M. Faik Özdengül
Aşkın bir adı da...
Yeniden Konya.
Bir haftalık ayrılık da diğer ayrılıklar gibiydi.
İş yerinde Erol Bey’le her zamanki gibi, her zamanki yerde karşılaştık. Görünmüyordun dedi. Yoktum buralarda dedim. Ayrılık süresi ne kadardı ki?
Bittiği zaman. Hiç olmamış oluyordu.
Ayrılık olması için önce bir bağ olması gerekiyordu. Bağ yoksa ayrılmak ta yoktu.
Kendimizden ayrılmak, ayrı kalmak nasıl olur diye düşündüm şimdi?
Kendimizle bağımızı düşündüm.
Her nefeste yeni bir ayrılık yaşarken, hiç olmamış gibi nasıl davranırız?
Öyle ya insan her nefeste yeni birisi olmuyor mu?
Öyleyse verdiğimiz her nefeste giden eski bene ne demeli?
Onu gönderirken olduğu gibi mi göndeririz? Nereye göndeririz? Tekrar çağırır mıyız? Çağırsak gelir mi? Gelirse önceki gibi mi gelir?
Gönderirken severek mi göndeririz yoksa öfkeyle mi? Öfkeyle giden gittiği yerden öfkelenmeye devam eder mi?
Gönderdiklerimizi bağışlamak gerekir, her ne varsa içinde. Tutmadan. Gittiğinde rahat etsin ve bize de rahat versin diye. Yeniye de yer açsın diye.
Biz istesek de istemesek de gidecek nasılsa.
Gideni de sevmek geleni de sevmek gerekir.
Kendi gelen ve gidenimizi de.
Nasıl sevmek?
Doğan kuşunu kocakarının sevdiği gibi değil.
Bir doğan kuşu kocakarının eline düşer. Kocakarı onu sever. Sevgisinden onun tırnaklarını, gagasını, kanatlarını söker. Oysa doğanın sermayesidir tırnakları. Sonra ona tutmaç yedirir. Beslensin semirsin diye. Oysa doğan tutmaç yemez. Bu kez kızar. Sana olan sevgimi yadsıyorsun diye. Madem yemiyorsun o zaman tutmaç suyu iç der. Onu da yemeyince kızgın çorbayı başından aşağı döker. Başını kel eder. (Hayvanın) canı yanar; teessürle gönüller aydınlatan padişahın lûtfunu anarak ağlamaya başlar. Padişahın çehresinden yüzlerce kemâle nâil olan o nâzenin, o işveli gözlerinden yaşlar döker. Doğan öyle ağlar öyle ağlar ki, gözyaşları ona ğayb perdesini açar. O göz bu duygu alemine ait şeylerden geçti mi ğayb alemini görür de bu kabiliyet yüzünden öpülür durur!
Kocakarının doğanı sevdiği gibi değil.
Doğan nasıl sevilmeliyse öyle.
Doğan olmalı önce.
Padişahın koluna konmalı.
Padişahın emrettiğini avlamalı.
Padişaha layık olmalı.
Doğan olmalı ki, her nasılsa, öyle ya da böyle ğayb alemi açılsın önümüze.
İster padişahın kolunda ister, kocakarının elinde.
Giden de kalan da sevilmeli.
Arada geçen zaman da.
Erdem Beyazıt’ı rahmetle analım ve onun dizeleriyle nihayete ersin aşk:
Haydi gel bir daha bir daha
Arayalım
Herkesin ve herşeyin uykuya vardığı
Bir vakitte
Gürül gürül
Bardaktan boşanır gibi
Yeryüzünü ve gökyüzünü
Dünyanın bu yüzünü ve öbür yüzünü
Geceyi ve gündüzü
Dolduran
Yüreğimizi kuşatan
O kitaptan
Okunanı.
Yaşamak, avını gözleyen
Sessiz gergin
Soluk soluğa
Bir atmaca
Sağ elimin
Parmakları ucunda.
Ve ölüm
Bir güvercin
Beyaz
Süzülen masmavi gökten
Berrak sulara.
Bir yıldız kayıyor kayıyor kayıyor
Bir dal uzuyor uzuyor
Bir gül kanıyor bir seher vaktinde
Yanıyor bir ateş için için
İçimde içimin de içinde
Bir ezgi dönüyor dönüyor dönüyor
Bir ney eriyor dudaklarımda
Aşkın bir adı da yorulmamaktır.