Mustafa Yiğit
“Akşehir’de nükteler şakalar sevgi doluydu; acaba hâlâ öyle mi?"
Bir Akşehirli olarak bu sayfalarda Akşehir özlemim başta olmak üzere, Akşehir’in kimliğini, kültürünü, hayata bakışını ve tabii ki Akşehir’in yetiştirdiği değerleri sık sık kaleme aldım
Bugün de yine bu değerlerden biri üzerine müjdeli bir haber vermek için yazıyorum.
Kültür hayatımızda çok önemli bir yeri olan Ötüken Yayınevi geçtiğimiz aylarda Akşehir’imizin büyük yazarı, medarı iftiharımız Tarık Buğra’nın biyografisini yayımlandı haberiniz var mı bilmiyorum?
Türk edebiyatı Profesörü Mehmet Tekin tarafından kaleme alınan Tarık Buğra’nın biyografisi “Doğumunun 100. Yılında Tarık Buğra, İtaatsiz Bir Taşralının Entelektüel Portresi” adını taşıyor.
Mehmet Tekin hoca bu önemli biyografinin yazılma hikayesini Tarık Buğra’ya verilen bir vaat olarak açıklıyor.
Bu vaat şudur: Milli mücadele dönemini en iyi anlatan romanlardan biri olan Küçük Ağa romanını çok önemli bulduğunu, Tarık Buğra romancılığının ana eserlerinden biri olduğunu söyleyen Mehmet Tekin 1992 yılında bir kongrede Buğra ile karşılaştıklarında “Bir gün sizinle ilgili bir çalışma yapacağım. Özellikle hayli nitelikli olan Küçük Ağa romanınızı merkeze alan bir çalışma!” dediğini Tarık Buğra’nın da bunu memnuniyetle karşıladığını söyler. Ancak Tarık Buğra bu görüşmeden bir buçuk iki yıl kadar sonra vefat eder.
Metin Hoca’nın yoğun çalışmasıyla, gazete arşivlerinin taranmasıyla 16 yıl sonra ete kemiğe bürünen bir Tarık Buğra biyografisi olarak karşımıza çıkan bu 686 sayfalık hacimli kitap, büyük ustaya verilen sözün, bu vaadin ürünü.
Mehmet hoca iyi ki böyle bir vaatte bulunmuş ve böyle güzel bir esere imza atmış.
Kitap, müellifinin tanımıyla “itaatsiz taşralı” bir entelektüelin yalnızca romancı yönünü değil, gazeteci kimliğini, yaşadığı çalkantılı dönemleri ve onun bu dönemlere dair düşüncelerini de ele alması bakından oldukça mühim bir biyografi.
Bu eseri benim için önemli kılan bir diğer yön de Tarık Buğra’nın yalnızca büyük yazarlığının “çıkardan, gelgeç şöhretten, gündelik beklentilerden arınmış hayatın meşakkatli yollarında haraba kul olmadan yürümüş” kişiliği ve kimliğinin ortaya konulmuş olması değil, yukarıda da söylediğim gibi çocukluğumun geçtiği Tarık Buğra’nın gözünden Akşehir’e dair anekdotlara da bolca yer vermiş olması.
Tarık Buğra gibi uzun zamandır dışarıda yaşayan biri olarak O’nun Akşehir’in “sıcak ve munis kucağına” dönme arzusu beni gerçekten derinden etkiledi. Bu arzusuyla ilgili kitaptan şöyle bir alıntı yapmak istiyorum “ Son yıllarda geçirdiğim iki büyük hastalıkta gözlerimde buram buram tüten Akşehir’di. Akşehir’e gidebilsem de, Hıdırlık’tan veya Çobankaya’dan ovaya ve ufuktaki bakır rengi Emir dağlarına bir bakıversem hastalık maslatık hiçbir şeyim kalmayaca; dipdiri olacağım gibi gelirdi bana. Bunun adına düpedüz sıla hasreti derler, kim bilmez bunu? … Belki Tekke Deresi’ni, gene görür, gene Hoca’mızın türesini ziyaret ederim. Nüktesiz, şakasız yaşanmazdı Akşehir’de nükteler şakalar sevgi doluydu; acaba hâlâ öyle mi? “
Bu kitapta Akşehirli hemşerileri Tarık Buğra’nın hayatı hakkında çok derin bilgilere ulaşacağı gibi Onun Akşehir hakkında mühim tespitlerini düşüncelerini de öğrenecek.
Mesela Buğra’nın Akşehir’deki Festival dönemlerinde Akşehir’e gelmek istemediğini buradan öğreniyoruz…
Ancak itiraf etmeliyim ki Mehmet Tekin Hocanın Tarık Buğra biyografisinde beni etkileyen en çarpıcı cümle Buğra’nın Akşehir’e seslenişiydi : Akşehir’de nükteler şakalar sevgi doluydu; acaba hâlâ öyle mi? “