Ali Akbaş

Ali Akbaş

TEK’in bir müdürü vardı. İsmi Birol Adalı idi. Biz de o yıllarda partinin en etkin insanları idik. Bu müdür, bizim İsmil’deki köyün muhtarının evinin önüne elektrik direği dikmemiş. Arkadaşlar müdüre gidip geliyorlar.

Müdür Nuh diyor, peygamber demiyor. Anlayacağınız bizim muhtarın evinin önüne elektrik direği dikilmiyor. Sırf bunun için Konya’dan bir heyet oluşturduk. Gittik Sayın Süleyman Demirel’e. Bu TEK Müdürü’nün alınmasını istedik. Herkes tek tek müdürden şikâyetçi oldu. Hatta adam için ‘Bu Müdür Cumhuriyet Halk Partili’ bile denildi. Süleyman Bey, masasının gözünden siyah ciltli kalınca büyük bir defter çıkardı. Bu müdürün isminin yazılı olduğu sayfayı buldu. Bize adamın geçmişini tek tek okumaya başladı: ‘Şu barajın kuruluş aşamasında şu bölümde çalışmış. Şu gölette şu görevi yapmış. Şu baraj için şu komisyonda imiş….’ Süleyman Bey tek tek adamın çetelesini bize okuyordu. Biz kızarmaya başlamıştık. Okudu… Okudu… Defteri kapattı, bize döndü ve dedi ki: Bu adam hizmet adamı. Hangi partili olursa olsun bu memleket için çalışmış. Madem Cumhuriyet Halk Partili. Gidin siz de adamı kandırıp Adalet Partili yapıverin.


Röp: Uğur ÖZTEKE


Bu haftaki konuğumuz Konya iş dünyasının, sanayisinin, siyasetinin önde gelen isimlerinden Sayın Ali Akbaş… Ali Akbaş 1948 yılında Güneysınır’da Akbaş ailesinin yedi çocuğundan biri olarak dünyaya gelmiş. O günkü köy hayatında bin bir çile ve yokluk içerisinde, Güneysınır’ın tozlu çamurlu yollarında arkadaşları ile telden yaptıkları çemberi çevirerek büyümüş. O çocukluk yıllarında telden yaptığı tel çemberden araba rüyalarını süslerken, taşın toprağın çamurun arasında hayal dünyasında o telden arabayla virajı alırken, nereden bilebilirdi ki, ilerleyen yıllarda adı dünyanın parmakla gösterilen bir otomobil markası ile anılacak. Evet yakınlarının, dostlarının ve Konya’nın kendisinden MERKON ALİ diye söz ettiği örnek insan Ali Akbaş ile yaptığımız sohbette, o çocukluk yıllarının tel çemberden arabası, arabanın kırmızı mavi boncuklarla süslü hali gözlerinin önüne geliyor, annesi, babası, kardeşleri ve komşuları ile o köyünün tertemiz havası, suyu gözlerinin önünde canlanıveriyordu.


Dile kolay, çayın şekerin bile lüks gıdadan sayıldığı yokluk içindeki o yıllarda annesinin bin bir emekle açtığı yufkanın kokusunu burnunda hissediyordu. 1948 yılında Güneysınır’da dünyaya gelmişti Ali Akbaş. Ailenin dördü kız,üçü  oğlan yedi çocuğundan biri olarak büyürken ilkokulu Güneysınır’da, ortaokulu Çumra’da, liseyi Konya Ticaret Lisesi’nde okudu. Köydeki yokluk yıllarına rağmen anne ve babasının büyük gayretlerini hiçbir zaman boşa çıkartmadı. Yokluk içerisinde okudu, okudu… Lise tahsilini de arkadaşları arasında efendiliği, sessizliği ve derslerindeki başarılarıyla parmakla gösterilen bir öğrenci olarak tamamladıktan sonra Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari İlimler Akademisi’ne devam etti. Adana’da da köyünden ilk kez çıkan bir Anadolu delikanlısı olarak yine anne ve babasına verdiği sözü hep hatırlayarak  başarı ile sınıflarını geçti ve mezun oldu.


Bu başarılı eğitimi sırasında iş dünyası ile de tanıştı. Ticaret Lisesi 2. sınıf öğrencisi iken Konya’da o yıllarda parmakla gösterilen iş yerlerinden birisi olan Kişioğlu Ticaret’te buldu kendisini. Kişioğlu Ticaret’i anlatırken birden heyecanlanan Ali Akbaş, “O yıllarda yabancı sermaye İstanbul’da olduğu gibi Anadolu’da da çok etkili idi. Kabaca tarif etmek gerekirse yabancı sermaye o kuruma koyduğu kadar sermaye kadar söz sahibi idi. Mesela bunlar İstanbul’da Sirkeci’de çok etkililerdi. Konya’da da Avrom Laçin diye bir insan Milangaz’ ın sahibi idi. Milangaz’ın Genel Merkezi de Sirkeci’de idi. Sermayenin tescilli başı idi. Bu adamdan çok şeyler öğrendik.


Bu arada Yapı Kredi Bankası’nda bile çalıştım. Yıl 1968 idi. Ama bankada üçüncü günün sonunda istifa etmek istedim. Şöyle ki, o dönemlerde bile bir bankaya girmek, bankada çalışmak çok büyük torpiller isterdi. Bizim öyle torpil yaptıracak gücümüz filan yoktu. Ama bir şans mı diyelim, tesadüf mü diyelim, bir anda kendimizi Yapı Kredi Bankası’nın Senetler servisinde bulduk. O işe üç gün tahammül edebildim. Üçüncü günün sonunda Müdüre çıkıp ‘Ben işten ayrılıyorum. İstifa ediyorum’ dedim. Tabii memurluğu filan bildiğimiz yok ki. Öyle kızdın mı ayrılmak olmazmış. Müdür on beş gün bekleyeceksin dedi. Çocukluk işte. Bankada on beş gün daha çalıştım. O on beş gün bana çok büyük bir azap oldu. Ve on beşinci gün istifa ettim. O müdürü hiç unutamıyorum. İsmi Süleyman Bey’di. Kadınhanılı idi. Bu müdürümüzü hiç unutamıyorum. Süleyman Bey daha sonra Hisarbank’ın Genel Müdürü oldu. Bir gün beni aradı, ‘Hadi gel benim Genel Müdür Yardımcım ol’ dedi. Tabii ki kabul etmedim. Ama müthiş bir adamdı. Bu kısa ve ıstırap dolu bankacılık günlerimin ardından muhasebecilik yapıyordum. Anadolu Sigortası’nın A Acentası oldum. Ama biz anamızdan babamızdan, köyümüzden ne öğrendi isek, aynı şekilde, burada da Doğrucu Davut idik. Millet para kazanıyor, biz kazanamıyorduk. Çünkü para kazanmak için, işin içinde başka şeyler varmış. Ama biz doğru yoldan, inandığımız ve bildiğimiz işlerden sapmadık. Askere giderken kardeşim ile birlikte karar verdik. Ve bu sigortacılık işini de bıraktık.


MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI’NIN


GENÇ TAHAKKUK SUBAYI


Ali Akbaş, her Türk genci için en kutsal görevlerden olan askerlik için gittiği kışlada Halıcıoğlu’ndan ilk üniformasını 1973’de giymiş. Acemilik döneminden sonra kendisini bir anda Milli Savunma Bakanlığı Tahakkuk Subayı olarak buluyor. Türk Silahlı Kuvvetleri çatısı altında da başarılı bir subay olarak üstlerinin, komutanlarının takdirini kazanıp, o kutsal yuvadan ayrılıyor.


MERCEDESLİ GÜNLER BAŞLIYOR


Askerlik sonrası 1977 yılında otomobil sektöründe bir dünya markası olan Mercedes firması ile çalışmaya başlıyor. Burada başarı merdivenlerini birer birer, ama sağlam bir şekilde çıkan Ali Akbaş’ın bu dünya devi içerisinde önce finansman bölümü ile başlayan yeni döneminde


geldiği en son nokta Genel Müdürlük. Elbette böylesine büyük bir markanın Genel Müdürlüğü’ne kadar uzanan yolda çileli, yorucu, deyim yerinde ise kılı kırk yaran titiz çalışma insanın adeta ömrünü alıyor.


Yine bu dönem içerisinde Ali Akbaş, 1989 yılında Konya’nın ilk yeminli mali müşavirleri arasında yer alıveriyor.  


Biz güzel sohbetimizde bir yandan keyifle çaylarımızı yudumlarken, diğer yandan Sayın Ali Akbaş bir anda hayatın bir başka penceresinden içeriye süzülüveriyor.


KIRATIN PEŞİNDEKİ SİYASET


İş dünyasında başarılı bir tırmanış, evinde iyi bir aile reisi olarak hızla yılları bir bir geride bırakmakta olan Ali Akbaş 1972 yılında gençliğinin rüyalarını süsleyen ideallerinden birisi olan siyasete de ucundan bulaşıveriyor. Türk siyasetinde 1960 ile 1980’li yılları ancak yaşayan insanların anlayabileceği bir dönem olarak kabul edecek olursak, 1972 yılının önemi çok daha iyi anlaşılacaktır. Evet, 1972 yılında Adalet Partisi Gençlik Kolları’na vesikalık fotoğrafını vererek kayıt yaptıran politikada da idealist genç, kısa sürede bu çatı altında da kendisini kabul ettirerek 1989 yılında İl Başkanlığı koltuğuna oturmayı biliyor. Söylemesi dile kolay gelen bu başarı aslında yaşam tarzının doğrulukları, dürüstlükleri, azmi ve inancı ile bir insanın nerelere gelebileceğinin de çok güzel bir göstergesi olarak karşımıza çıkıveriyor. Kırat’ın altında, onlarca yaşlı kurdun, genç mirasyedilerin arasından sıyrılıp onları buluşturan, barıştıran Akbaş 1991 yılında da Konya 3. Bölge’den (O dönemde bölge milletvekili vardı) milletvekili adayı oluyor. Ama o adaylık, siyasetin ne olduğunu bir kez daha tüm çıplaklığı ile onun karşısına çıkarıyor. Yine kendi ifadesi ile bu tarihten beş yıl sonra, yani 1996 yılında siyasete kendi adına son noktayı koyduğu tarih olarak kayda geçiyor.


‘HİZMET EDEN CHP’Lİ DE OLSA


SİZ ONU ADALET PARTİLİ YAPIVERİN’


Ama biz son noktadan önce politika denildiği zaman unutulmayacak hatıralara dönmek istiyoruz. Sayın Akbaş’a bunca fırtınalı bir siyasi dönemde unutamadığınız bir anı var mı desek, bize ne anlatırsınız?’ diye sorunca hiç düşünmeden, ‘Var. Bir anı var ki onu hiç unutamam’ diyor ve çayından bir yudum daha aldıktan sonra başlıyor anlatmaya: TEK’in bir müdürü vardı. İsmi Birol Adalı idi. Biz de o yıllarda partinin en etkin insanlarıyız. Bu müdür bizim İsmil’deki köyün muhtarının evinin önüne elektrik direği dikmemiş. Arkadaşlar (Ali Akbaş isimlerini tek tek sayıyor, ama yazılmasını istemiyor) müdüre gidip geliyorlar. Müdür Nuh diyor, peygamber demiyor. Anlayacağınız bizim muhtarın evinin önüne elektrik direği dikilmiyor. Sırf bunun için Konya’dan bir heyet oluşturduk. Gittik, Sayın Süleyman Demirel’e. Bu TEK Müdürü’nün alınmasını istedik. Herkes tek tek müdürden şikayetçi oldu. Hatta adam için ‘Bu Müdür Cumhuriyet Halk Partili’ bile denildi. O anı hiç unutamıyorum. Süleyman Bey masasının gözünden siyah ciltli kalınca büyük bir defter çıkardı. Bu müdürün isminin yazılı olduğu sayfayı buldu. (Bu arada çok önemli bir partiliyi de odanın dışına çıkartır.) Bize adamın geçmişini tek tek okumaya başladı. ‘Şu barajın kuruluş aşamasında şu bölümde çalışmış. Şu gölette şu görevi yapmış. Şu baraj için şu komisyonda imiş….’ Süleyman Bey tek tek adamın çetelesini bize okuyordu. Biz kızarmaya başlamıştık. Okudu… Okudu… Defteri kapattı, bize döndü ve dedi ki: Bu adam hizmet adamı. Hangi partili olursa olsun, bu memleket için çalışmış. Madem Cumhuriyet Halk Partili. Gidin siz de adamı kandırıp Adalet Partili yapıverin. Hizmet eden adama sahip çıkın.


Böyle diyerek bize nasihat etti ve bizi gerisin geri gönderdi. Bu kadar yıl siyaset ile uğraştım, bu anı unutmam mümkün değildi.


Tabii biz Sayın Ali Akbaş’ın partisinden siyasetten nasıl ve neden bu kadar soğuduğunu az çok biliyorduk. Lafı sürekli bu noktaya getirmek için sorular soruyor, ama bir türlü istediğimiz cevabı alamıyorduk. Ama Ali Abi bizim niyetimiz anlaşılınca tekrar başladı anlatmaya… “Evet ben 1991 yılında Süleyman Bey’e bir kez daha gittim. Kendim tek başına gittim. Aslında 20-30 muhtar, belediye belde başkanlarını toplar Ankara’ya bir çıkartma yapabilirdim. Ama tek başıma gittim. Kendilerinden  ön seçim yapılmasını istedim. Ama orada olur dedi yapmadılar. Bende siyasetten soğudum” derken canının sıkıldığı bir kez daha yüz ifadesinden çok net olarak belli oluyordu.


AP’YE İBADET GİBİ


HİZMET EDEBİLMEK İÇİN GİRDİM


Siyaset deyince Ali abinin yarasını deşmiştik. ‘Ben aklım erdi ereli ibadetimi yaparım. Hani derler yaaa, ibadet de gizlidir, kabahat de. Benim parti anlayışında ibadet edebilmek gibi bir anlayış vardı. Faydalı olmak bir şeyler verebilmek istiyordum. Ama böyle güzelliklere maalesef siyasette yer yok’ deyiverdi.


BENİ SİGARAYA


BAKKALIMIZ ALIŞTIRDI


Sigaranın dışında hiçbir kötü alışkanlığı olmadığını söyleyen Ali Akbaş, yaklaşık 20 yıldır da sigara içmediğini söyledi. Bu arada ilginç bir detay veren Sayın Akbaş, ‘Ortaokul da evimizin tam karşısında bir bakkal vardı. Daha sonra …… Camisi’ne imam olduğunu öğrendim Bakkal amcanın. Vallahi bu işe beni o bulaştırdı. Ama şükürler olsun ki artık içmiyorum’ dedi.


KONYA İYİ YÖNETİLMİYOR


Ali Akbaş ile sohbetimizde dönüp dolaşıp eskilere, dolayısıyla siyasete giriyorduk. Elbette işin ucundan, ortasından teğet filan derken zaman zamanda iyi konulara da dalıveriyorduk. Mesela ‘Ali abi, Konya nasıl? Eskiye göre bugün ne durumdayız?’ deyince Ali abi yine açtı ellerini, ‘Maalesef son 15- 20 yıldır Konya hak ettiklerini alamıyor. Bu şehrin kaderi böyle olmamalı. Biz bunları her yerde etkili ve yetkili insanlara da bire bir görüşmelerimizde söylüyoruz. Anlatıyoruz. Bakın 67-68’de Adana’yı gördük. Konya o zaman Adana’dan 50 yıl önde idi. Ama bugün gidin bakın Adana’ya…Bugün biz oraların 50 yıl gerisindeyiz. Ayrıca bizim bir eksik yönümüz de sivil toplum örgütlerinin iyi bir şekilde yönetilmemeleri. Avrupa Birliği diyoruz. Avrupa’da sivil toplum örgütleri en köklü, en etkili, en iyi teşkilatlanmış örgütlerdir…’ şeklinde görüşlerini açıkladı.


KIZLARIMIN EVLERİNİN


HANIMLARI OLMASINI İSTEDİM


Biz Ali abimizin artık bugün hiç hoşlanmadığı siyaset ile daha fazla üzülmesini istemediğimiz için biraz da özel konulara girelim istedik. Mesela Ali Akbaş’ın çok iyi bir Beşiktaş’lı olduğunu öğrendik. Ama aynı zamanda Fenerbahçeli ve Galatasaraylı damatları ve torunları olan bir baba, bir dede… Ali Abi aynı zamanda üçü kız, beş çocuk babası idi. Bir de tam sekiz torunu olan dede… Sayın Akbaş’a kızlarının eğitimini sorduğumuz zaman yine bir hayat dersi niteliğindeki cümleyi işittik: “Üçü de liseyi bitirdiler. Liseyi bitirdikleri zaman onları karşıma aldım. ‘Kızım isterseniz okuyun. Değil profesör, ordinaryüs olun… Ama benim için önce evininizin hanımı olun’ dedim. Kızlarım herhalde benim sözümü dinlemiş olacaklar ki şimdi evlerinde mutlu huzurlu birer anne ve eşler…”


 ……….


Biz bu tatlı, huzur ve mutluluk veren sohbeti Sayın Ali Akbaş’ın yoğun mesaisi nedeni ile tamamlarken kendilerine MEMLEKET Gazetesi olarak bir kez daha teşekkür ederiz…