Adem Alemdar
Allah'ı bilmiyor, ama iyi İngilizce biliyor!
Dost acı söyler deyip hükümetin eğitim politikasının başarısızlığını anlatmıştım geçen hafta. Çocukluğumuzun en önemli hazineleri, tarihimizi ve tarihi şahsiyetlerimizi en iyi anlatan, elimizden düşmeyen kitapların yazarı Yavuz Bahadıroğlu da Cumhurbaşkanımıza açık bir mektup yazarak şekvacı oldu eğitim ve kültür politikalarından. Yeter gayri, biraz da diktiğiniz binaların içine doldurduğumuz çocuklarımıza, gençlerimize ehemmiyet verin diye...
Bahadıroğlu'nun yazısı bir kesim tarafından çok haklı bulunup alkışlanırken bir kesim de her zaman olduğu gibi yine cart curt etti! Biz de bu ve benzeri yazıların dikkate alınmasını ve yeni yol haritası çizilirken göz ardı edilmemesi gerektiğini söylüyoruz. İnşallah duvara konuşmuyoruzdur!...
Çocuklarımızın hayatlarında müspet manada bir değişikliğe vesile olmak için geçen hafta Mustafa Kutlu'nun eserleri bir çok okulda panelist öğrencilerimiz tarafından anlatıldı. İbrahim Ethem Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi'ndeki panele ben de davet edildim. Paneli dinledikten sonra kısa bir değerlendirme yapmamı istediler ve mikrofonu uzattılar. Mustafa Kutlu'yu tanıyan var mı, kitabını okudunuz mu diyerek girdim konuşmama...
Düşüncenin güzel, formatın eksik olduğunu söyledim, itiraz ettiler. Her yerde anlatılıyormuş da bu bizim programda bir aksilik sonucu o kısım eksik kalmış! Her neyse, netice itibariyle Mustafa Kutlu diye biri varmış ve çok güzel eserler yazmış bari birini okuyayım diyen çıkar, üç, beş, yedi gencimiz takılır peşine diye sevindik.
Eğitim meselesinde almamız gereken çok mesafe var. Örneğin, TEOG imtihanında derece yapan çocuklarımız öncelikli olarak hangi okulları tercih ediyorlar! Niye o okullar diye kafa yorulmalı...
Robert Koleji, Galatasaray Lisesi gibi okulların cazibesi nereden geliyor mesela!
Devleti yöneten yüksek bürokrasinin biyografilerinden etkileniliyor olabilir mi!
Büyükelçiler, konsoloslar, müsteşarlar, müsteşar yardımcıları, genel müdürler, daire başkanları...
Yıllarca bir kısır döngünün kurbanı mı olduk yani. Bu meşhur okullardan mezun olanlar iyi makamlara geliyorlar diye hep tercih edilmişler. Tercih edildikçe de en zekiler, en çalışkanlar buradan çıkmış...
İngilizceyi, Fransızcayı, Almancayı, Arapçayı, Rusçayı ve başka pek çok dili öğrensin çocuklarımız bu gerekli, ama sırf iyi yabancı dil bilene değil, milletin emrinde milli ve manevi değerleri haiz çalışkan gençlere ihtiyacımız var. İyi ingilizce biliyor diye gâvurların peşine takılıp sol eliyle çatal tutan, danseden, caz dinleyen, piyano resitallerini kaçırmayan, tiyatrolarda boy gösteren beyefendilerden ülkemiz için fazla bir beklentimiz olamaz zaten!..
İyi bir nesil iyi öğretmenler eliyle yetiştirilir. Maalesef anneler babalar koyuverdiler çocuklarını akıllı telefonların, tabletlerin insafına. Öğretmen çocuğu sanal dünyadan çıkarıp gerçeğiyle tanıştırabilmeli. Ahlak yoksunu, dinden diyanetten uzak, Allah'tan korkmayan, peygamber tanımayan bir öğretmen ideolojik saplantısı varsa ancak sokaklarda kaldırım taşı sökerek polislere atan anarşist yetiştirir, yoksa ot gibi yaşayan sıradan gençler...
Yaz geliyor yine ve tatil hesapları yapılıyorken aileleri uyarıyorum, çocuklarınızı Kur'an kurslarına yazdırın. Kur'an okumayı öğrensinler, Peygamberimizi tanısınlar, dinlerinin fıkıhlarına vakıf olsunlar ve en önemlisi bu dünyanın geçici ahiret hayatının ise sonsuz olduğunu idrak etsinler de büyüdükleri zaman hesap gününden korkarak yaşasınlar...
...
Kravatın güzelmiş sayın başkanım!
Ankara'da öyle bir bürokrat sınıfı oluşmuş ki dillere destan!
Öyle halkın gidiverdiği esnaf lokantalarını beğenmiyorlar, adı sanı belli markalı mekanlarda cam şişeli sular içiyor, etin küşlemesine vuruyorlar. Elbiseler, kravatlar, ayakkabılar hep en kaliteli mağazaların eseri. Üstlerini, başlarını yakıştırıyorlar, renkleri uyduruyorlar hepsine tamam diyoruz, işini yapsın da varsın cakasını da satsın diye ama, gazın ayağı öyle değil!
Yapıvermiyorlar, edivermiyorlar, kasıyorlar...
Bakın, Hz Ömer bir vakit namazı aksatan valiyi görevden alıyordu, namazı zayi ederek kendisine yazık eden, halkın nelerine zarar vermez diyerek. Şimdi siz milletin hizmetine koşturacağınız yerde makam arabalarının arka koltuğunda hesabı kimin ödediğine bile bakmadan gezip tozuyorken, yiyip içiyorken, yönetimlerle, yolluklarla cebinizi dolduruyorken hem bu dünyada hem öbüründe görürsünüz ebenizin hörekesini!
Sizi artist gibi gezin diye oturtmadık oraya. Markanız da cakanız da batsın yerin dibine. İşinizi yapın. Uykusuz kalın, ama aldığınız huzur haklarının hakkını verin!
Haaa bu dediğim sınıf sadece Ankara'da mı! Her yerde; Konya'da da varlar ve hızla çoğalıyorlar!
Kendinize gelin beyler! Size ahireti hatırlatıyorum, hesap var diyorum, duyuyor musunuz!
Hz Ebu Bekir vefat ettiğinde yerine geçen Hz Ömer sorumlulardan hazineyi devralırken soruyor bu sandık nedir diye. Diyorlar ki bu Hz Ebu Bekir'in almayı reddettiği halifelik maaşları. Meğer hiç maaş almadan idare etmiş devleti onca zaman. Ufak tefek ticaretten kazandığı parayla yaşamış...
...
Teheccüd namazını ifşa etmek!
Bir merasim için toplanmıştık, çaylar içiliyor, pastalar yeniliyordu. Mevzu nasıl açıldı, anlayamadım birisi sigara haram, içenlere iyi bakmam falan dedi. Yanı başında oturan ilahiyat mezunu bir tiryaki haramlığı tartışılır, mekruhtur şeklinde konuştu ve tartışma büyüdü...
Haram olduğunu iddia eden sazı eline aldı, herkesin canına okudu. Hızını alamadı, kendisinin nasıl iyi bir müslüman olduğunu, sürekli sohbetlere gittiğini ve bu işi bildiğini bağıra bağıra haykırıyordu. Mektep medrese görmemiş olmasının bir önemi olmadığını da sıkıştırdı araya. Belli ki iyi para kazanıyordu ve çok para sahibine özgüven veriyordu. Yaşı bizden bayağı büyük olduğu için ne derse alttan aldık, he dedik ama susmak bilmedi. Neredeyse salondaki herkesin kendisine biat etmesini isteyecekti...
Soğuk rüzgar esiyordu, ancak ortam sıcaktı ve ter bastı herkesi. Ne yapsak da şu mevzu kapansa diye kıvranırken birisi daldı konuyu değiştirmek adına. Ancak amcamız hızını alamamıştı ve şeytan hössüklüyordu söyle söyle diye. En sonunda onu da dedi ve kurtuldu. Efendim hacı abimiz geceleri teheccüde kalkarmış...
Bunu söyleyince o kocaman adam gözümde sinek kadar kalıverdi. Biliyorum o da pişmandı teheccüdü söylediğine ama söylemişti ve tam tersi bir etki olmuştu. Salondaki herkes bir kat daha saygı duyacağı yerde bir pisliğe bakar gibi oluverdi biranda...
Maalesef tartışmalarımızda galip gelmek tek amacımız haline geliyor. Oysa hakikatı bulmak, doğruya boyun eğmek gerekmez mi? Benim dediğim doğru, inanmazsanız bakın ben çok acayip ibadet eden yüksek dereceli bir müslümanım gibi saçmalıklara kadar gidiyor mevzu. "Ne zaman akıllı bir adamla tartışsam ikna ettim, ne zaman ahmak bir insanla tartışsam mağlup oldum" diyen İmam Şafi'ye selam olsun...