Serpil Yalçınkaya
Alışveriş Sonrası…
Ne kadar da çok şey almışız, dayanamıyorum çarşıya çıkınca, gözüm dönüyor sanki saldırıyorum eteklere, bluzlara, diyordu ellerindeki naylon çanta ve poşetleri ayağıyla çektiği sandalyenin üzerine koyarken. Ve kocaman bir oflama puflama eşliğinde diğer sandalyeye de kendini zor attı. Boğazına hâkim olamayıp da hızla kilo alırken yürümenin, alışveriş yapmanın eskisi kadar kolay olmayacağını düşünmemişti hiç.
Kocası , lüzumlu lüzumsuz doldurdun yine çantaları evde nereye tıkıştıracaksın, dedi self servis alınan bol müşterili sokak dönercisine sipariş vermek için kasaya giderken... Sonrasında elindeki iki tepsi dönerle masaya geri gelirken konuyu çoktan kapatmış, bir an önce karnını doyurmanın telaşındaydı o da.
O sırada sokak ortasına atılmış iğreti masa ve sandalyeler arasında(çok ucuz olduğu için çok müşterisi olan küçücük dönerci çareyi yol ortasına masa sandalye atarak bulmuştu ) gezen mendil ve yara bandı satan kadına da eliyle istemiyoruz işareti yaparak, kendi masalarına yanaşma şansını bile vermedi.
Alışverişine karışan kocasına kızan hanımefendi biraz ondan hıncını alabilmek biraz da vicdanının sesine kulak vermek için ,ne diye gönderiyorsun yaşlı başlı kadını. Dilense daha mı iyiydi yani,diyerek hemen kol çantasından pırıltılı taşlı büyük cüzdanını çıkartarak 2 lirayı hızlıca alıp az ötedeki masalar arasında elindekileri göstererek satmaya çalışan kadının yanına gitti.
-Bir yara bandı alayım, ne kadar? Cevabını beklemeden kadının avucuna da 2 lirayı bırakıverdi.
- 1 lira ama gönlünüzden ne koparsa diyecektim, sağolun 2 lira verdiniz…
- Sen o zaman bir tane de mendil ver bana.
Ne olsundu canım, 1 lirayı öylesine mi verecekti. Az önce kocasına kızmıştı, dilensin mi kadın, bak işte bir şeyler satarak geçinmeye çalışıyor, diye. Ama satıcı kadın sanki kocasını haklı çıkartırcasına ‘gönlünden ne koparsa’ diyordu. Demek ki fırsat verilmemeliydi gerçekten bunun gibilerine. Satılan malın ücreti ne kadarsa ödeme de o kadardı. Ne demekmiş öyle gönlünden ne koparsa lafı…
Oturdu yerine soğumaya başlayan döneri bir an önce yutmanın telaşına girişti bu kez. Ucuz, basit bir lokantaydı burası. Kendisine yakıştıramıyordu böyle sokak ortası, oldukça vasat bir yerde yemek yemeyi. Ama ah işte kocası… Onun için hiç fark etmezdi, yemek olsun yeterdi. Neyse tadı fena değildi en azından.
Tam son lokmasını ağzına atmıştı ki satıcı kadının lokantaya girdiğini gördü. Ne yani üç kuruş için ‘gönlünüzden ne koparsa’ diye yalvaran kadın( her ne kadar kendisi de o üç kuruşuna kıyamayıp karşılığında ‘ bir de mendil ver o zaman’ demiş olsa da) nasıl oluyordu da lokantada yemek yeme lüksüne girişiyordu. Şuna da bak, diyordu içinden. Nasıl yani. Sen milletin masasında dolaş, tanesi bir liradan bir şeyler satmak için çırpın dur, sonra da git rahatça lokantada karnını doyur. Git simit al, ekmek al, içine az biraz zeytin koy ye. Ama burada yemek yiyen müşterilerinle aynı yemekten yeme. Çünkü buradakiler hali vakti yerinde, sen ise… Durumun belli… Çok rahatsız oldu bu durumdan hanımefendi. Homurdanmaya başladı, elindeki döneri de bitmişti zaten. Hemen kalkmak istedi masadan. Kocası değil miydi zaten onu buraya sürükleyen. Bir kere daha anlamış olmuştu işte buranın ne kadar vasat, hiç de kendine uygun bir lokanta olmadığını, şu satıcı kadının da döner satın almak için içeri girmesiyle. Ne bileyim canım işte hakkı yoktu sanki o kadının buradan döner satın almaya…
Tam ayağa kalkmış, alışveriş çantalarını( çanta bile değil, poşetti aslında çoğu. Kendisi gibi ucuz parçalardan ne bulduysa toplamıştı, kendi kendine itiraf edemese de. Ama olsundu. Altın günlerinde kimse arkasındaki etikete bakacak değildi ya; marka bunlar şekerim, marka diyerek havasını atmanın bir yolunu bulurdu elbet.) yüklenmişti ki kadının dışarı çıkıp beklediğini ve az sonrasında garson(kılıklı bir çocuk)un kâğıda sarılıp poşete konulmuş döneri kadına sessizce uzattığını gördü. Ohhh, çok şükür. Böylesi daha iyiydi. O kadının kendilerinin yediği yerden yemek satın alamayıp, lokantacıdan yemek isteyip, bir kenarda beklemesi ve para ödemeden yemesi… Yoksa maazallah kendisini çok alçalmış gibi hissedecekti( Kendi içindeki alçaklığın farkında olamadan)…