Salih Sedat Ersöz
Arzın Kalbine ulaşma ve Haccın ifası (3)
Topluca yaptığımız umre görevinin tamamlanmasından sonra, Hac vazifesinin başlayacağı güne kadar, herkesin kendine göre yaptığı bir program çerçevesinde Kâbe’ye giderek, hem namaz vakitlerini orada geçirmek hem de yapılabildiği kadar tavaf yapmak düşüncesi ve gayretinde olduk.
Geçen yıllarda da var mı idi bilmiyorum, bu yıl hac mevsiminde yapılan bir uygulama ile Kâbe’nin kapıları her namaz vaktinden 45 dakika önce kapatılıyor ve içeriye kimse alınmıyordu.
Kâbe’ye geldiğiniz zaman namaz vaktine 45 dakika veya daha kısa bir süre kalmışsa içeriye giremiyorsunuz. Namaz bittikten yarım saat sonrasına kadar dışarda beklemek zorundasınız.
Bu uygulamayı bir sefer dışarda kalarak öğrendikten sonra, biz ya sabah erken saatte, ya geceleri veya iki namaz arasının tam ortasında bir vakitte gelerek Kâbe’ye giriyor, kalabildiğimiz kadar kalıyorduk. Mesela namaza yakın bir vakitte tuvalet ihtiyacı için çıkarsanız bir daha içeriye girmeniz mümkün olmuyordu.
Hâlbuki 10 yıl önce umreye gittiğimiz zaman, otelimizin de yakın olması hasebiyle ezan okunurken otelden çıkıyor ve namaza rahat rahat Kâbe’ye yetişiyorduk. Böylece bütün vakitleri eksiksiz olarak Kâbe’de kılabilmiştik. Ama Hacda bunu gerçekleştiremedik.
Cuma günleri ise sabah 9.30 da kapıları kapatıyorlar, bu saatten sonra gelenler Cuma namazını Kâbe’nin dışında kılmak zorunda kalıyorlardı.
Tabi çok büyük bir yoğunluk söz konusu idi ama Kâbe çevresinde yer yer boşlukların olduğu ve tam olarak dolmamış olduğu vakitlerde bile bu uygulamayı tavizsiz bir şekilde yaptılar.
Ayrıca, Mesid-i Haram’ın kapalı olan yerlerinde de zaman zaman bazı bölümleri kapatıyorlar oraya kimseyi almıyorlardı.
Yarısına kadar dolu, diğer yarısı boş olan bir bölüme namaz kılmak üzere girmek isteyenlere engel olan askere, “niçin almıyorsunuz, onlar girmiş biz de girelim” sözüme hiçbir açıklama yapmadan sadece “yallah hacı” şeklinde aldığım cevap, mantıksız ve garabet bir uygulamanın tipik bir örneği idi.
Servislerin çalışma zamanlarında gerek servisle gerekse 15 – 20 lira gibi ucuz bir ücret karşılığında taksi ile gidip geldiğimiz Kâbe’mize, Bayrama 5 gün kala kaldırılan servislerden sonra taksi fiyatlarının da, 600 liraya kadar çıkması sonucunda bizlere iki şık kalmıştı.
Ya Kâbe’ye gidemeyecektik veya yürüyerek gitmek zorunda kalacaktık.
Biz birkaç sefer yürümeyi tercih ettik. Gerek 48 - 50 derecelik sıcaklık, gerekse içimizde bayanların da bulunması bizi olumsuz etkilediğinden, otelden Kâbe’ye 65 – 70 dakikada varabiliyorduk.
Tabi sadece gitmekle iş bitmiyor. Orada tavaf yapılacak ve bir de bunun dönüşü var.
Yürüyüş ve tavafla yorulan ve ter içinde kalan vücudumuzu biraz dinlendirmek için kapalı bölümlere girdiğimiz anda bizleri klimalar karşılıyor. İstediğiniz kadar klimasız bir ortam bulamaya çalışsanız da bu mümkün olmuyor ve teriniz bir anda soğuyor. O anda bilhassa vücut yapısı benim gibi hassas olanlar anında hastalıkla karşı karşıya kalıyorlar.
Yakalandığım hastalık sonucunda günlerce süren boğulurcasına öksürük nöbetleri, otelde kalan hacı adayı kardeşlerimizin başlattığı ilaç seferberliği ve üç defa gittiğim Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açmış olduğu tam teşekküllü hastane doktorlarının tedavisi ile tam geçmese bile asgariye inmiş oldu.
Bu noktada Diyanet İşleri Başkanlığı’nı tebrik etmek gerekiyor. Hacı adaylarına gerçekten büyük bir sağlık hizmeti veriyorlar. Hem kurulan sağlık ocakları hem de tam teşekküllü hastane ile verilen sağlık hizmeti her türlü takdirin üzerinde…
Hastaneye şirketiniz araba tahsis ederek götürüyor. Hastanede hacı kartınızı okutuyorlar. Bilgisayarda sizin resimli künyeniz çıkıyor. Hangi doktora gidecekseniz sevkiniz yapılıyor. Muayeneden sonra ne gerekirse film, iğne, hava hatta ameliyat bile yapılıyor. Son olarak da ilaçlarınız veriliyor. Tabi bütün bunlar ücretsiz… Allah’ım Yurtdışında ne büyük hizmet… Karar alanlardan ve uygulayanlardan Rabbim sonsuz razı olsun. Allah devletimize zeval vermesin.
Gerek şartların zorlaşması gerekse hastalığın etkisi ile bayramdan önceki son 2 gün maalesef Kâbe’ye gidemedik. Sami Yıldız hocam da haklı olarak şu telkini yapmıştı:
“Sen buraya hac yapmaya geldin. Daha sonra tekrar umreye gelirsin tavafını bol bol yaparsın. Vücudunu daha fazla yıpratma. Zaten hastasın. Hastalığın daha da artarsa bu defa haccını da yapamazsın. Hac fırsatı bir daha eline geçmez. Onun için bu iki günde istirahat et, ilaçlarını kullan ve Arafat’a çıkacağımız güne kadar iyileşmeye bak.”
Ben de gerek bu haklı telkinin etkisi ile gerekse Kâbe’ye gidip gelme zorluğu karşısında 2 günü otelde istirahat ederek ve Allah ondan razı olsun eşimin hasta bakıcılığı ile asıl görevlerimize hazırlanarak geçirmiş oldum.
Bu arada şunu da belirtmiş olayım. Umrede defalarca öptüğüm Hacer-ül Esved’e, Hacda sadece bir defa elimi sürebildim. Birkaç defa da Kâbe’yi öpmek, Kâbe’ye ve Kâbe kapısına elimi sürerek dua ve iltica etmek nasip oldu. Bana dua emaneti tevdi eden bütün kardeşlerim Allah kabul etsin ismen dualarımda yer aldılar.
Bu arada bazı kardeşlerimiz yadırgasa da, bir hatıra kalsın arzusu içinde o anları resimliyorsunuz. Resim çekmeye ayırdığınız süre, Kâbe’de kaldığınız günler ve saatlerin en fazla yüzde birini teşkil ediyor. Her anınız resim çekme ile geçmiyor tabi ki… Her zaman gidilecek yerler değil. Allah nasip etmiş ömrünüzde bir veya bir kaç defa gitmişsiniz. Bunu da ölümsüzleştirerek bir hatıra olarak saklamak ve ileride zaman zaman o anları yaşamak istiyorsunuz. Eminim şimdi başkasını yadırgayan kardeşler de gittikleri zaman mutlaka kendilerini resimleme ihtiyacında olacaklardır. (Devam edecek)