Haşim Akın
Aldanılmış Çaresizlik
Peygamber efendimiz; (sav) “Mü’min, bir delikten iki kere ısırılmaz…” diye buyurur. Yani Müslümanlığın kalitesini, “kandırıcıların kaldırmasına karşı uyanıklık…” olarak tarif ediyor. Ama biz toplum olarak ne hikmetse zaaflarımızdan yakalanma ve arka arkaya kandırılma konusunda ayrı bir deneyimimiz var. Bunu çok sevdik!
Çok iyi niyetlerle, halis duygularla “ihlas” kelimesini kaybettiğimizde kandırılmıştık. Birilerinin güler yüzüne, tatlı diline hayran olmuş, onların İslam büyüklerine karşı olan aşklarına(!) vurulup avlanmıştık… Sonra “İhlas” kelimesini ağzımıza alamaz olduk…
Müslümanların ticari sahada da güzel şeyler yapabileceklerine olan inancımızı, onların kurdukları şirketlere para vererek gösterdik. Sonra orada da kaybettik. Bir insan; iyi bir imam, güzel bir öğretmen, mükemmel bir komşu olabilir. Muttaki bir Müslüman olması da güzeldir… Ama tüm bunlar, onun bu kadar parayı idare edecek ticari kabiliyeti olduğu anlamına gelmez. “Onda bu kabiliyet var mıdır?” diye sorgulamadık. Çünkü biz onların o güzelim cümlelerine kandırılmaya müsaittik… Öyle de oldu. Ben de aynı yolla kandırılanlardan birisiyim. Böylesi bir Holding'de giden paramdan daha çok, Müslümanların güvenlerine ve umutlarına yanarım.
Ama bu kadarla da kalmadık. Ülkenin başına bela olmuş büyük bir çete ve terör grubu, yine Müslümanları arı - duru duygularıyla olta almıştı. Sayın başkanımızın “Kandırıldık!” ifadesini yadırgasak da doğrusu böyle… Onun böylesi bir açık sözlülüğünü yadırgayanlar, aslında başka bir yerde nasıl kandırıldıklarına itiraf etmekte zorlanacaklar.
Bugünlerde Adnan Oktar operasyonları var gündemde. Adnan Oktar ya da eski adıyla Harun Yahya… Onun kitaplarını kim basıp dağıttı bu ülkede? Biz değil miydik gazetelerin ekleri olarak o kitapları verip - ulaştıran? Okuyup, tavsiye eden? Birçok salon programlarında konferanslara çağıran kimdi? Onların “yaratılış mucizeleri” konusunda verdikleri konferans için imkân tanıyanlar nerede? Biz, onların Yahudilik ve masonluk isimli kitaplarında masonlar ile mücadele ettiğini düşünüp sınırsız destek vermiştik… Ama sonra baktık ki adamlar, Yahudiler için çalışıyormuş. Geriye dönük suçlu aramanın, birilerinin üzerine fatura kesmenin çok anlamı olmayabilir. Ama tüm camia olarak başkasını suçlamadan başımızı elimizin arasına alıp “nerede hata yaptık?” diye düşünmemiz lazım. Bugün bunu yapmazsak yarın yenilerini yaşarız.
Bir arkadaşımın Adnan Oktar operasyonları ile ilgili olarak sosyal medyada yaptığı bir paylaşıma, muhalif siyasi duruşu ile bildiğim bir başka arkadaşım şu cevabı vermişti: “Önemli olan bunlara polis operasyonu yapmak değildir. Bunların gelişmelerini engellemek, yeşertenlere fırsat vermemektir.” Bu benim güzel kardeşim yazdıklarını biraz düşünseydi, bu cümlelerle kurşunlu kendi ayağına sıktığını fark edecekti. Düne kadar -elbette iyi niyetlerle, halis düşüncelerle- Harun Yahya grubunun nasıl desteklendiğini en az benim kadar o da biliyordur. Yani bizim içimize zorla sokulmadılar… Bunların söz ve davranışlarının cazibesini kapılıp onları yeşertenler biziz…
Bugünlerde sosyal medyada yine İslami kıyafetler içerisinde bulunan bir grup bayanla “mehdilik oyunu” oynayan, onlarla şaklabanlık yapan birini görüyorsunuz. Biri biterken diğeri başlıyor yani… İnkarı mümkün olmayan gerçek; şeytan her koldan çalışıyor. Bizde de o uyanık olma hassasiyeti yok. Hadi gelin bu defa yaşadıklarımızdan bir ders çıkarıp kandırılmama konusunda bir azme sahip olalım. Yoksa inanın kandıracak şaklabanlar çok çıkacak.
Yazının sonuna bir fıkra gider mi? Adamın birisinde uzun bir boyun ve açık bir ense varmış. Her gelen, ensesine “şak!” diye bir tokat geçirilmiş. Sözüne güvendiği bir Bilge'ye gidip demiş ki; “Hocam ne olacak bu durum? Ben ne zaman kurtulurum bundan?” hoca şöyle bir süzmüş ve demiş ki, “Evlat! Sende bu ense ve ensenin üstünde de bu kafa oldukça sana daha çok tokat atan olur…”
Önce kafayı mı değiştirmeli yani…