Akşemsettin Fatih'e öyle bir yazdı ki
Bundan tam 556 yıl önce bugün Ayasofya’da hutbe okumak için minbere doğru yürüyen zat, sadece 39 gün önce çok kritik bir eşikte yazdığı bir sayfalık mektupla hem Fatih Sultan Mehmet’in, hem de tarihin kaderine yön verdi.
Bugün 1 Haziran...
.
Bundan tam 556 yıl önce bugün Ayasofya’da hutbe okumak için minbere doğru yürüyen zat, sadece 39 gün önce çok kritik bir eşikte yazdığı bir sayfalık mektupla hem Fatih Sultan Mehmet’in, hem de tarihin kaderine yön verdi.
O tarihi mektuba ve muhtevasına geçmeden önce bir noktanın altını çizelim.
.
Tarihi olaylara asla dün yaşanmış bitmiş hadiseler olarak bakmamalıyız.
.
Dünle bugün arasında tek fark, dün yaşayanların dünya sahnesindeki rolünün sona erdiği, bugün yaşayanların şimdilerde sahne aldığı gerçeğidir. Oyuncular farklı ama, ana tema ve genel senaryo hep aynı...
Aslında her birimiz tarihin birer oyuncusuyuz... Kimimiz kral, kimimiz figüran, kimimiz orta evsafta fert olarak tamamlayıp gidiyoruz hayatı....
.
Dünden bugüne insandaki duygularda değişiklik yok... Aşk, şehvet, nefret, mal, mülk, iktidar hırsı, haset, düşmanlık, iyilik, cömertlik, adalet, hakkaniyet, hep daha fazlasına sahip olma vb...
Dün bu duyguları son nefesine kadar başkaları aktif olarak kullanıyordu, bugün başkası...
Devletler adeta büyütülmüş insan bedeni gibidirler. Benzer refleksleri gösterirler. Güçlü devletle güçlü insanın refleksleri birebir aynıdır.. Önemli olan hangi duyguyu nerede ne şekilde kullandıklarıdır. Bizi iyi yada kötü insan, devleti de iyi yada kötü devlet yapan da odur...
.
İstanbul’un fethi sırasında işlerin aksi istikamette geliştiği ve Fatih’in oldukça zor bir durumda kaldığı bir anda Akşemsettin’in kendisine gönderdiği mektup hepimize, her partiye, ‘ülkemizin geleceğe yolculuğunda ben acaba hangi noktada duruyorum’ diyen herkese ders olmalıdır.
.
Bir bakalım, mektupta tarif edilen insan modellerinden hangisine daha yakınız, tarif edilen insan profilleri hangi partileri veya siyasi kişilikleri çağrıştıyor. Ne demiştik, tarih boyu senaryo hep aynı, sadece oyuncular değişik diye...
Gerçek fütühatlar kimlere ve ne bedeller pahasına hayata geçiyor onu bir görelim.
.
O kritik günde...
.
2 Nisan 1453’te başlayan kuşatmanın 18. günü...
.
Kuşatma altındaki Bizans’a yiyecek ve yardım getiren 3 Ceneviz ve 1 Bizans nakliye gemisi Zeytinburnu açıklarında Osmanlı donanmasını atlatarak Haliç’e geçmeye muvaffak olur. İşte Fatih’e ait atını denize sürerken tasvir edilen o müthiş tablo o an cereyan eder. Öfkelenen Fatih, atını denize sürer.
Bu başarısızlık Osmanlı ordusunun moralini sıfırlar. Bizans ümitlenir. Üstelik Avrupa’dan gelecek Haçlı yardımları konusunda da ümitlerini ve dayanma güçlerini artırır. Osmanlı devlet erkanının büyük bölümü zaten kuşatmanın kaldırılmasından yanadır. İstanbul fethedilirse Fatih’in artacak itibarı yanında kendilerinin etkisizleşeceği endişesi yaşayan üst düzey devlet erkanının sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Bu olay üzerine sesleri daha da gür çıkar. Orduyu da yanlarına çekmek üzeredirler. Homurdanmalar iyice artar. Bu olayın hemen ardından aynı gün içinde Akşemsettin’in mektubu ulaşır Fatih’e... Mektup oldukça serttir ama son cümlesi “Söylediklerim tamamen sizi sevdiğimizdendir” diye biter.
.
İşte o mektup...
.
Acaba bugün kim kime karşılık geliyor diye dikkatle okumanızı önereceğim mektubun aslı Topkapı Sarayı Arşivi’nde muhafaza edilmektedir. Gemilerin Bizans’a ulaşmasına mani olunamamasını hatırlatarak başlayan mektubun günümüz Türkçesi ile metni aynen şöyledir:
.
“...Bu hadise, gemi ehlinden oldu. Kalbime büyük bir kırıklık ve üzüntü getirdi. Bir fırsat görünüyordu. Fakat bu hadise o fırsatı ortadan kaldırdı. Yeni gelişmeler oldu.
Birincisi, kafirler rahatladı, sevince boğuldu, moral buldu.
İkincisi, sizin görüşünüzün eksik, hükmünüzün ve kararlarınızın isabetsiz, sözünüzün tesirsiz olduğu görüşü kuvvet kazandı.
Üçüncüsü, dualarımızın kabul olmadığı, müjdemizin geçersiz olduğu ifade edilir oldu. Bu bakımdan bu hadise, bunun gibi pek çok mahzurlar doğurdu.
Şimdi yumuşaklık ve merhamet gerekmez. Bu hususta kusuru görülenler, fethe muhalif olanlar tespit edilip, bunlar görevden azil dahil gereken en şiddetli ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer bunlar yapılmazsa, kaleye yeni bir hucuma kalkışıldığında, hendeklerin doldurulmasına karar verildiğinde gevşeklik gösterilecektir.
Bilirsiniz, bunlar yasaktan (zordan) anlayan Müslümandır. Allah için canını, başını ortaya koyan azdır. Meğer bir ganimet göreler, canlarını dünya için ateşe atarlar.
Şimdi sizin yapmanız gereken, bütün gücünüzle, fiilen, emirle, hükümlerinize, sözünüzle işe sarılmanız, gayret göstermenizdir.
Bu tür görevler, gerektiğinde merhameti ve yumuşaklığı az, şiddet kullanabilecek zora başvurulabilecek kimselere verilebilmelidir. Bu, hem geçmişteki uygulamalara, hem de dine uygundur.
Allah şöyle buyuruyor: “Ey şanlı Peygamber! Kafirlerle, münafıklarla sonuna kadar savaş ve onlara karşı sert ol. Yumuşak davranma. Onların varacakları yer, cehennemdir ki, orası varılacak ne kötü yerdir.”
Bir acayip hal oldu. Üzgün bir halde otururken, Sâdâtın büyüğü, Cafer-i Sadık’ın işareti üzerine Kur’an-ı Kerim üzerinde mütalaada bulunurken şu ayete rastladım: “Allah münafıklara ve kafirlere ve ebedi olarak cehennem ateşini vaad etti. O, onlara yeter. Allah onları rahmetinin sahasından uzaklaştırdı. Onlar için devamlı azap vardır.
Bu ayete göre, bu işte gayret sarf etmeyenler de, senin emrine uymayanlar da Müslüman değildir. Bunlar, münafık hükmünde olup, kafirlerle cehennemde beraber olacaklardır.
İşlerini daha sıkı tutmandan ve sert davranmadan başka çare olmadığı anlaşıldı. Sonuçta Allah’ın yardımıyla biz buradan utanan ve gücenen değil, ferahlayan mansur (yardım edilen) ve muzaffer olarak dönen oluruz. İmdi, “kul tedbiri alır, takdiri Allah’a bırakır” hükmü her zaman geçerlidir. Neticede başarı Allah’tandır. Ama elden gelen bütün gayret sarf edilmelidir. Allah Rasülü ve ashabının sünneti de budur.
Hüzünlü bir halde iken biraz Kur’an okuyup yattığımda, bir takım lütuflara ve müjdelere mazhar oldum ve teselli buldum.
Bu söylediklerim sana boş söz gibi gelmesin. Gereğini yapasın. Söylediklerim tamamen sizi sevdiğimizdendir.”
.
Mektup işte böyle...
.
Demek oluyor ki, İstanbul’un fethini muştulayan hadisle cennetle müjdelenen ordu içinde olsalar bile, kendi kişisel çıkarları için hareket ettiği için cehenneme yakın duran insanlar var... Demek oluyor ki, millet için en kritik anlarda bile, kendi menfaatlerini ülkenin önünde tutan gruplar ve yapılanmalar olabiliyor. Şimdilerde bunların karşılığı her ne ise siz ona yorabilirsiniz. Yani hayırlı bir camianın ve projenin içinde olmak paket programda değerlendirilmek için yetmiyor. Bu sırada senin asıl niyetin ne idi sorusu da anlam kazanıyor.
.
Gemilerin geçişine engel olunamamasının oluşturduğu kritik eşikte Akşemsettin’in mektubunu alan ve yüreğindeki fetih arzusu yeniden alevlenen Fatih Sultan Mehmet işte o an gemilerin karadan yürütülmesi talimatını verdi ve ertesi akşam (21 Nisan’ı 22 Nisan’a bağlayan gece) bu muhteşem olay gerçekleşti.
.
29 Mayıs Salı günü İstanbul’a giren ve doğruca Ayasofya’ya giden Fatih, cuma gününe (1 Haziran’a) kadar mabedin namaz için hazırlanmasını emretti ve ilk hutbeyi de fethin gizli mimarı Akşemsettin’in okumasını rica etti.
Sözün kısası tarih sadece dünden ibaret değildir. Yaşadığımız an da bir gün tarih olacaktır. Ona göre yaşamak ve hayırlı iz bırakmak lazımdır.
.
Prof. Dr. Osman ÖZSOY Haber7
[email protected]
[email protected]