir. Son albümde eşi Vecihe Hanım'a sürgüne gönderildiği Malta'dan yazdığı mektubu okudum. Hiç bir insan şehrine duyduğu sevgiyi bu kadar içten ve yanık bir yürekle anlatamaz. Malta sürgününde ailesine ve vatanına duyduğu sevgiyi Diyarbakır'ı tasvir ederek anlatan bu büyük insan "Yurdum mesut olsun yuvam bahtiyar" diyerek bize müşfik ve insani bir vatan sevgisi bırakmıştır.

En kısa zamanda Sayın Başbakan'a bu albümü hediye etmeyi düşünüyorum. Diyarbakır'ı eğer Türkçülüğün Esasları'nı yazan Ziya Gökalp temsil etmeyecekse, söyleyin kim temsil edecek? Sayın Başbakan'a merhum Ziya Gökalp'in sürgünden döner dönmez Diyarbakır'a giderek çıkardığı Küçük Mecmua dergisini okumasını salık veririm. O dergiyi okuduğunda Diyarbekir'in ruhunu, etnik kompartımanlardan uzak bir kültür şehrini, bir medeniyet kozasını göreceğinden şüphem yok. Ve belki de Dicle Üniversitesi'nin adını 1960'tan sonra karar verildiği halde 1980 cuntasının kaale almadığı Ziya Gökalp üniversitesi yapmak üzere kararname çıkarır.
Ziya Gökalp bu ülkeye çok büyük hizmet etmiş kıymetli bir fikir adamıdır. Son yıllarda ölüm yıldönümlerinde TRT dahil hiçbir televizyon kuruluşunun anma programı yapmaması da dikkat çekicidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu iradesi Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak ve Türkçülüğün Esasları çerçevesinde teşkil olunmuştur. "Türklük benim hem mefkûrem hem de kanımdır" diyen bir büyük düşünüre saygı göstermek, geleceğimize şefkatle yaklaşmak demek olacaktır.

KAMPLAŞMA VE KUTUPLAŞMA YARATILDI

YILDIRAY ÇİÇEK: Türkiye her gün yaşanan siyasal ve sosyal gelişmelerden dolayı bir kamplaşma ve kutuplaşma zeminine doğru sürüklenmektedir. Mevcut iktidarın özellikle Kürt Açılımı ve referandum sürecinde ortaya koyduğu politikalar bu tür bir zemini güçlendirmiştir. Bu sürece "Beyler Bu Vatan Size Neyledi?" isimli bir eserle tavrını göstermiş birisi olarak, nasıl bir yorumda bulunursunuz?

AHMET ŞAFAK : Türkiye bir eksen değişikliği ile kara Avrupa'sı sisteminden çıktı ve Anglo-Amerikan sistemine girdi. Anglo-Amerikan sistemi Ortadoğu'yu Balkan'laştırmak istiyor. Bu sebeple milli -üniter yapı açısından sağlam bir devlet yapısına sahip Türkiye dönüştürülmek isteniyor. Milli devletin alternatifi federasyondur. Özal'dan bu tarafa tartışılan bir alternatiftir federasyon.

Federasyon, Türkiye'nin milli devlet yapısında gizlenmiş olan emperyal yeteneğini yok etmeye mütemayil bir prangadır . Bu yüzden açılım projesine yıkım demek vehim değildir. Şimdiki süreç "üttürükütürk" sürecidir yani Türk'ü terket sürecidir… Türk Devlet geleneğini bu topraklardan silip atmak ve milli devlet idealini milletten soyutlamak çabası bariz bir politika haline gelmiştir. Bu yüzden "Beyler Bu Vatan Size Neyledi?" şarkımla bin yıllık devlet-vatan konseptini insanımıza hatırlatmak istedim.

Türk milleti bu topraklarda iki büyük imparatorluk, bir cumhuriyet kurdu. Devlet dediğimiz olgu, Türk devlet geleneğinde ilahi temelli kut merkezidir. Tektir ve elden ele geçen ateş topudur. Siz bu varlığı Bizans devlet geleneğindeki maviler ve yeşiller arasındaki rekabeti, statüko olarak görür ve halka bu şekilde anlatırsanız, milletin tarihle ve dolayısıyla milli hazinesi ile irtibatını kesersiniz.

Ben "BEYLER BU VATAN SİZE NEYLEDİ?" derken bu milli hazineyi, milletin ortak hafızasını, kolektif vicdanımızı yine milletimize hatırlatmak istedim. Bu bir vatandaş tavrıdır, hiçbir parti ya da görüşün adına değil, tamamen milletin milli birlik arzusu adına yapılmış bir tavır. Isparta Milletvekili Sayın Nevzat Korkmaz'ın parlamentoda bu şarkının nakarat bölümünü iktidar partisinin bakanlarına karşı yüksek sesle okumuş olması bu tavrın millet adına yapıldığının işaretidir.

AÇILIM ADIYLA YENİ MİLLETLER YARATILMAK İSTENİYOR
YILDIRAY ÇİÇEK: Türkiye'de son yıllarda her açıdan görülebilecek bölücü bir dinamizm söz konusu. Eskiden "Türkiye bölünmeye çalışılıyor. " diye uyarılarda bulunanları paranoyaklıkla suçlayanlar, acaba günümüzde rahatlıkla "Federasyon, özerklik" taleplerinin dillendirilmesi karşısında nasıl bir duygu yaşamaktadırlar? Bölgemizde hayata geçirilmeye çalışılan ve bizi yönetenlerin hizmet ettiği emperyalist projelerin muhtevasında, Türkiye'nin bölünmesi de ana hedef iken suçlayan mı, yoksa suçlanan mı paranoyaktır sizce?

AHMET ŞAFAK: Paranoya bir hastalıktır, düşman korkusuyla yaşamak anlamında bir ruhsal paniğin karşılığıdır. Ama Türkiye'nin riskli bir süreci yaşadığını söyleyenlere paranoyak iddiasıyla cevap vermek açık bir cehalet değilse eğer, gerçekleri karartma girişimidir.

Çünkü kimse Türkiye'nin Marslılar ya da uzaylılar tarafından işgal edileceğini söylemiyor ki. Üniter birliği kaybedileceği söyleniyor. Bu korkuyu besleyen tarihi gerçekler var. Açılım mimarları bu milletin tarihini pek incelememiş olacaklar ki, bu tedbir arayışını paranoya olarak nitelendiriyorlar. Bu paranoya değil, muhakeme yeteneğidir, vatansever refleksidir. Hastalık değil sağlık belirtisidir. Türkiye'nin bölünebileceği endişesi, güçlü belirtiler ve açık politikalarla oluşturulmuş bir atmosferin tezahüründe gelişmiştir.

Türk Milliyetçileri bu yüzden tarihi uyarılarını yapmaktadırlar. Türk Milliyetçiliği akıl hareketidir. Çünkü devlet kurmuştur. Türkiye'de devlet kurmuş olan bir siyasal akıl nerede bölünme olacağını, nerede olmayacağını bilir. Bu siyasetin tabiatında vardır. Türk Milliyetçileri tarihe masal gözüyle bakmazlar. Tarih, ibret denizidir. Bu denize akılsız dalarsanız uyursunuz. Dip vurgunu yersiniz. Ama akılcı yaklaşırsanız o olaylardan insanlığa ait kanunlar çıkarırsınız.

Türk Milliyetçileri tarihten MİLLETLER MÜCADELESİ kanununu çıkarmayı başarmış bir aydın harekettir. O yüzden hangi politikaların bölünme riski taşıdığını bilir. İngiliz düşünürü James Stuart Mill diyor ki: Birden fazla milletin barındığı bir ülkede hür müesseseler yaşatmak hemen hemen imkansızdır. Aralarında dayanışma bulunmayan insanlar, özellikle de farklı dillerde okuyor ve konuşuyor ise işleyen temsil mekanizmaları için gerekli kamuoyu birliğini sağlayamaz.

Yani adam diyor ki, açılım adı altında yeni milletler yaratırsanız demokrasiyi de koruyamazsınız. Bu nedenle ben cumhuriyet kavramına karşı demokrasiyi yüceltme çabalarına da gülüyorum. Çünkü üniter birliğini kaybetmiş bir millet, demokratik bir ülke kuramaz. Dünyanın her yerinde bu tip bir açılım, bir millet yaratma projesi olarak algılanır. Milletin folklorik çeşitliliğini siyasi zemine taşırsanız, yeni milletler yaratılmasına vesile olursunuz. Bir devlette iki millet olmaz. Tek millet olur.


Günümüz sosyal bilimcilerinden Arend Lijphart'a göre bir ülkede nüfusun yüzde sekseni aynı dili konuşuyor ve aynı dine inanıyorsa, orada homojen bir kültürden bahsedilebilir. Oysa bugün kamuoyunda Türkiye'nin homojen bir ülke olmadığı kanaati ısrarla halkın şuuraltına pompalanıyor. Dünyanın bütün gelenekli ülkelerinde bu olaylar toplumsal travmaya sebep olur. Türkiye, emperyal bir gelenek üzerinde milli devlet kurmuştur. Türkiye, Çekoslovakya değildir; Belçika hiç değildir. Toplumun refleksi milliyetçilerin tepkilerinde belirir, bu doğal bir bilinç temsiliyetidir.

AZERBAYCAN'DA ÖNEMLİ SEMPOZYUM


YILDIRAY ÇİÇEK: Referandum öncesi ve sonrası en çok gündemde olan MHP'de, özellikle Ani Harabelerinde kılınan Cuma namazı sonrası, büyük bir dinçlik ve dirilik görülmektedir. Bir Türk milliyetçisi olarak bunu değerlendirir misiniz?


AHMET ŞAFAK: Bakın Azerbaycan'dan henüz geldim. Orada olmamın sebebi ise bir sempozyuma katılmaktı. Sempozyum müzikle alakalı değildi, sosyal bilimlerle alakalıydı. Konusu Alibey Hüseyinzade ve Ziya Gökalp İdeali olan bir toplantıydı. Geçtiğimiz ay böyle bir konunun tartışılması ve konuşulması gerektiğini ortaya atmıştım, yani fikir şahsıma aitti. Bir ay sonra sempozyumu yaptık.

Bir ay önce Alibey Hüseyinzade ve Ziya Gökalp sadece iki tarihi sima idi; bir ay sonra ise ortak bir fikre dönüştüler. Azerbaycan devleti, Bakü Devlet Üniversitesi nezdinde bu projeyle içtenlikle ilgilendi. Azerbaycan'ın en büyük akademisyenlerinden biri Türkolog Tofik Hacıyev sempozyumu yönetti. Konuşmacılardan bir diğeri eski başbakan yardımcılarından Prof. İzzet Rüstemov'du. Ben de Türkleşmek - İslamlaşmak - Çağdaşlaşmak idealinin günümüzde de yaşadığına dair bir bildiri sundum. Bunu niye söyledim? Şundan: rahmetli Alparslan Türkeş "şayet sen istiyorsan o bir hayal değildir" derdi.

LİDERLİK DERSİ

Ülkücülük, inanmak ve şartları lehine çevirmesini bilmek demektir. Sayın Devlet Bahçeli, referandum öncesi tartışılan bir parti lideriydi, bugün ise bütün politik tuzakları bozmuş, iktidarın planlarını çırak çıkarmış ve Ani gibi yaratıcı bir hamle ile birkaç adım öne geçmiş bir performansın sahibidir. Güç Birliği Hareketi ile Anı'yı taçlandırmış, iktidarı tekrar kendi mevzilerine kapatmıştır. Bu bir liderlik dersidir. Sayın Devlet Bahçeli'nin siyasetteki duruşudur. Siyaset iki temel alanda yapılır: birinci temel alan parti tabanıdır; ikinci temel alan ise seçmen profilidir. MHP bu alanların birincisini sarmalamış ve bu yolla karşı atakları ustalıkla göğüslemiştir. İkinci alan ise medyatik destek gerektirmektedir.

MİLLİ TEFEKKÜR İKLİMİNE İHTİYAÇ VAR

Bunun için Sayın Devlet Bahçeli'nin büyük bir maharetle gerçekleştireceğine inandığım bir milli edebiyat ve milli tefekkür iklimine ihtiyaç vardır. Kara düzen bir siyaset anlayışı yerine bilimi ve halka duyulan saygıyı öne çıkartarak siyaset yapan Sayın Devlet Bahçeli, bilindiği gibi siyasi sahaya yeniliklerle "merhaba" demiştir. Parti Okulu kavramını hayata geçiren Sayın Bahçeli, siyaset okulu çalışmasının sağlıklı örneklerini bir bir uygulamaya almıştır. Şimdi bu çalışmaların semeresini almak ve geniş, derinlikli bir milli felsefe atmosferi yaratmak zamanı gelmiştir.


Dergiler, gazeteler ve televizyonlar yoluyla bir edebi ortam gerçekleştirilmeli ve Türkiye sathında paneller, sempozyumlar atağına kalkılmalıdır. Türkiye'de kamuoyunu etkisi altında bulunduran çevreler gayri millidir ve televizyonlar, gazeteler bu çevrelerin ağırlığı altındadır.

Artık bir şeyi anlamak durumundayız, Türkiye'de milli mevcudiyete karşı muhalif konsepti derinlikli bir değişime uğramıştır. Milli fikir sisteminin rakipleri ve muhalifleri eskiden sol, enternasyonalist ve bölücü çevrelerdi. Şimdi batıcı liberaller başta olmak üzere din kamuflajlı kesimler ve Amerikancı liberalizmin temsilcileridir. Bölücülük bu kesimlerin koçbaşı görevini üstlenmektedir. Referandum örneğinde açıkça görülmüştür ki, milli fikir zemini bir algı tutulması yaşamıştır ve iktidar bu tutulmayı alabildiğince kullanmıştır.

GERÇEK DEVLET ADAMLARI MÜZİĞE EĞLENCE GÖZÜYLE BAKMAZLAR

YILDIRAY ÇİÇEK: "Şöhret Sanatı Öldürdü, Cinayeti Ben Gördüm" isimli kitabınızı okurken , "Sanat ve Siyaset iç içedir" başlıklı yazınız içerisinde Napolyon'un "Bana ya on bin asker bulun, ya da on tane marş yazıp getirin" şeklindeki sözünü kullandığınızı gördüm. Bu sözden yola çıkarak müziğin etki alanını ve gücünü anlatır mısınız?

AHMET ŞAFAK: Müzik bütün kültürlerde kurulu düzenin parçasıdır. Türklerde, Bizans kültürüyle karşılaşana kadar, müzik kolektif vicdanın içinde gelişmiş ve hem araç hem de amaç olarak varlığını sürdürmüştür. Erken dönem Türk tarihinde Kam, Baksı, hem bir hekim hem de ruhi vasıta olarak toplumun dermanıdır. Ozanlar ise siyasetten bağımsız olarak bozkır kültürünün şehir kültürüyle buluştuğu halk temsilcileridirler. Halk, ozanları aşıkları sever baksılara inanır, saygı duyar. Anadolu Türk kültüründe tekkeler ve aşıklık halkın duygu dünyasını yöneten sivil kurumlardır.

Napolyon bu sözü prestijini kaybetmeye yüz tuttuğunda son çare olarak söylemiştir. Bu da bir evrensel gerçeği ortaya koyar. Siyasetçi nezdinde müzisyen ciddiye alınan bir kimlik değildir. Halbuki müzik çok önemlidir. Konfüçyüs "bir ülkenin ahlak bakımından nasıl yönetildiğini bilmek isterseniz o ülkenin müziğini inceleyiniz" der. Bu gerçeği bilen Ziya Gökalp "Türkçülüğün Esasları" isimli başucu eserinde milli müzik başlığı altında müzikle ilgili görüşlerini anlatır.

Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet kurulduktan sonra gençleri Avrupa'ya göndermiş ve bunlardan Ahmet Adnan Saygun'a özel görevler vererek bir Türk Müzik doktrini oluşturmasını istemiştir. Türk Pentatonizmi adı altında bir rapor hazırlayan Ahmet Adnan Saygun, "nerede bir Türk varsa, orada pentatonik yani beş sesliliğe dayalı müzik vardır; nerede pentatonik müzik varsa orada Türk vardır" hükmü Atatürk'ün müzikal kültür anlayışını gözler önüne serer. Yani gerçek devlet adamları müziğe eğlence gözüyle bakmazlar.
MÜZİK, SANAT VE KÜLTÜR OLMA
KİMLİĞİNİ KAYBETMEK ÜZERE

Müzik bir kültürdür ve içinde yaşadığı toplumun kültürel değerini, kültürel kimliğini yansıtır. Ama Türkiye'de müziğin geldiği nokta bitme noktasıdır. Artık dizi filmlerde ve bayi toplantılarında, reklam cıngıllarında nefes alıp veren müzik, sanat ve kültür olma kimliğini kaybetmek üzeredir.
Bunda sanatçıların büyük rolü vardır. Bunda iktidarın da rolü vardır. Ama kabul etmek gerekir ki, siyasetçinin halkla teması noktasında müzik hala bir nebze de olsa sempatisini korumaktadır. İşte açılım tartışmalarında gördük. Sayın Başbakan onlarca açılım kahvaltısı yaptı, en fazla ses getireni de sanatçılarla, müzisyenlerle yaptığı kahvaltı oldu. O da bizim sanatçıların iktidara yakın olmayı sanat zannettikleri yanlışı ile adeta fiyaskoya dönüştü. Çünkü sanat, açılım olayında basamak haline dönüştürüldü. Bir yanlışa kurban edildi. Müzik yapısı itibariyle imusyonel bir kavramdır. Yani duygusaldır ve bütünselliği esas alır. Bütünselliği esas alan müzik parçalanmaya hizmet edemez. Bu, müziğin tabiatına aykıdır.

İKİ MANALI SİYASET MEYDANI

YILDIRAY ÇİÇEK: Sayın Şafak, son çıkardığınız "Aşk ve Vatan" isimli albümünüz çok büyük bir ilgi görmektedir. Bu eseriniz, sosyal paylaşım sitelerinde en çok paylaşılan eserlerden biri olarak öne çıkmaktadır. Albümünüze "Aşk ve Vatan" adını koymanızdaki duygusal perdeyi aralayıp, önümüzdeki süreçte hangi yeni çalışmalar içinde olduğunuza dair biraz okuyucularımıza bilgi verir misiniz?

AHMET ŞAFAK: Albüm adeta 14 bölüm başlığından oluşan bir kitap izlenimi veriyor. Şarkılarımın adresi belli; aşka ve vatana hitap ediyor. Aşk hayatımızın en tutkulu anını temsil ediyor. Bir iman milleti olan Türkleri aşktan uzaklaştırmak, milli özellikleriyle bağlarını koparmak anlamına gelebilir. Bugün belki de yaşadığımız en önemli eksiklik aşkın muhtevasını yitirme ile baş başa kalmamızdır. Kutsal bildiğimiz ne varsa siyaset meydanına sürülüp iğdiş edildiği bir ortamı yaşıyoruz.

Siyaset meydanını cinaslı halde, yani iki manada kullanıyorum. Hem politikanın siyaset meydanı hem de idam edilen mekan olarak siyaset meydanı anlamında kullanıyorum. "Aşk ve Vatan" albümü eksikliğini yaşadığımız her ne varsa onları hatırlatan, milli hafızamızdan sözler taşıyan bir mektup gibidir. "Beyler Bu Vatan Size Neyledi?" şarkımızdan, Ziya Gökalp'in eserine kadar bütün şarkılarda, aşkı ve vatanı sentezleyerek bir ortak dile dönüştürmeye çalıştım. Amacım tarihe not düşmektir. Bir gün bu ülkenin tarihini yazacak olanlar, benim şarkılarımın tılsımında nasıl bir süreçten geçtiğimizi öğrenebilirler. Aşkımızın hangi duygusal mevzileri kaybettiğini, ya da kazanmak için hangi zorlu mücadeleleri verdiğini görebilirler.

HEDEFİM ÜÇ YENİ ALBÜM

Yeni çalışmalarıma gelince Allahın izniyle üç yeni albüm yapmayı hedefliyorum. Bunlardan birisi tamamen aşk şarkılarımı içeren "Aşkla Yaşa" isimli bir albüm olacak. İçinde yeni bestelerimin yanı sıra türküler ve bir de ilk kez okuyacağım Türk sanat müziği eseri olacak. Ayrıca "Ozanların Dilinden" isimli Dadaloğlu, Karacaoğlan, Aşık Seyrani, Pir Sultan Abdal gibi söz ustalarının şiirlerini besteleyerek okuyacağım yepyeni bir kültür çalışmam olacak. Bu da bir ilk olacak.

Ve "Hakanların Dilinden" isimli muhteşem bir çalışmaya imza atacağım. Fatih, Yavuz, Kanuni, İkinci Mahmut, Üçüncü Selim gibi Padişahların şiirlerini besteleyecek ve okuyacağım. Bu çalışmalarımızı İnşallah yeni dönemde hayata geçireceğim. Ayrıca yazımını bitirdiğimiz "Milliyetçilik Demokrasi ve Muhafazakarlık" isimli kitabımızı yayınlayacağız. Ve sinema çalışmamız. Tahmin ediyorum ki, 2011 yılı bizim sinemaya ilişkin yıllardır yaptığımız hazırlıkların hayata geçeceği bir yıl olacaktır. Mevla görelim neyler? Neylerse güzel eyler İnşallah.

ORTADOĞU GAZETESİ