Adem Alemdar
Anlatabiliyor muyum, bilmiyorum!
Seyit Mehmet Buğa abi önceki gün hakkın rahmetine kavuştu inşaallah. Kendisini çok severdim, son yıllarda sık olmasa da belli aralıklarla görüşürdük. Bir mevzuyu anlatırken derdi hep "anlatabiliyor muyum bilmiyorum" diye. Anlatabiliyordun abi de biz anlayamıyorduk...
Memleket Gazetesi'ni kurmaya niyetlendiğimiz günlerdi. Büyüklerimizle sırayla istişareler yapıyor, fikirlerini alıyorduk. Seyit abiye de gazete kurmak istediğimizi söyledik. Niye dedi, yeterince gazete yok mu, diye de ekledi, anlattık niyesini. Peki, ikna oldum dedi. Tabi uzun muhabbetten sonra gideceğimize yakın bir de "elim içinde" dedi, ama ne demek istediğini o zaman kavrayamadık. Ayıp olmasın diye de soramadık bu ne manaya geliyor diye. Acaba ben de ortak olayım mı dedi, sizi destekleyeyim mi dedi diye epey kafa yorduk sonraları da nihayetinde anladık. Böyle bir deyim varmış. Yeni bir işe kalkışana denirmiş...
O muhabbette Seyit abi bana direk bir soru sordu, "babandan dualı mısın?" diye. "Abi, babam sizlere ömür, ancak hayattayken hep duasını aldık, hatta annemin dediğine göre arkamızdan hiç eksik etmezmiş duasını" dedim. "Öyleyse hiç korkma, Allah'ın izniyle çık yola" dedi. Çıktık yola o gazla ve bugünlere geldik çok şükür...
Cenaze namazında bulunmak, tabutundan tutmak, kabrine bir avuç toprak atmak için karın kışın içinde gelmişti hatırası olan herkes. Seveni çoktu maşallah, ama sevmeyeni de vardı. Bildik holding tantanaları. Vay efendim milletin parasını toplamışlar da vermemişler de... Bu gibi lafları belki en az hak edenlerden birisiydi Seyit Mehmet abi. Çünkü insanların gerçek manada kâr zarar ortaklığı için birikimlerini getirmelerini istiyordu. Sırf kâr sözü vermiyordu. Holding adına pirim kazanmak için bu tür yollara sapanlara da duydukça itiraz ediyor, öyle yapmayın diye ikaz ediyordu...
25 yıla yakın holding başkanlığı yaptıktan sonra bir gün genel kurulda indirdiler başkanlıktan. Ömrünü verdiği, çocuğu gibi büyüttüğü, şirketin adıyla özdeşleştiği halde tasını tarağını toplayıp çekti gitti.
Ne kendisine bu hazin sonu hazırlayanlara ne de bir başkasına bu konuda dedikodu mahiyetinde dahi olsa kötü söz söylemedi. Başkanlığı bıraktıktan sonraki yıl röportaja ikna ettik, dün gazetede tekrar yayımlandı, sanki hiç bir şey olmamış gibi sakin bir şekilde yaşadıklarını ve düşüncelerini anlattı...
Seyit abi dünyadan tahmin edildiği gibi zengin birisi olarak göçmedi. Mal biriktirme sevdasında değildi, kazandığını çocuklarının eğitimine harcadı. Çünkü o bir dava adamıydı. Büyük bir davası vardı...
Dava arkadaşları ve dostları omuzladılar tabutunu. Herkes haklarını helal ettiler, öyle sanıyorum ki o da herkese helal etmiştir hakkını. Bizim de sıramız geldiğinde gideceğimiz yere gitti, Rabbine kavuştu. Çok şey söylenebilir, yazılabilir, ancak yeri doldurulamaz kocaman yürekli bir adam daha dünyanın beş para etmez bir oyalamaca olduğunu haykırarak koydu gitti. Başta sevgili dostum oğlu Ahmet Buğa ve kıymetli kayınbiraderi Necati Loras olmak üzere tüm akrabayı taallügatına ve ahbaplarına baş sağlığı dilerim. Allah rahmet eylesin...
..........................................................
Paralelle mücadele nasıl yapılıyor?
Geçtiğimiz günlerde uzun yıllardır tanıdığım ve ahbaplık yaptığım birisi paralelcilikten dolayı meslekten ihraç edildi. Profesörlük, murofesörlük bitti, pazarda maydanoz satacak. Oysa geçmişi iyi araştırılsa belki de taltif edilecek birisiydi. Çok örnek var böyle...
Bu haşhaşiler meselesinde yanlış giden bişeyler var. Yukarılarda bi yerlerde suyun yolu değiştiriliyor sanki. Herkesin kafasında soru işaretleri bırakan şu büyükelçi suikastçısı örneğin. Çocuğu evvela açığa almışlar, 15 gün sonra da 'pardon sen sağlammışsın' diyerek gerisin geriye görevine iade etmişler. O da yaptı yapacağını. Peki bu polisi kim açığa almış, sonra kim bu sağlam demiş bilinmiyor...
Baştan beri herkesin dediği bir şey var. Öğretmenler, polisler, hacılar, hocalar, tüccarlar tamam da hiç mi üst düzey bürokrat veya siyasetçi yok atılmayı hak eden!
Bundan iki yıl evvel Konya'da bir kurumun müdürlüğünü yapan dostumla konuşuyordum geçen. 2014'te Ankara'dan iki müfettiş gelmiş ve müdüre demişler ki; bu kurumda kimler paralelci? O da akıllı maşallah, siz kimsiniz birader! Sizin paralelci olmadığınızı nereden bileceğim. Böyle bir bilgi veremem size demiş. Aynı müdür o zamanlar 'paralelci değil diye' görevden alınmıştı. Sonra özür dilenerek iade edildi görevine ve bu sefer de 'paralelci' diye alındı. Tekrar özür dilendi, bir kenarda devletin ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyor şu aralar...
El'an Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin'in bakanlık yaptığı dönemde; çalıştığı bakanlığa aldığı sayısını bilmiyorum bürokratların belki yüzde 90'ı paralelcilikten alınmış vaziyette. Kalanlar kaldı. Peki bunları buralara alanların hiç mi suçu yok! Var ve pişman olduysa, atılanların da belki kimisi pişman olmuştur, onlara da sorsalar ya!...
Sayın Davutoğlu başbakan iken, bundan 10 ay kadar öncesi kurum ve kuruluşlara başbakanlıktan bir yazı gönderildi. Emrinizde çalışanlar içinde terörle alakalı olanlar varsa bildirilmesi diye...
İyi de mubarek, yazıyı yolladığın adam en başta paralelcinin hası. Ne desin sana, ben varım mı desin! Ya da sapa sağlam çocukları paralelci diye mimleyip kendisi ak kaşık gibi çıksın mı ortaya...
Böyle mücadele mi olurmuş dediydim o vakitler. Aynı şekilde düşünüyorum, mücadele şekli darbeden ve OHAL'den dolayı biraz değişti ama yeterli değil!
Adam gibi bir istihbarat teşkilatı kurulmalı. Kimseye güvenmiyorsa, il başkanına da mı güvenmiyor siyaset. Güvenmiyorsa il başkanını değiştirsin. Güvenilen il başkanları canavar gibi çocukları seçip yollasın, gerekirse vatanı için şehit olmaya hazır milyonlar bunu bekliyor...
Ankara'da bir bürokrat havuzu var. İçinde 3-5 bin kişi. Çevirirler çevirirler aynı adamları oraya buraya müdür, daire başkanı, müsteşar atar dururlar. Yeter bıktık yahu. Temizleyin artık. Alttan tertemiz gençler geliyor, açın önlerini kelleyi koltuğa alıp kurtarsınlar vatanı ne kadar namussuz varsa!
....................................................................
Gülmek de lazım!
Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra yönetime gelen İsmet İnönü, buyurmuş:
- Üzerinde resmim olan bir pul bastırın, bundan böyle bütün mektuplarda bu pullar kullanılacak!
Bir süre sonra görülmüş ki, pullar zarfa bir türlü yapışmıyor...
İnönü küplere binmiş ve yetkiliyi çağırıp sormuş:
- Bu pullar niye yapışmıyor, arkalarına zamk sürmediniz mi?!
- Sürdük efendim, sürmez olur muyuz demiş!
Ve o gizlenen karanlık dönemi özetleyen ve tarihe geçen şu cümleyi eklemiş:
- Arkasına zamk sürdük ama; herkes pulun ön yüzüne tükürüyor!
(İşte 'CEHAPE' ve 'İsmet İNÖNÜ' dönemini anlatan İbretlik bir kıssa!)