AK Parti, 'Kürt Çıkmazı'nı Apo'yu asarak açabilir

AK Parti, 'Kürt Çıkmazı'nı Apo'yu asarak açabilir

AK Parti, Dremokratik Parlamenter Sistem tarihinde, radikal çözümlere yönelik hamlelerde bulunan tek siyasal örgütlenme

AK Parti, Dremokratik Parlamenter Sistem tarihinde, radikal çözümlere yönelik hamlelerde bulunan tek siyasal örgütlenme

Olası seçimlerde, onu iktidara taşıyan çoğunluk oyunu kaybetme riskini göze alarak stratejiler geliştiren, bu stratejileri uygulamaya koyan tek siyasal irade.

İktidar olanaklarını sınırsız kullanabilecek parlamenter çoğunluğa sahip olmasına karşın, popülist yaklaşımları elinin tersiyle itip, ülke gerçeklerine dayalı yaklaşım sergileyen tek hükümet…

Uzun zamandır tartışılan “demokratik açılım” da, bu partinin, her türlü riski göze alarak sorunun çözümüne yönelik oluşan atmosferi değerlendirme çabasının bir yansıması.

Tabii ki, AK Parti’ye bu tanımlamaları kazandıran realite, Başbakan Erdoğan’ın liderlik vasıflarında gizli…

Başbakan, ülkede, devleti, potansiyel düşman olarak gördüğü halka karşı koruma kaygısı güde değil; halkını, kendisine her fırsatta güvenmediğini ortaya koyan devletin köhne düzenine karşı koruyan lider olma mücadelesi veriyor.

Bunu 7 yıllık iktidarı boyunca da başardı aslında.

Yine Başbakan Erdoğan, ateşten gömlek giymekle eşdeğer sayılan kronik sorunların çözümünde, her türlü siyasal ikbal hesaplarını bir kenara bırakarak adımlar atmaktan çekinmeyen, cesur bir duruş sergiliyor.

Daha 1996’da esrarengiz bir trafik kazasıyla silüetini gördüğümüz laçka devlet yapısını, o dönemden 2002’ye kadar gelen hükümetler ve yürütmenin başları koruyup kollamışken, Başbakan Erdoğan, henüz iktidarının ilk döneminde bu sorunu temizleme kararlığı sergilemiş bir isim.

Erdoğan, ülkenin çeyrek yüzyılını kan ve gözyaşına bulamış Kontrollü Kürt Kalkışma Terörünü (PKK terörü), uluslararsı müzakerelerle sınırötesi lobi desteğinden yoksun bırakıp, şimdi de kökten hal’letme iradesi sergileyebilen strateji ustası.

Bütün bunlar, Mustafa Kemal’den sonra, Türkiye’nin cumhuriyet tarihi boyunca yakaladığı tarihi fırsatların da işareti aslında.

Belki muhalefete mensup parti liderlerinin aklın ve mantığın sınırlarıyla tanımlanamayan agresif söylemlerinin altında yatan sebep de bu!

Bu “tarihi fırsat” tanımlamasına sahip siyasi örgütlenme ve liderinin, kendilerini olası ilk seçimde bir daha dirilemeyecek şekilde sandığa gömmesinin endişesini taşıyorlar.

Ama bütün bunlara rağmen, demokratik açılım sürecinin, ülkenin kendi değerleri ve kendi iradesi dışındaki odaklar tarafından yönlendirilmesi riski göz ardı edilmemeli diye düşünüyorum.

Bakınız eli kanlı terörist Abdullah Öcalan, yargılandığı süreçteki savunmasında neler diyor:

“O halde devletin de gerekli duyarlılığı göstermesi halinde silahlı çatışmadan vazgeçme vakti gelmiş ve hatta geçmektedir. Demokratik çözümün zemini var. Ve önlenemez bir gelişmeyi yaşıyor.”

Bebek katilinin yukarıdaki söylemleri, inkar etse de kendini kurtarmaya çalışan bir suçlunun kurtuluş hezeyanlarından başka bir şey değil aslında.

Ancak savumasında, devamla kullandığı şu söylemler, AK Parti ve Başbakan Erdoğan’ın üzderinde hassasiyetle durması gereken noktalardır:

“… Türkiye burada büyük tehlikelerden korunma kadar, tersine yani güç kaynağına dönüştürme şansına sahip olacaktır…

Kürtlerin Demokratik Cumhuriyetle bütünleşmesi geliştikçe bu askeri anlamda da karşı tehtidden stratejik bir güç kaynağına dönüşecektir. Çözüm bu büyük fırsatı sunuyor. Geleceğe en büyük stratejik yatırım oluyor. Karşılığında verilen, artık dünyanın her tarafından verilen ve verilmesi kaçınılmaz olan, bir taviz olarak da görülemeyecek olan, doğal demokratik ve kültürel haklardır.”

Bölücübaşı, bu cümleden yola çıkarak, bugün Başbakan’ın “bedeli ne olursa olsun” söylemiyle savunduğu “demokratik açılıma” işaret ediyor.

Abdullah Öcalan’ın bu savunmayı kendi başına hazırlamadığı muhakkak.

Savunma hazırlık sürecinde avukatlarıyla istişaralerini, avukatlarının da bu istişareler öncesinde sınırötesi mihraklarla çeşitli istişarelerde bulunduğunu sağır sultan bile duydu.

Öyleyse, AK Parti ve Başbakan Erdoğan, hiç şüphe duymadığım iyi niyet temelinde, ülkenin üniter ve ulus devlet yapısına halel getirmeyecek bir anlayışla oluşturmaya çalıştığı, daha fazla demokrasi ve barışı temin etme çalışmalarında, bu ülkenin değerleri dışında kimseyi muhatap almamalıdır.

Bu çözüm sürecine, AB ve geçmişte PKK’ya sınırsız destek veren kimi AB ülkelerinin müdahale girişimlerini, elinin tersiyle reddetmelidir.

Ne BASK ne Tamil, bu ülke için örnek alınacak metodlar kabul edilmemelidir.

Hükümet, sorunun çözümü sürecinde, birlik ve bütünlüğün, üniter devlet yapısının, ulus devlet anlayışının, bağımsız cumhuriyet gerçeğinin örselenmesine fırsat verecek her türlü girişimden uzak durmalıdır.

İYİ NİYETLİ SÜRECİ PROVOKE EDEN AK PARTİLİLER VAR

Çözüm sürecini eşgüdüm içerisinde yönetenler, sorunu PKK sarmalına hapsetmemelidir.
PKK’nın ilk dönemlerinde Marksist-Leninist esaslara dayalı Bağımsız Kürdistan, 2. çeyreğinde, uyuşturucu, kara para ve insan kaçakçılığı dahil uluslar arası suç şebekesi, son döneminde de Türkiye’nin bölünmesini getirecek iç çatışma malzemesi olduğu asla göz ardı edilmemelidir.

Üstelik ülkede, terörle mücadele görevi tevdi edilmiş kurumlara sızan ihanet odaklarının, bu örgütle şimdilerde su yüzüne çıkan kirli ilişkisi de dikkate alınmalıldır.

Ak Parti kendi içinde, bölge halkından farklı, PKK ve Öcalan çizgisinde söylemler kullanarak, yaşanan iyi niyetli süreci provake eden başta İhsan Aslan olmak üzere gaflet içerisindeki mensuplarından bir an evvel arınmalıdır.

PKK terörünün yarattığı kaotik ortamdan nemalanan odakların temsilcilerinin, AK Parti şemsiyesinde meşrulaşma ve bu meşruiyet çerçevesinde ihanet edebilme serbestisine bir an evvel son vermelidir.

Bütün bunların yanında, geçmişte verilen sözler, altına imza atılan taahhütler(DSP-MHP-ANAP’ın APO’yu asmama protokolü), şimdiye kadar sergilenen cesur tavırla reddedilerek, Abdullah Öcalan’ı asacak bir yöntem geliştirilmelidir.

Belki gerek ülke hukukunda gerekse uluslar arası yükümlülüklerde yasaların geriye yürümeyeceği hükmü bu durumun karşısında bir set olacaktır.

Ancak, bebek katili ve avanesinin, henüz failine ulaşılamamış olaylardaki eylemleri, idam konusunda yapılacak bir yasal düzenleme sonrasında yeniden soruşturulup, yeni bir yargılamada idamla cezalandırılabilir.

Hatta, Öcalan’ın PKK eliyle yürüttüğü terör eylemleri ve uluslar arası istihbarat servisleriyle Türkiye’nin anayasal düzenini yıkmaya yönelik işbirlikleri, “vatana ihanet” çerçevesinde yeni bir hukuk statüsüne oturtulup, bu konseptte bebek katili ve avanesinin idamı gerçekleştirilebilir.

Bunların bir fantazi olmadığını, hukuki temellerde farklı yöntemlerle de olsa gerçekleştirilebilecek bir realite olduğunu benim kadar AK Parti hukukçuları da biliyor.

Kürt halkı da, barış ve demokrasi adına açılımı yapılan sürece katkıda bulunmak adına bebek katilini savunmak yerine iyi niyetini sergileyebilmelidir.

Özetle, cesaret, irade ve strateji maharetlerini sergileyen Başbakan Erdoğan ile AK Parti iktidarı, bu sürece Türk halkının topyekün desteğini dahil etmek, gönüllerdeki yaraya bir nebze de olsa su serpmek istiyorsa, demokratik açılım sürecinin ilk hamlesini, çeyrek asırdır bu süreci sabote eden ve bu yolda onbinlerce cana kasteden bebek katili ve avenesinin idamıyla başlayacak hamlelerde bulunmalıdır.

İşte o zaman bu sürecin önünü, terörden ve kandan beslenen unsurların tıkama girişimleri, tarihe “vatana ihanet” diye not edilir.

Zihni ÇAKIR / Cafesiyaset