Fahri Kubilay
Atatürk dağında
Atatürk dağında; Bulutların üzerinde yürümek
Seydişehir’de hafta sonları ne zaman dağa taşa gitsem, gözüm hep “o” dağdaydı. İçimde hep bir uhdeydi “o” dağa tırmanmak. “O” dağa bir gün mutlaka çıkacağım” diye hayal ederidim hep. Hasretimdi “o” dağa tırmanmak. İşte hayallerimi gerçekleştirmek için kararımı vermiştim bile. Tırmanış sezonunun başlamasıyla birlikte ilk sıraya, ”o” dağa tırmanmayı alıverdik. Bu defa da hayallerimin yerini heyecanlarım kapladı.
Hemen hafta sonu için bir ekip oluşturma işine koyuldum. “O” dağa daha önce çıkan bir arkadaşımın tecrübelerinden istifade etmek için onun tarifine ihtiyaç duydum. “Yolu, beli” bize bir tarif etmesini rica ettim. O ise bize; “hafta sonu hava yağışlı” diye mazeretini iletti. “Bu iş bu hafta yine gerçekleşmeycek” diye üzülürken, “o” dağa çıkmış olan bir başka arkadaşımız aklıma geldi. Mustafa Taşgören’e klavuzluk edip edemeyeceğini sordum. O da; “bir gün sonra müsait olduğunu ve çıkabileceleğini” söyledi bana. İşte şimdi bu işin olacağına iyice kanaat getirdim artık. Heyecan dalgası etkisini iyice artırmıştı.
“Hava yağışlıymış” dedim. Beraberce hava raporuna baktık. “Yola çıkarız, gerekirse geri döneriz” dedi. Sabah namazı vaktinde Ömer Uludağ, Mustafa Ünal, Mustafa Taşdöğen Salim Aslanoğlu ve benden oluşan beş kişilik ekibimizle yola koyulduk.
Yaklaşık yarım saat süren araç yolculuğundan sonra havanın aydınlanması ile birlikte aracı park edip tırmanışa geçtik. Seydişehir’den çıkarken yağmur çiselemeye başlamıştı. Bir tereddüt yaşamıyor değildik. Buna rağmen yolumuza devam ettik.
Tırmanmadan önce hedefe göz ucuyla şöyle bir baktım. Perkurumuz, gerçekten de zorlu bir parkurdu. Hem dik, hem de kayalık. İki saatlik bir tırmanışla, zor olan yerleri geçebilmiştik. Bu arada karşı dağların zirveleri, kara bulutlarla kaplanmış ve hava neredeyse kararmıştı. “Biraz daha tırmanırsak her halde bulutlara ulaşırız” diye düşünüyordum. Tırmanırken ara sıra kafamızı kaldırıp gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz bulutların hızlı bir şekilde hareketleri, gelecek olan yağışın da habercisiydi.
Zor parkuru tamamlayıp zirveye yaklaştık ama rüzgârın şiddetine dayanacak halimizde kalmamıştı. Tahmini olarak 70–80 km hızla ve arkamızdan geliyordu rüzgâr. Sırt çantalarımız vücudumuzu rüzgara karşı bir nebze olsun koruyordu ama ellerimiz sanki zemheride kalmışçasına üşüyordu. Arkamıza rüzgârı da alarak kısa sürede “Kar Çukuru” denilen yere vardık.
Gidiş yönünden yaklaşıp bakılamayacak büyüklükte bir çukur du “Kar Çukuru.” Oradan “Kar Çukuru”na inmek cesaret işiydi.
Tarihler 9 Ekim 2011’i gösterirken, yılın 12 ay boyunca eksik kar’ı hiç eksik olmayan “Kar Çukuru”na bu yıl da kar üstüne kar yağacağını tahmin etmek zor değildi.
Sürekli olarak hayal edip de bir türlü gidemediğimiz “Kar Çukuru”na nihayet ulaşmıştık Hedefimiz orada kahvaltı yapmaktı. İşte bu fırsatı da yakalamıştık nihayet.
“Kar Çukuru” kar suyundan çay yapmayı düşünmüştük. Biraz zor olsa da bu düşüncemizi gerçekleştirebildik. Beraberimizde götürdüğümüz kahvaltılıklarla; kıymeti para ile ölçülemeyecek değerde bir kahvaltı yaptık. Kahvaltının akabinde zirveye çıkacaktık. Çıkacaktık çıkmasına da işimizin oldukça zor olduğunun da farkındaydık. Ulaşılmaz zannettiğimiz kara bulutlara ulaşmış, hatta bulutların üstüne bile çıkmıştık. Çoğu bulut kümeleri artık bulunduğumuz yerden aşağıda kalmışlardı. Biz yükseldikçe rüzgâr, şiddetini daha da artırıyordu. Bir ara ekip fikir ayrılığına düştü. Üç kişi oraya çıkma yönünde karar verirken, diğer iki kişi neredeyse pes etmişti. Halbuki bunca emekten sonra zirveyi görmeden inmek olmazdı. Sonunda zirveye çıkmaya karar verdik ve bir hayalimizi daha gerçekleştirmenin sevinci içindeydik. İşte “Atatürk Dağı”nın zirvesindeydik. Bu bölgenin en yüksek yerindeydik. İlk önce eğilip aşağı bakmak istedim, ne yalan söyleyeyim korktum. Korkmasına korktum ama Seydişehir’i, Beyşehir’i, Beyşehir Gölü’nü, Suğla Gölü’nü, Üzümlü’yü görebilen tek noktaydı burası. Ah bir de hava açık olsa, o müthiş manzarayı doya doya seyretseydik diye hayıflandım. Fotoğraf makinemle, çekmek istediğim görüntüleri çekmeme maalesef hava şartları izin vermiyordu.
Yağmur başlayabilirdi, artık geri dönmeliydik. Zar zor birkaç fotoğraf karesi çekip dönüşe geçtik. Asıl mücadele şimdi başlıyordu. Hem rüzgarı karşımıza almıştık hem de görüş mesafesi çok düşüktü. İlk iniş yerlerinde, daha önceden buraya tırmananların dikmiş oldukları işaretlerden yolumuzu ancak buluyorduk. İşaretler bitince, bulutların içinde görüş mesafesinin gittikçe azalmasından dolayı yönümüzü kaybettik..
Hangi yöne gideceğimize bir karar vermeliydik. Bir yön seçtik. Hep aşağıya gidecek ve bulutlardan bir an önce kurtulacaktık. Aşağıya indikçe de hava açacak ve yönümüzü daha belirgin olarak seçebilecektik. Dediğimizi yaptık ve bulutlardan nihayet kurtulabildik. Ama gördük ki ters istikamette inişe geçmişiz. O bölgeye en yakın yerleşim yeri olan Kirli’nin yakınına kadar gelmişiz.
Nefes nefese kalmıştık ama yolumuz daha çok uzundu. Vakit kaybetmeden aracımıza ulaşmalıydık.. Neyse ki artık gideceğimiz yeri, ayak basacağımız zemini görebiliyor, bilebiliyorduk.
Aaracımıznn yanına gelince ayakta duracak halimiz kalmamıştı. Sabah saat 7:30 dan öğle vakti saat 14:30’a kadar devam eden zorlu bir yolculuğu sağ salim tamamlamanın sevinci ile geri dönüyorduk artık.
Son zamanlarda, “Atatürk Dağı” olarak tarif edilen “o” dağın en yüksek yerine çıkmanın sevincini yaşıyorduk.
Çıkacak olanlara da artık “tecrübe sahibi birisi” olarak, hava şartlarına mutlaka riayet etmelerini tavsiye ediyorum. Şimdiden iyi tırmanışlar...
Gezi ile ilgili resimleri www.seydisehirhaber.com/fotodan izleyebilirsiniz.