Salih Sedat Ersöz
Arzın Kalbine ulaşma ve Haccın ifası (4)
Geçen üç yazımda açıklamaya çalıştığım şartlar çerçevesinde yaklaşık 2 hafta geçmiş, terviye gününe yani arefeden bir gün önceki güne ulaşmıştık.
Bugün hacı adaylarında ayrı bir heyecan söz konusu idi. Zira akşam ihrama girecek ve Arafat’a hareket edecektik. Arafat’a çıkacak olmanın heyecanı ile kalplerimiz farklı çarpıyordu sanki…
Halbuki şirketimiz, daha önceki bir günde, Cebel-i Nur, Cebel-i Sevr, Arafat ve şeytan taşlama bölgesine götürmüş ve buraları yakından görmüştük. Hatta Arafat’ta Cebel-i Rahme yani Rahmet tepesine de çıkmıştık. Buna rağmen Hac ibadetinin en önemli kısmını oluşturan Arafat’a ihramlı olarak ve Hac görevini ifa etmek niyeti ile çıkmanın ayrı bir heyecanı vardı üzerimizde….
Arafat, Mekke’nin 21 km güney doğusunda, ova görünümünde düz bir meydandır. Doğu, kuzey ve güneyindeki dağlar, Arafat Meydanını bir yay gibi kuşatmıştır. Meydanın ortasında küçük bir tepe şeklinde Cebel-i Rahme bulunmaktadır. Halk arasında Cebel-i Rahme, Arafat ile karıştırılır ve Arafat, Cebel-i Rahme’den ibaret sanılır. Halbuki Arafat yaklaşık 14 km2 den ibaret büyük bir meydandır.
Arafat, kelime olarak “bilme, anlama, tanıma” ve “güzel koku” gibi anlamlara gelen bir kökten türemektedir. Cebrâil’in (a.s.) Hz. İbrahim’e (a.s.) haccın nasıl ve nerelerde yapılacağını öğretirken Arafat’a geldiklerinde ona, “Arefte?” (anladın mı, tamam mı?) diye sorması, onun da “Areftü” (anladım, tanıdım) demesinden dolayı buraya Arafat dendiği kaynaklarda belirtilir.
Hz. Peygamberin (a.s.m.) “Hac Arafat’tır” buyurması, İslâm’ın beş şartından biri olan hac ibadetinin yerine getirilmesinde, Arafat’ın önemini gösterir. Arafat, dünyanın her tarafından gelen insanların birbirleriyle görüşüp tanıştıkları, günahları için Allah’tan af diledikleri ve bu dileklerinden sonra annelerinden doğdukları gün gibi bütün günahlarından temizlendikleri yerdir.
Hz. Adem ile Hz. Havva’nın yeryüzüne indikten 200 yıl sonra Cebel-i Rahme’de buluşmaları, bu ayrılıklarını sona erdiren ve onları yeniden bir araya getiren mekânın Arafat olması buranın önemini arttırmaktadır. Bu hadise bize gösteriyor ki, Allah’a karşı isyan etmek maddi - manevi ayrılıklarla doludur. Tövbe ile yaptıklarından pişman olmak, yeniden Rabbin kapısına dönüp yalvarmak, vuslatın, kavuşmanın tek yoludur.
Arafat’ın ayrı bir özelliği daha vardır. Rasûlullah (S.A.V.) efendimiz, kıyamete kadar insanlığa ışık tutacak bir çeşit insan hakları beyannamesi niteliğinde olan meşhur Veda Hutbesini Arafat’ta okumuştur. Arafat'ta yaklaşık 140 bin Müslümana hitaben devesi Kusva’nın sırtında veda hutbesini okuyan Rasûlullah (S.A.V.) efendimiz, sesinin bütün hacılar tarafından işitilmesi için belli mesafelerde gür sesli sahabelerden bazılarını görevlendirdi. Rasûlullah (S.A.V.) efendimizin sözlerini tekrar eden bu kişiler hutbenin bütün hacılar tarafından duyulmasını sağladılar.
Terviye günü akşam namazından sonra ihrama girerek, otelimizden böylesine büyük öneme haiz olan Arafat’a doğru yola çıktık.
Otobüs kaptanımızın Arafat’ta bizim çadırımızın olduğu 19. Mektebi bulamaması ve bazı yolların da kapalı olması sebebiyle Arafat çevresinde 2,5 saatlik bir turdan sonra nihayet gece saatlerinde çadırımıza ulaştık.
Bundan 8-9 yıl önce hacca gidenlerden dinlediğimize göre, çadır bile denilmeyecek halk arasında cerge diye tabir edilen sadece üstü kapalı yanları açık, zemini toprak veya kum olan yerlerde kalınıyormuş. Şimdi ise, klimalı ve zemini halı döşeli çadırlar mevcut.
Geceyi serbest olarak geçirdik. 300 - 350 kişilik büyük bir çadırda kimisinin dua ve ibadet ile kimisinin de istirahatle vakit geçirmesi sonucu sabahı ettik.
Arefe günü sabah namazının cemaatle kılınmasının ardından Kur’an-ı Kerimler okunmaya, vaazlar edilmeye ve zikirler eşliğinde ilahiler söylenmeye başlandı. Öğleye kadar bu durum devam etti ve ruhlarımız inceldi, yumuşadı.
Öğle ezanlarının okunmasının ardından öğle ve ikindi namazlarını cem-i takdim yaparak cemaatle kıldık. Peygamber Efendimiz bu şekilde uyguladığı için O’nun sünnetini ihya etmek üzere aynen o uygulama bugün de devam ettirilmektedir.
Daha sonra Arafat vakfesi başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Türk hacıların çadırlarına kurduğu merkezi sistemden gayet net bir şekilde duyulan vakfe duası Arafat’ın en önemli bölümünü teşkil etmektedir.
Diyanet İşleri Başkan vekili Konyalı hemşehrimiz Ekrem Keleş’in yaptığı vakfe duası 1 saati aşkın bir süre devam etti. Ayakta takip edilen vakfe duası o kadar içten ve samimi idi ki, gözyaşlarına hâkim olabilmek ne mümkün? Ekrem Keleş hocamızın bütün samimiyeti ile yaptığı vakfe duasını takip eden Müslümanlar hıçkırıklarla gözyaşlarına boğuldu ve AMİN sesleri yeri göğü inletti.
Duanın içeriği o kadar güzel hazırlanmıştı ki değinilmeyen hiçbir konu kalmadı. Hele hele dünya Müslümanlarının çektiği zulümlerin son bulması için yapılan dua bölümünde ARAKAN Müslümanları için hançerelerin yırtılırcasına çıkan AMİNLERİ, eminim Arakanlı kardeşlerimiz manevi anlamda duymuşlar, hissetmişlerdir.
Zalimlerin kahrı ve İslâm’ın son kalesi durumunda olan Türkiye’mizin selameti için yapılan dua bölümü de, gözyaşlarının hıçkırıklara karıştığı ve AMİNLERİN ötelerin ötesine ulaştığı bir andı.
Ayrıca bütün Müslümanların affı ve Cennet’te kavuşmak için yapılan dualara AMİN derken, insan neredeyse kendini kaybetme noktasına geliyordu.
Mahşeri andıran Arafat meydanında toza toprağa belenmiş ve kefeni andıran beyazlara bürünmüş vücutlar, o kadar birlik ve beraberlik içinde idi ki, vakfe duasının ardından yapılan gözyaşları içindeki kucaklaşmalar sanki tek vücudun parçalarının birleşmesi gibiydi.
İnsan böyle bir anda, kuş gibi hafiflediğini hissediyor. İşte bu an, Rabbimizin, Arafat’ta bulunan 4 milyon civarındaki Müslümanı istisnasız affa mazhar ettiği andır. O anda buna hiçbir şekilde şüphe duymuyorsunuz. Rabbim kesinlikle anamızdan doğduğumuz an gibi affa mazhar etmiştir şeklinde bir düşünce sarıyor bizi…
Arafat’ta kazandığımız bizi sarıp sarmalayan o manevi duyguyu, ömür boyunca muhafaza etme gayretinde olalım İnşaallah… Arafat’ı yaşayınca, Efendimizin “Hac Arafat’tır” sözünün anlamını daha iyi kavrıyorsunuz.
(Devam edecek)