Mustafa Yiğit
Akşehir'de temiz hava
Akşehir’de temiz hava, bol gıda…
5-10 Temmuz şenliklerinin en azından bir kısmını kaçırmayayım dedim.
Son birkaç gününe yetiştim.
Ancak Akşehir’de olmam sebebiyle geçen haftaki yazımı yetiştiremedim.
Oksijen iyi gelir diyorlardı, siz ona pek inanmayın.
Kent Ormanı’nın oksijenini doyasıya içime çektiğim için adeta kafa yaptı bende.
Belli sorumlulukları yerine getirmekten alıkoyuyor, iyi hava, bol gıda.
Memleket’e yazı yazmaktan alıkoyanda bu yoğun oksijendi…
Türkiye’nin gündeminden de, kendi gündeminden de uzaklaşıyorsun…
Bunaldığınızda doktorların tatile çıkın diye ısrar etmesinin sırrı bu olsa gerek.
Ama şunu belirtmeliyim ki, yıllar öncesinden bir sözü de bana yeniden hatırlattı bu yoğun oksijenli Akşehir gezisi…
Babamın o sözleri geldi aklıma, “Oğlum, ben Akşehir’in dışında yaşayamam. Burasının havasına, suyuna bağ yetmez” derdi.
O gün ne kadar da haklı olduğunu daha iyi anladım.
O ne güzel bir hava, o ne güzel bir manzara!
Kent Ormanı, gerçekten enfes manzarasıyla, tekke deresiyle, derenin kenarında açılan çay bahçesiyle, bütün cazibesiyle şehrin insanlarını kendi içine çekmeye başarmış…
Neredeyse her sabah orman manzarasında kahvaltımı yapıyor, yemeklerimi “baba nimet” in mezarının yanına kurulmuş kent ormanında yiyordum…
Temiz hava bol gıda bu olsa gerek diyordum kendi kendime…
Akşehir her geçen gün daha da güzelleşiyor.
Ancak tek eksik, eskiye dair tanıdık yüzlerin gittikçe azalıyor olması.
Birkaç eski dostla görüşebildim bu süre zarfında .
Hasret giderdik.
Eskiyi yad ettik.
Fakat daha ötesi yok.
Çünkü herkes dünya gailesinin derdine düşmüş.
Evlenmiş, barklanmış, çoluk çocuk sahibi olmuş.
Mesleklerinde belli mevkilere gelmişler, o mevkilere gelirken de beyazlayan, dökülen saçlar, değişen bedenlere (yani Türk kasına) sahip olmuşlar.
Herkesin kendi güçlükler içindeki gündemi var ve Türkiye’de son dönemde gittikçe daha da yoruluyor insanlar.
Konuşmalarınızın ilerleyen bölümlerinde daha net bir şekilde fark ediyorsunuz bunu…
Eşinizin, çocuklarınızın, iş hayatınızın kendi yaşamınızın en önemli parçası olduğunu görüyorsunuz…
Baba, aile reisi, koca olmuşsunuz artık…
“Ortaokulda şöyle yapardık” diye başladığınız cümle, “bizim hanımın tayinini bir türlü yaptıramadım la” karışıveriyor.
Yine de eskiye dair çocukluk ve gençlik anılarıyla teselli olmak, eskilerden bir sesle buluşmak çok iyi geliyor insana…
Bizim en azından bir tesellimiz var diyoruz kendi kendimize…
Birkaç eski dostla kısa bir zaman dilimi olsa da bir araya gelme fırsatını yakalıyoruz ya, o bile yetiyor.
Sadece birkaç eski dostu görmekle yetinmiyorsunuz…
İmaret caminin önüne geliyorsunuz, ilk kıldığınız namazı yeniden hatırlıyorsunuz, teravihte mahallenin çocuklarıyla yaptığınız muziplikler akla geliyor…
Orada güzel bir abdest alıyorsunuz…
Sonra Nasrettin Hoca türbesine geçiyorsunuz, öbür aleme göç eden yakınlarınıza dualar okuyorsunuz….
Madem şenlikler için gittin, Nasrettin Hoca şenliklerinden niye bahsetmiyorsun diyenler olabilir şimdi…
Açıkçası diğer şehirlerde yapılan şenliklerden pek de farkı kalmamış gibi gördüm şenliğimizi de o yüzden bahsetmiyorum.
Şarkıcılar, türkücüler geliyorlar konser veriyorlar…
Yani bütün şenliklerde olduğu gibi…
Yaratıcılık adına belki de tek şey Hoca’nın en önemli figüranı olan ‘eşekler’in bir yarışmayla şenliği şenlendirmesiydi…
Gelecek yıla konser merkezli değil, Nasrettin Hoca merkezli bir şenlik yapılmazsa bu tekdüzelikten kurtulmak gittikçe zorlaşacaktır diye düşünüyorum.