Ali Patlak
Konya’nın ilk dökümcülerinden Panos Özararat’ın kalfası ‘Tek Yıldız ve Diba’ tınal sobalarının kurucusu Mustafa Patlak’ın oğlu, ihtilalde tutuklanan ve sıkıyönetim mahkemelerinde yargılananların avukatı MHP il eski başkanı
Söyleşi: Uğur ÖZTEKE
Konya’nın meşhur meçhul yüzleri
Konya’nın ilk dökümcülerinden Panos Özararat’ın kalfası, “Diba” marka tınal sobalarının kurucusu Mustafa Patlak’ın oğlu, Konya Barosu avukatlarından, 12 Eylül ihtilalinde tutuklanan ve sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanan ülkücülerin avukatlarından MHP İl eski Başkanı
ALİ PATLAK
4 Nisan 1957 doğumluyum. Ama nüfus cüzdanımda 15 Aralık 1957 yazar. Furkan Dede Mahallesi Fahrettin Ali Sok. No: 4’teki evimizde dünyaya gelmişim. Babam Mustafa, annem ise ev hanımı olan Semahat hanımdır. Ailenin ilk çocuğu benim. Benden sonra İbrahim, Adnan Serendem dünyaya geldi.
BABAM KONYA’NIN İLK DÖKÜMCÜLERİNDENDİ
Babamın mesleği dökümcülüktü. Babam Konya’nın ilk dökümcülerindendir. Hatta böyle bir bir sayıldığı zaman Konya’nın üçüncü dökümcüsü babamdır. Babam dökümcülük mesleğinde çok mücadele etmiş, ama o zamanlarda bile çok şeyler yapmış.
KÜLLÜK BAŞINI, PEKMEZİN NASIL YAPILDIĞINI VE DUT AĞAÇLARINI HATIRLIYORUM
O zamanki şartlarda evimiz tek katlı, kerpiç, topraktan bir Konya eviydi. Tuvaleti dışarıda, bahçesinden içeriye iki kanatlı tahta kapıdan girilen bir evimiz vardı. Samanlığı dışarıdaydı, evin içinde iki oda, bir mabeyn vardı. Mutfağı ve çeşmesi bahçesinde olan bir evdi. O zaman insanlar o günkü zorlu hayat şartlarında bile yaşam tarzı olarak annesi ve babasının dışında, akrabalarıyla, eşleri dostları ile, hatta bir sokak ötedeki komşuları ile huzurlu ve yakın yaşarlardı. Yani insanların sıcak ilişkileri vardı. Ufak bir mahalle bakkalımız vardı. Çocukluğumda unutamadığım şeyler arasında pekmezlerin yapılması vardır. Küllük başını çok iyi hatırlıyorum. O dut ağaçları hep gözümün önüne gelir.
NAZARA İYİ GELİR DİYE MUHACİR PAZARI’NDAKİ DEVELERİN TÜYÜNÜ KOPARIRDIK
Çocuklukta yine unutamadığım o develer ve eşekler vardır. İnsanlar Muhacir Pazarı’nın oraya develeri ile gelir ve şehre giderken de develerini Muhacir Pazarı’na bağlayıp giderlerdi. Çocukluk işte, biz de nazara iyi gelir diye burada develerin tüyünü yolar, saklardık. Eşeklere binerdik. Bir de Sultan Hamam’ın oradaki boşlukta bol bol top oynardık. O mahallede bir Aliye Nine vardı. Havva Ana, Hatice Nine. Ama Aliye Nine’nin müthiş bir kültürü vardı. Tek gözlü evde kalır, biz çocuklara hep hikâyeler, fıkralar anlatırdı. Aliye Nine çok ama çok bilgiliydi. Tümü yaşlı kimsesiz bu ihtiyarların, bütün ihtiyaçları mahalleli tarafından karşılanırdı. Çok güçlü bir sosyal dokusu vardı mahallenin.
EKMEĞİN ÜZERİNE YOĞURT SÜRÜP KAPININ ÖNÜNE ÇIKAMAZDIK
O günlerde insanların birbirlerine saygısı sevgisi yaşam tarzı bambaşka idi. Bunlar anlatılamaz. Ancak yaşanır. Hayatımda hala o ekmeğin üzerine yoğurt sürerek kapının önüne çıkmamıza dahi izin vermediklerini hatırlıyorum. Ekmek bile torbanın içerisinde getirilirdi. Ama siyah kara bir torbanın içinde. Yani o torbanın içinde ekmek olduğunu dahi kimse bilmezdi. Sebzeler kara torbanın içini göstermeyecek şekilde getirilirdi. Yani bir şeyi böyle açıkta millete göstere göstere getirmek ayıp, saygısızlık sayılırdı. Herkes birbirine yardımcı olurdu. Bizim evde ne olursa komşuda da olurdu. Bulgur, reçel, yemek gönderilir, ne varsa konu komşuya gönderilir, onlardan da bize gelirdi. Torunu olan hacı amcalar sadece torunlarını değil, bütün çocukları, hepimizi sever, hepimizi torunları gibi görürlerdi
AİLENİN BÜYÜĞÜ SOFRANIN BAŞINA GEÇMEDEN YEMEKTEN BİR KAŞIK DAHİ ALINMAZDI
O yıllarda aileler mahalle çeşmesinin başında, cami çıkışında bir araya gelir, uzun, samimi sohbetler ederlerdi. Bayram yemekleri 40-45 kişi ile yenirdi. Ailenin büyüğü sofranın başına geçmeden kimse yemekten bir kaşık dahi yemezdi. Kış günleri bir başka güzeldi. İki metre kar yağardı. Kar dama kadar dolar, biz de ailecek damdan kar kürürdük.
DEMOKRAT PARTİLİ BİR AİLEYDİK, BABAM KARDEŞİMİN ADINI MENDERES ADNAN OLARAK YAZDIRMAK İSTEMİŞ AMA
Muhafazakâr bir aileydik. Demokrat Partili bir aileydik. En küçük kardeşim doğduktan sonra yıl 1961’de babam nüfus müdürlüğüne gitmiş. Kardeşimin adını Adnan Menderes’i sevdiği için Adnan Menderes olarak yazdırmak istemiş. Ama nüfus memuru babama Adnan Menderes yazdırma amca, bak sonradan başın derde girer, çocuğun ismi Adnan Serendem olsun demiş. Kardeşimin ismi Adnan Serendem.
DEDEM DÖKMECİ İBRAHİM SÜT MAKİNALARI TAMİR EDERDİ
Dedem Dökmeci İbrahim, süt makineleri tamir ederdi. Buğday pazarının orada dükkânı vardı. Hoca efendiler, hacı efendiler akşamları dedemlerde toplandıkları zaman onlara ben hizmet ederdim. Çünkü dayımın oğlu O tarihte henüz doğmamıştı. Torun olarak ben onlara hizmet ederdim.
PANOS ÖZARARAT USTA’NIN KALFASIYMIŞ
Babam ünlü usta Panos Özararat’ın kalfasıymış. Mesleği ondan öğrenmiş. Hatta Panos Usta zaman zaman mübarek Ramazan ayı içerisinde babamı ziyaret için işyerine gelir, sohbet ederlerdi. Ramazan ayı olduğu için babam da Panos Usta’ya “Usta sen nasıl olsa oruç tutmuyorsun, arkaya geçelim de sana bir şeyler ikram edeyim” dediği zaman, Panos Usta hemen itiraz eder ve “Oğlum ne olur ne olmaz. Bizi bilen olur, bilmeyen olur. Şurada oturalım da kendimize bir laf söyletmeyelim” der ve oruç tutan insanlara saygısından hiçbir şey yiyip içmezdi. Panos Usta’nın vefat edinceye kadar sık sık babamı ziyaret ettiğini, babamın da kendisini ziyarete gittiğini biliyorum
BABAMIN LARENDE’DE TEMİZ İŞ ATÖLYESİ VARDI.
Bir gün değirmenci Yılmazlar geliyor ve babamdan bir döküm işi istiyor. Ama o Konya’da hiç yapılmamış bir iş. Babam bunu dökebilmek için, teknik gelişmemiş, hurda malzemelden deneme yanılma metodu ile alaşımlar yaparak işi döküyor. Babamın Larende’de ‘Temiz iş’ levhasının çakılı olduğu atölyesi vardı. Dükkan “hale” giden boşluktaydı. Babamın iş ortağı Memiş Küçüksarvan. İş yerimiz Küçükparsla aynı yerde idi
DİBA MARKA SOBALARI BABAM YAPMIŞTI
Babam Konya’nın ilk dökümcülerinden olduğu kadar da çok iyi bir ustaydı. Sanayici, işadamı olarak kalfaları ile en iyi hizmeti vermeye çalıştı. Üretici ve girişimci idi. O tarihlerde Konya’da Çelik dökümhanesi yoktu. Ben ilkokul veya ortaokuldayken babam İstanbul’a gider, Çelik döküm atölyesinde 3 ay çalışır. Orada bir bir döküm ocaklarını, yatay çelik ocakların ölçülerini alır. Erimesin diye karışımları ayarları anlar, gözlermiş. Babam ilkokul mezunu olmasına rağmen ölçülerini, birebir tutar. Orada nereye ne, niçin, nasıl dökülüyor diye hepsini tek tek öğreniyor, hatta bazılarını tek tek kâğıda not alıyor. Ve tekrar Konya’ya geliyor. Konya da ilk çelik döküm atölyesini böyle açıyor. Bu çelik döküm işi için O Tarihte İzmir’den Çelik Ali isimli ustayı uçakla Ankara’ya ,oradan da pikapla Konya’ya getirdi. Yıl 65-66 idi. O ustanın tüm masraflarını karşıladı. Ali Usta’ya ev kiraladı.. O zamana göre bu, örneğine çok az rastlanır bir girişimciliktir. Çok iyi bir sanatkârlardı.
Mesela “diba” marka sobayı babam yaptı. Diba Sobalarının markasını kuran babamdır.
ALTINÇEŞME İLKOKULU’NA GİTTİM, MATEMATİĞE ÇOK DÜŞKÜNDÜM
İlkokula Altınçeşme’ ye gittim. O zamanlar Altınçeşme İlkokulu olan okulumuzun adı daha sonra şimdiki Cumhuriyet İlkokulu oldu. Üçüncü sınıfa kadar rahmetli Rasim Seven Hoca bizi okuttu. Onun benim üzerimizde çok büyük etkisi vardır. Dördüncü ve beşinci sınıflarda başka bir öğretmenimiz derse girdi. Bakkalın oğlu Ali Rıza ve Ahmet hep birlikte olduğumuz, unutamadığım arkadaşlarımdır, kendileri ile hala görüşürüz. İlkokulda Matematiğe çok düşkündüm. Problemleri rahatlıkla çözer, çözmekle de yetinmez, mesela 5 kere beş yirmi beş eder ama niye 25 eder falanca sayının falanca sayı ile toplamı şunu ederden çok niye toplanması lazım diye arardık. İlkokulda bir gün matematikten niye bu işlemi yapmak lazım sorusuna cevap veremediğimiz için sınıf olarak sıra dayağı yediğimizi hatırlıyorum. Ama hatırladıkça bunun acı bir anı değil, faydalı bir anı olduğuna da inanıyorum.
AHMET AĞACIN ÜZERİNE ÇIKAR, TÜRKÜ SÖYLERDİ
Ahmet, ilkokul arkadaşım. Şimdi ilkokul öğretmeni Sık sık evimize gelir, kimi zaman ağacın üzerine çıkar, türkü söylerdi. Bir de Hatice Ablamız vardı. Arkadaşlar ile top oynarken sık sık onun camını kırardık o da kızgınlığından üstümüze su atardı, ilkokuldan sonra Mevlana ortaokulunda okudum. Bu okulun üçüncü mezunları biziz. Yıl 1969-70.
İLKOKULDAN SONRA BİZ MERAM’A TAŞINDIK
Bu arada biz ailecek Meram’a taşındık. Şimdiki Sinem Pastanesi’nin orada Allahverdi Apartmanı ikinci katta oturduk. Bakkal Mustafa amca vardı. Onun oğlu vardı Hayati, küçüktü. Hayati gazoz şişesinin içine leblebiyi doldurur içerdi. Bir de benim rahmetli dayımın hediyesi Hercüles marka bisikletim vardı. Meramdan / havzandan okula onunla gider gelirdim.
ORTAOKULDA FAZLA KİLOLUYUM DİYE BOKS YAPMAYA BAŞLADIM
Mevlana Ortaokulu’nun müdürü Sabahattin Şengül idi. Türkçe öğretmenimiz Mustafa Uyar, İngilizce öğretmenimiz Ömer Bey, Müzik öğretmenimiz İbrahim Çiftçi, edebiyat öğretmenimiz Demir Ali Göker’di.
Demir Ali Göker’in güftelediği, İbrahim Çiftçi’nin bestelediği Mevlana Ortaokulu Marşı vardı. Matematik öğretmenimiz Hacı Ahmet Öge idi. Ortaokulda çok başarılı bir öğrenci değildim. Ortaokulda iken ikinci sene fazla kiloluyum, kilo vereyim diye boks yapmaya başladım. Rahmetli Mustafa Güzelipek, Ali Kılınçoğlu, hocalarımız, Mehmet Kumova, Hamdi Yiğit, Nuri Eroğlu zamanında boks yaptım. Ama ben onlar gibi spor yapmadım. Zayıflamak için boks yapıyordum. Lise ikinci sınıfa geldiğim zaman milli sporculardan Hasan Oğuz, Turan Çumralıgil boksa başladılar. Onlar boksa benden sonra geldiler. Ben hepsi hepsi 4 sene boks yaptım.
ORTAOKULDA RESİMDEN BİR YIL, BEDEN EĞİTİMİNDEN DE İKİ YIL İKMALE KALMIŞTIM
Okula gidip gelirken, babamın dükkânı yakın olduğu için de sık sık babamın yanına gidiyordum. Dökümcülükteki babamın kalfaları kürkar döküm, pırlanta, pts; bunlar yaşıtım veya benden biraz büyük oldukları için bunlarala birlikte çalıştım. Ocak yükleme, basit kalıplar, maça işlerini yaptım, yani aslında iyi bir de dökümcü oluyordum. Her işi yapıyordum.
Ortaokulda resimden bir yıl, beden eğitiminden iki yıl ikmale kaldım. Komşumuz Nadir Uğurluoğlu havacı astsubaydı. Nadir Abi, nöbete gittiği zaman küçük çocuk olduğum için ben eşi Huriye Teyze’yi beklerdim. Ben ortaokulda iken velim de Nadir Amca idi. Nadir Amcanın Huriye Teyzenin ailem üzerinde benim okumam konusunda büyük etkisi oldu.
BABAMIN KAYINPEDERİM İLE TANIŞMA OLAYI
Babamın kayınpeder ile ilk tanışması ise şöyle olmuş. Bizim kayınpederler iş adamı. Değirmen fabrikasına kalıp yaptırmak için İstanbul’a gidiyorlar. Orada kalıp yaptırıyorlar. Konyada işi döktürmek için için sağa sola müracaat ettikleri zaman onlara ‘Bu dökümü ancak Patlak usta yapar deyip babamın adresini ve ismini verirler. Onlar da babama geliyorlar. Babam da ilk anda o kalıbı dökemiyor ama hurdalığa giderek değişik malzemeler getiriyor. Onları potada bir bir eritiyor. Deneme yanılma yoluyla en sonunda o istenilen alaşımı yapıyor. O küçücük parçayı döküyor. Yılmaz Makine’nin sahipleri bu alaşımı ve dökümü babamın yaptığına inanamıyor, yani inanmak istemiyor. Ve babamdan bunu yeniden bir daha dökmesini istiyor. İşte babam hurda malzemelerden, yani toplama malzemeden bunu tekrar döküyor. Yılmazlarla bu vesile ile tanışıyorlar. İş münasebeti arkadaşlığa dostluğa dönüyor. Sonradan Yılmazlardan Necati Yılmaz benim kayınpederim, babamla dünür oluyorlar.
ÜSTÜM BAŞIM KİRLİ DİYE BELEDİYE OTOBÜSÜNE BİNMEYE UTANMIŞTIM
Bir tatil günü yine babamla ve işçilerle birlikte dükkânda çalışıyordum. O gün babam cüzdanını evde unutmuş. Babam beni yanına çağırdı ve ‘para evde kalmış git evden al gel’ dedi. Üstüm başım kir pas içerisinde idi. Döküm yapıyorduk tabii. O üst baş ile Belediye otobüsüne binmekten utandım. Arka tarafa geçtim. Bisiklete bindim gidiyordum ki babam çağırdı. Nereye gidiyorsun? dedi. Ben de ‘Eve gidiyorum, üstüm kirli otobüse ayıp olur diye binmemeyim’ dedim Babam beni yanına çekti. Başımı okşadı ve ‘Seni bu kirli elbiselerle otobüste görenler ‘aferin bu çocuğa bak bu yaşta çalışıyor. Hayatı öğreniyor’ derler ayıplamazlar takdir ederler dedi.
PROF. ORHAN DEMİR İLE HEP BİRLİKTE YAN YANA OKUDUK
Bugün Prof. olan Orhan Demir ile Ortaokul birinci sınıfta aynı sırada okumaya başladık. 1.2. ve.3. sınıflar, lise 1,2,3. sınıflarda Orhan Demir ile hep yan yana oturduk. İstanbulda da hep birlikteydik. Hep birlikte büyüdük. Bu sebeple bütün ailesini tanırım, gerçekten sever ve hepsini, sayarım.
ERKEK LİSESİNDEKİ ÖĞRETMENLERİMİZ ÇOK İYİYDİ, ARKADAŞLARLA DOSTLUĞUMUZ İSE HALA SÜRER
Erkek lisesinde Okul Müdürümüz Ali Nail, Müdür Yardımcısı Kör Ömar (Ömer Kaya), Longo Osman idi. Lise 3’te birlikte olduğumuz arkadaşlarla 8-10 yıldan bu yana hep bir araya geliriz. Son toplantıyı geçen ramazanda, Bayramı’nın 1. günü kahvaltı yatık. Lise’de fizik öğretmenimiz Recep Metin ve Ahmet Günaydın, edebiyat öğretmenimiz Lütfi Göller, sosyoloji öğretmeniz Suat Uysal, edebiyat öğretmenimiz İbrahim Altunel, matematik öğretmenimiz Hüsnü Çeşmeci, İngilizce öğretmenimiz Mustafa Ülke kimya öğretmenimiz Vedat Büyükekmekçi’ydi.
36 KİŞİLİK SINIFTAN 35 KİŞİ ÜNİVERSİTEYİ KAZANMIŞTIK
Bugün geriye dönüp baktığımız zaman öğretmenlerimizin arasında sağcısı da var solcusu da vardı. İçlerinde bugün siyasette usta olanlar bile var. Ben Lise’nin 73-74 mezunuyum. O dönemlerde fotokopi makinesi diye bir şey yoktu ki, teksir makinesi vardı. Bugünkü gibi üniversiteye hazırlık kursları filan yaygın değildi ki. Olsa da kimde para vardı? Para verecek aile de yoktu. Bu hocalarımız Lise-2’den itibaren her yıl boyunca her hafta matematikten MESELA 10, fizikten 10 olmak üzere ikişer üçer sayfa, teksir makinesinden sorular çıkartırlar ve bizlerden sadece mürekkep parası olarak 5 veya 10 kuruş alırlardı. Bu sorularla biz üniversiteye hazırlanırdık. Daha sonra toplantılarımız sırasında Recep Metin Bey ve diğer hocalarımız İl Milli Eğitim Müdürlüğü olmak üzere eğitimde çok yüksek mevkilerde görev yaptılar. Toplantılarımız sırasında Recep Metin bey, Lise’yi bitirdiğimiz yıl sınıf mevcudunun 36 kişi olduğunu ve 35 kişinin üniversiteyi kazanmış olduğunu söylemişti bunu hep tekrar eder. 12 tanesi tıp doktoru olmak üzere ki, bunlardan 4-5 tanesi bugün profesör oldu. Hasan Koç, Recep Memik, Orhan Demir gibi… Şöyle geriye dönüp baktığım zaman o dönemde içlerinde belki de en başarısız öğrencinin kendim olduğunu düşünürüm.
Necmettin Erişen hayatımda etkili olmuştur. Necmettin Erişen Sahibata camiinde müezzindi. Yeniden mücadele derneği varya işte o derneğin başkanı. O tarihlerde bu dernek etkindi. Hayatımda etkili olmuştur.
BEN EĞİTİM MATEMATİK, ORHAN DEMİR ERZURUM BİYOLOJİ BÖLÜMÜNÜ KAZANMIŞTIK
Liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavına girdik. Ben Eğitim Fakültesi matematik bölümünü kazandım. Orhan Demir ise Erzurum Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji bölümünü kazandı ve biz birbirimizden ayrıldık. O zamanlar böyle telefon filan yoktu ki. Bir yerlerle görüşmek gerektiği zaman, şehirlerarası görüşmek istediğiniz zaman PTT’ye gider yazdırırdınız. Ben de PTT’ye gider, yazdırır, Orhan’la görüşürdüm. Ocak ayı gibiydi. Orhan bana telefonda ‘okulu bırakıyorum’ dedi. ‘Biyoloji hocası olmayacağım’ ben doktor olacağım dedi. Ben de ‘Ben de bırakıyorum’ dedim. Orhan’la oturduk bir yıl boyunca evde, Meram’da her gün ders çalıştık. Artık ikinci yıl sınava hazırlanıyorduk. Orhan beyin bu azmi, Azmin neler yaptırabileceğinin en açık örneği olmuştur.
Orhan beyin abileri Kerim bey Kadir bey vardı. Bana üniversiteye girmek için sıralamada yol gösterecek kimsem yoktu ki. Orhan ile birlikte Gazi Lisesi’nin girişindeki o kulübenin orada buluştuk, sıralamamızı o kulübenin penceresinde birlikte yapacaktık. Sağdaki o pencerenin orada sıralamamızı yaptık.11. sırada da hukuku yazdım. İlk tercihim benim de Orhan gibi tıp idi. Ancak ben 457 puanla Hukuk fakültesine girdim. Sonuçta burası oldu işte.
ÜLKÜCÜYÜZ DİYE BİZİ İLİM YAYMA YURDU’NDAN ATTILAR
Kaydımızı yaptırmak için İstanbul’a gittik. Özkaymak şirketi ile. Orada Necati abi vardı, bizimle o ilgilendi, bizi İlim Yayma Yurdu’na yazdırdı. 73-74 işte o gün hayata dair sorumluluğumuzun başladığını anladım. Yurtta ağırlık MTTB’nindi. O zaman akıncı yoktu. Daha sonra MSP’nin yurtta etkili olmaya çalıştığını gördük. İstanbul’da okumak gerektiğini, bilgi sahibi olmak gerektiğini, kültürlü olmak gerektiğini gördüm. Bu sebeple çok okuyorduk. Bugün bile bizim neslin, bizim kuşağın nasıl okuduğunu, bilinçli olduğunu çok daha iyi olduğunu görebiliyorum. Her hafta 8-10 değişik görüşte dergi kitap alıyorduk arkadaşlarla birlikte ve hepsinin altını çize çize okuyorduk. Necip Fazıl’ı, Seyit Ahmet Arvasiyi, Kadir Mısıroğlu, Cemil Meriç’i aralıksız okudum.
O tarihlerde yayınlanmış Kadir Mısıroğlunun kitaplarının takdiminde Ergun Göze’nin genç ülkücü, Yiğit ülkücü diye yazdığını hatırlıyorum. Cemil Meriçi, Kadir Mısıroğlunu Üstad Necip Fazılı, Sezai Karakoç’u daha bir çok kıymeti, tanımak ve dinlemek fırsatı buldum. iki yıl bu yurtta kaldım. Akıncılarda kurulmuş, yurtta akıncı – MTTB çekişmesi de başlamıştı. Beni ülkücü diye yurttan attılar. Artık okula devam etmedim. Sınav zamanları otellerde, arkadaşlarımın evlerinde kaldım.
SİYASİ OLAYLAR OLDUĞU İÇİN OKUL TATİL OLUYORDU, BU ARADA KONYA’YA GELDİM VE EVLENDİM
1978 yılında evlendim. Bu evlilikten 1980 doğumlu Mustafa, 82 doğumlu Zehra Betül, 96 doğumlu Hatice Kübra dünyaya geldi. İstanbul’da olaylar nedeniyle okul tatil olduğu zaman babamlar, oğlum Konya’ya gel diyorlardı. Bu arada düğün yaptılar. Üçüncü sınıfa geçtiğim güz evlendim. 80 Haziran’ının 16’sında tek dersten, icra-iflastan sınavım vardı. 2 gün önce Cumartesi günü oğlum dünyaya geldi. Oğlumu gördükten sonra tekrar İstanbul’a sınava gittim. 80’in Haziran’ında mezun oldum.
MUHASEBECİ MUAMMER KAVUT ABİNİN YANINDA ÇALIŞIYORDUM
Bu arada babam beni rahmetli Muhasebeci Muammer Kavut abinin yanına vermişti O arada da Muammer abinin yanında çalıştım. Fikri manada rahmetli Muammer abiden cemiyetçiliği, insanlığı, kültürü, insanlara güvenmeyi ondan öğrendim. Üniversite tahsilim boyunca Mart aylarında beyanname dönemlerinde Muammer abinin bürosuna gider, onun yanında çalışırdım.
OKULU BİTİRDİKTEN SONRA AVUKAT İHSAN CEYLAN’IN YANINDA ÇALIŞMAYA BAŞLADIM
Okulu bitirdikten sonra ise Muammer abi beni avukat İhsan Ceylan’ın yanına götürdüler. İhsan Ceylan abinin yanında stajımı yaptım. Siyasette de İhsan Ceylan’dan çok şeyler öğrendim.
İstanbul’da Kadir Mısıroğlu, Necip Fazıl Kısakürek’i, kubbealtında CEMİL MERİÇ’i dinlemiştim. Fikir hayatında, düşündüğüm zaman bugün niye bunlar olmuyor diye hayıflanırım. Biz gerçekten şanslıydık, çocuklarımız bugün aynı şekilde şanslı değiller. Bizim kafamızda fikirler oluşurdu. Sağcısı – solcusu. Bugün düşündüğüm zaman hepsini takdir ediyorum. Memleket adına hepsinin fikri vardı. Bu kıymetleri tanımak ve onları takip edebilmek bizim neslimise kısmet olmuş büyük nimetti. Çocuklarımız maalesef bundan mahrumlar.
SIKIYÖNETİM MAHKEMELERİNDE DAVALARA HAZIRLANIRDIK.
Bu arada ihtilal olmuştu. Yıl 1980. Ömer Ali Akkuş, Sahibata camiinin imamı. 12 Eylül sabah namazı vakti kapıyı çalıp ihtilalden haber verdi. 12 EYLÜL SEBEBİYLE ne kadar dergi kitap varsa akşama kadar zaten onları banyo kazanında yaktığımı hatırlıyorum. Hala o kitaplara ve dergilere üzülürüm.
İhsan Ceylan beyin bürosu 12 Eylülde açılan davalarla ilgili olarak bir merkez haline gelmişti. Halil İbrahim Gültekin, Celal Altıntaş, Abdullah Akçay, Mehmet Ali Uz, Mehmet Emin Ünüvar, rahmetli Macit Sarıkaya ve diğerleri vardı. Sıkıyönetim mahkemelerinin davalarına çalışıyorduk. Çok üst seviyede fikir alışverişi yapılıyordu. Bu avukatlık bürosunun bizim için bir ocak olduğunu düşünüyordum. Akşam fotokopiler çekilir sabah duruşmaya gidilirdi. Fotokopiler çekiyor, dosyalar okunuyordu. Bu ağabeylere gece yarılarına kadar dosyaları hazırlıyor yardımcı oluyorduk, şimdi ticaret yapan bir arkadaşımla birlikte. Burada çok büyük tecrübe kazandığımı hissediyorum.
ASKERLİĞİMİ BURDUR’DA KISA DÖNEM OLARAK YAPTIM
1982 yılında askerliğimi Burdur’da 4 ay kısa dönem yaptım. Elbette herkesin bir askerlik anısı vardır. Ama işte biz kısa dönemde yaptık, gittik geldik. Mart ayında askerliği bitirip tekrar Konya’ ya geldim. Askerdeyken kızım dünyaya geldi.
REMZİ AKHAN, HALİL HARMAN, MUSA ERARICI, MACİT SARIKAYA MÜCADELE VE FİKİR ADAMLARIYDILAR
İlk bürom Yayla han’da idi. Remzi Akhan, Halil Harman, Musa Erarıcı, Nurettin Taşar, Mustafa Üstün, Macit Sarıkaya ile bu süreçte tanıştım. Bu arada Halil Harman bağımsız olarak aday olmuştu. Bin oy aldık. Ama bu insanlar müthiş kültür insanlarıydı. Hepsi parmakla gösteriliyordu. Mücadele ve fikir adamı idi. Onların yanında kendimin eksikliğini, zayıflığını hissediyordum. Ama onlarla olmak benim en büyük şansım idi.
DEVLET BAHÇELİ GENEL SEKRETER İKEN İL BAŞKANI OLMAM İSTENDİ KABUL ETMEDİM
Mehmet Turan MÇP İl Başkanı idi. Devlet Bey (MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli) Genel Merkez’de parti yönetiminde Genel Sekreter’di. Araboğlu Makası’nda üçüncü katta İl binamız vardı. Yıl 1991 gibi, belki daha önce. Bir gün bana telefon geldi. ‘Ali Patlak il binasına gel’ dediler. Gittim. Mehmet Ali Uz da vardı. Benden İl Başkanı olmamı istediler. M. Ali Uz abi ile beni arka odaya çektiler ‘Ben il başkanlığını yapamam’ dedim, kabul etmedim. Israr ettiler, daha henüz 28-30 yaşında idim. Bütün ısrarlara rağmen il başkanı olmadım.
1991 yılında Aydınlar Ocağı’nın açılışında Remzi Akhan çağırdı. Sonraki zamanda Halil Harman Parti adına bir konuşma yapmamı istedi. 141-142 ve 163. maddeler panelde tartışılacaktı. Önder Sav Barolar Birliği Başkanı idi. Celal Altıntaş telefon etti. Halil Harman bana ‘MÇP adına burada konuşma yı sen yapacaksın’ dedi. Ben henüz üç kişiye dahi konuşmamıştım. Mustafa Sinan Ümit’e gittim. Arşivlerini istedim. Kapı Camii’nin imamını davet ettim. Konu ile ilgili ayeti kerimeleri sordum. (Bugün) Yardımcı Doç. Dr. İbrahim Dülger, Prof. Hasan Tunç’a gittim. Kendilerinden geniş bilgiler aldım. İl Başkanı Halil Harman’a hazırlıklarımı anlattıktan sonra Partinin “Genel merkezinin görüşünün ne?” olduğunu sordum. Rahmetli Başbuğ’un bu 3 madde ile ilgili bir bildirisi olup olmadığını sordum. Bana Başbuğ’un bir sayfalık metnini verdi. Alaaddin Düğün Salonu’nda bu forum yapıldı. İnsan Hakları Derneği vardı. Daha bir çok sivil toplum örgütü. Ben ise çömez bir avukattım. Önder Sav beni çağırdığı zaman salonda müthiş bir alkış oldu. Kıpkırmızı olduğumu hissettim. Hazırladığım metni okumaya başladım. Sonradan bizi de haklı çıkaran 163. madde ile ilgili bir tebliğ sundum. 141-142 ve 163. madde ile ilgili olarak sunduğum tebliğ; yıllar sonra DSP’li bir bakan tarafından ifade edildi, “bunlar TCK’dan kaldırılan 163 yerine uygulanıyor” diye. Benim sunduğum şekilde uygulama olduğunu ifade etmiş oldu haklılığımız yıllar sonra ortaya çıkmıştı.
PARTİM ADINA MERAM BELEDİYE BAŞKANLIĞI’NA ADAY GÖSTERİLDİM
Mahalli seçimler gelmişti. Meram Belediye Başkanlığı’na aday gösterildim. Harun Meral İlçe Başkanı idi.
Bir yıl sonra İl kongresine de 12 gün vardı. Muzaffer Onüçyıldız’dan sonra Servet Turgut ve Nihat Soğucaklı İl başkanı olmamı istemiş kabul etmemiştim. Atamayla Veli Çelik il başkanı oldu. Kongreye 12 gün kala il başkanlığına aday olmayı kabul ettim. Yusuf İnanç’ta aday oldu. Salona girdiğim zaman kendime oturacak yer dahi bulamadım. Yanılmıyorsam yıl 1995’di. Rıza Müftüoğlu, Recep Konuk, Muammer Orhan divandaydı. Kürsüye çıktım. Bana adaylardan başka kimseye söz hakkı yok dediler. Çok güzel bir konuşma yaptım, İl başkanı seçildim.
BAŞBUĞA GÖTÜRDÜĞÜMÜZ KAŞIKTAKİ ARAPÇA YAZININ KARŞILIĞINI ÖĞRENECEKTİK
İl Başkanı seçildikten sonra ilk defa Başbuğa ziyarete gidecektik. Hediye almak için Mevlana kaşığı, Kur’an-ı Kerim, kılıç ve bayrak aldık. Yanımda İsmail Arıkan da vardı. İsmail Arıkan’a (İsmail Hocam ki, bütün başkanlık süresince benim “bir eserdeki karaktere atfen sarı hocamdır).“Kaşıktaki yazıyı okutalım bak bunu Başbuğ mutlaka sorar” dedim. O da tamam dedi ama telaşeden unuttuk. Yönetimden 6-7 arkadaşla birlikte Ankara’ya gittik. Özel kalem müdürü Sami Cezzaroğlu bana ‘Ben size yalnız gelin’ demiştim diye sitem etti. Ben de ‘yalnız değil divanla geldik’ dedim. Makama girdik. Başbuğ bizi tebrik etti, elini öptük. 15-16 sayfalık bir Konya raporu hazırlamıştık. İlçe ilçe yapılması gerekenleri iki nüsha halinde hazırlamıştım. Ben raporu okurken, Başbuğ bazı yerlerde beni durduruyor, sorular soruyor niye böyle diye cevabını istiyordu. 10-15 dakikalık sunumum, sorular nedeniyle tam 45 dakika sürdü. Her konuyla ayrı ayrı ilgilendi. Daha sonra beni yerime oturttu. Teşkilat yapısı ile ilgili konuları anlattı. Benim ve arkadaşlarımın mesleğini sordu. Başbuğ insanları çok ciddiye alırdı. İnsanlar onun yanına belki titreyerek girerlerdi, ama o çocuklarla bile ilgilenirdi. Basın danışmamız Hadiye Hanım bir soru sormuştu. Çıkışımızda ‘Başkan sizi tebrik ederim’ demişti, basın danışmanımızla ilgili olarak.
Başbuğ’a üç defa arka arkaya ‘Ruhsat istiyorum, ruhsat istiyorum, ruhsat istiyorum’ dedim. Bana ‘Hangi konuda?’ dedi. Ben de ‘Konya’ya hizmet üzerine, çünkü Konya’da din üzerinden siyaset yapılıyor’ dedim. Bana otur dedi. Sonra da sakin sakin ve uzunca bir konuşma yaptı sözünü ‘din üzerinden politika yapanlar mahvolur, perişan olur’ diye tamamladı. Gözleri dolmuştu. Bizimle ilgili müspet kelimeler etti. Onare olmuş takdir edilmiştik.
Rahmetli Başbuğ’un hiç kimseyi oturarak karşılamaz olduğunu hatırlıyorum. Misafiri kim olursa olsun ayağa kalkar onları öyle karşılardı.
GENEL BAŞKAN GELMEDEN OTURANLARA BAŞBUĞ’UN MESAJI
Beyşehir Kurultayı vardı. Genel Başkan gelmişti. Her tarafta masaların üstünde beyaz örtüler serilmiş; Başbuğ’un oturacağı masa ise çiçeklerle süslenmişti. Genel Başkanın oturacağı masa ve koltuk belli iken Başbuğ kendisinden önce birilerinin masalara oturduğunu fark ettiği için herkesin duyacağı şekilde ayakta durdu ve beni azarlar gibi ama hepsinin duyacağı bir ses tonuyla ‘Sayın il başkanım, ev sahibi olarak oturacağımız yeri gösterir misin?’ dedi. Daha önceden masalara oturanlar hatalarını anlamışlardı hemen ayağa kalktılar. “Misafir olduğunuz yerde ev sahibinden izinsiz ve yeriniz gösterilmeden oturmayın” mesajı yerini bulmuştu.
BAŞBUĞ KIRMIZI HALIYA AYAKKABILARI İLE BASAN YAŞLI AMCAYA ÇIKIŞTI
Yine bir Beyşehir Kurultayı’ndaydık. Otağ kurulmuş, otağa giden yola da kırmızı halı serilmişti. Çadıra yaşlı biri geliyordu. Yaşı 70’in üzerindeydi. Halının üzerinde yürüyordu, hem de ayakkabılarıyla. Başbuğ birden yaşlı adama ‘çıkar ayakkabılarını’ diye bağırdı ve devam etti –‘halı bizim evimiz, evimiz namusumuzdur. Halının üzerende ayakkabı ile yürünmez.’ Yaşlı amca ayakkabısını çıkardıktan sonra geldi ve Başbuğa 250 yıllık sedef kakmalı at kamçısını hediye etti ve gitti. Yaşlı amca gittikten sonra Başbuğ Genel Başkan Yardımcısı Muhittin Çolak Beye ‘o beyefendiyi bul gel ve yerini de ona müsaade et’ dedi. Adam bir süre sonra geldi. Kendisinin elini öpmek istedi, öptürmedi. Yanına oturttu. Geçmişten uzun süre sohbetler ettiler çok samimi ve candan bir sohbetti. O sadece bir genel başkan değil bir liderdi Lider olarak ahlaki ve beşeri konularda da her fırsatta çevresindekilere mesajlar verirdi. Bu fırsatı değerlendirmiş “mahremiyetin” manası üzerine çevredeki gençlere mesajını vermişti.
Beyşehir’e giderken her tarafta bayraklar asılı ve yol boyunca yazılar vardı. Arabada giderken bana ‘Sayın başkan güzel süslemişsiniz’ derken ocakla ilişkilerimizi sorguluyordu. Hangi köyde hangi mahallede ne var diye bilgi alıyor halkın neyle uğraştığını nasıl geçindiğini soruyor ve yörenin tarihi özelliklerini soruyordu.
İL BAŞKANLIĞINI KAYBETTİK
İl başkanlığını kaybettik. Biz Tuğrul beyi destekledik. İstifa ettim. Şefkat Beye eğitim programı sunduk. İl Başkanı değildim ama yapılması gerekenlerle ilgili bir rapor vermiştim. MHP iktidar ortağı iken 2001-2002’de yeniden il başkanı adayı oldum. Hazırladığımız eğitim programları itibar gördü. Genel Merkez istedi. bu programları uygulama fırsatı bulduk.
Benden sonra İsmail Arıkan İl başkanı oldu. Temayülde 16. sırada milletvekili adayı olduk. Tabii nasip değilmiş, meclise gidemedik.
HAYATIMIN KÖŞE TAŞLARI VARDIR
Eskisi kadar olmasa da en büyük zevkim kitap okumaktır. Çok okurum. Necip Fazıl’ın şiirlerini okurum. Annem babam, Orhan Demir, Nadir Uğurluoğlu, Muammer Kavut, İhsan Ceylan, İsmail Arıkan hayatımın köşe taşlarıdır.