Ayşe Türkmenoğlu
Cihanbeyli’nin Kelhasan kasabasında dünyaya gelen, İstanbul Hukuk Fakültesi’ni derece ile tamamlayan, siyasete ise ANAP’ta başlayıp bugün AK Parti’den milletvekili adayı olan ve TBMM’deki Konyalı ilk kadın vekil olmaya en ya
Bu haftaki konuğumuz bugüne kadar yaşamındaki mücadelesi ile belki belli bir kesimin yakından tanıdığı bir isim idi. Ama bugün 22 Temmuz Genel Seçimleri öncesi belki de Cumhuriyet tarihine Konyalı ilk kadın milletvekili olarak geçmeye hazırlanan Ayşe Türkmenoğlu. Gelin Sayın Türkmenoğlu’nun ilginç hayat hikayesini birlikte okuyalım.
YAŞAR ÇİFTİNİN ÜÇÜNCÜ ÇOCUĞU
20. Mart. 1965 günü Cihanbeyli’nin Kelhasan kasabasında dünyaya açan minik çelimsiz yavruya anne Hadiye ve baba Sırrı Yaşar çifti Ayşe ismini verdiler. Bu esmer ve zayıf kız çocuğu Yaşar ailesinin üçüncü çocukları idi. Baba Sırrı Yaşar uzun yıllar çiftçilik yaptıktan sonra tır ortaklığına girerek ilerleyen yıllarda tır şoförlüğü yapacak ve uzun yollarda on binlerce kilometre direksiyon sallayarak ailesinin geçimini sağlayacaktır. Yaşar çifti Makbule, Süleyman, Ayşe, Gürhan ve Dilek isimlerindeki çocukları ile mutlu, sağlıklı, ama zor şartlarda bir hayat yaşayacaktır.
MİNİK AYŞE ÖLÜR DİYE ADİLE HALASI İLACINI BİLE ALMAMIŞ
Ailen üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Ayşe çok zayıf ve çelimsiz bir bebek olarak dünyaya geldiği için aile yakınları bu çocuklarının nerede ise yaşamından daha umutlarını kesmişler. Öyle ki 40’ının çıktığı günlerde sürekli olarak Konya’ya gidip gelmekte olan büyük halası Adile Hala’dan annesi kızı Ayşe’nin yaşaması için ilaç ister. Adile Hala da ‘olur’ der. Adile Hala Konya’dan döndükten sonra aradan iki üç gün sonra bu kez genç anne Hadiye hanım halaya ilaçları sorar. Adile Hala bu soru üzerine önce gülmüş sonra da bir kahkaha atarak ‘Vallahi ben bu kız ben gelinceye kadar yaşamaz ölür diye ilaçları getirmedim’ deyivermiş.
KELHASAN’DA YAŞARLAR’IN KARA KIZI ARTIK YÜRÜMEYE BAŞLAR VE ÇAYDANLIĞIN ÜZERİNE DÖKÜLMESİ İLE AYAĞI YANAR
Ayşe Türkmenoğlu’nun ailesi bölgede Yaşarlar diye biliniyor. Dede Ali Yaşar 1950’lerin sonu, 60’lı yılların başında Mecidiye Han’da manifaturacılığa başlar. Ayşe 1.5 yaşına geldiği zaman hala unutamadığı bir acıyı kazayı hiç unutamaz. Aile bir gün yine yer sofrasında kahvaltı yaparken çaydanlık minik Ayşe’nin sağ ayağına devrilir. Köyün o günkü şartlarında ne bir ilaç ne de merhem vardır. Ayşe’nin feryatlarına dayanamayan annesi onu kucağına alır sokağa çıkarır. Çünkü dışarıdaki esinti biricik kızının ayağına doğru essinde acısı biraz olsun dinsin diye. Ayşe Hanım gerisi ise şöyle anlatır: Büyüdükçe sağ ayağımda ki bu lekeyi görür ve iyice çıksın diye ovardım. Bunun bir yanık izi olduğunu ve çıkmayacağını ilerleyen yıllarda öğrendim. Ayağımda bu yanığın izi hala durur.
KÖYÜMÜZÜN ÇEŞMESİNDE ÇAMAŞIR YIKADIĞIMIZ O GÜNLER
Ayşe Hanım çocukluk yıllarını anlatırken köyünü de tarif eder: İç Anadolu’nun o klasik toprak damlı köylerinden di Kelhasan. Evimizde köyün tam ortasında üst katı ev altı ahır idi. Köyümüz genelde topraktı. Öyle fazla bir yeşillik filan da yoktu. Genel yapısı ağaçlık değildi. Zaten en çok köyümüzün ortasında ki camide ağaçlar vardı. Caminin yanında köy çeşmesi vardı merkezi çeşme idi. İkindi vakti oldu mu burası hem serin olurdu hem de çamaşır yıkanırdı. Bütün kadınlar kızlar su almaya buraya gelirlerdi. Köyün otobüsü buraya gelirdi sosyal yapı burası idi. Ben burayı çok severdim. Bir de biz çocukken camii avlusunda oynardık, Kur’an kursuna giderdik, cami o zaman bize çok keyif verirdi, eşarp filan örterdik, kendimizi büyümüş, önemli bir insan gibi hissederdik.
KÖY BAKKALINDAN ALDIĞIMIZ SOLMA ŞEKER VE PASTAYI BULUZUMUZA SARAR YERDİK
Halamlar yaylada otururdu. Köye 12-13 kilometre idi. Gülizar halamları çok severdim. Onların meyve bahçeleri çok yeşildi. Oraya gittiğimiz zaman mutlu olurdum meyve toplardık. O zamanlar şimdiki meyve bulunmazdı ki. Bir de eşeğe binerdik, ben ısrarla binerdim. Düşer bir daha biner, düşer bir daha binerdim. Hatta eşek arada bir tekme atardı. Bir de bilirsiniz köylerde bakkallarda solma şeker, kuru pasta satılırdı. Onları alır kesekağıdını bluzumun içine döker, hepsi birbirine karışmış vaziyette onu yerdik.
İLKOKUL 3. SINIFA KADAR OKUMA YAZMAYI ÖĞRENEMEDİM
Kelhasan ilkokuluna gittim. 3. sınıfa kadar bu okulda idim. 3. sınıfa geldiğim halde okuma yazma öğrenememiştim 3. sınıfta Konya’ya taşındık. Sömestr aralığında okuma yazma öğrenemediğim için o yıl sınıfta kaldım. Ama ondan sonra okulda hep birinci oldum. Çalışkan bir öğrenci oldum. İlk öğretmenim Mahir öğretmendi. Karısı da ebeydi. Hatta köyümüze gelin olarak gelmişti. Çok genç, sosyal bir kadındı. Biz kız çocuklarının idolu hep gelinlerdir. Daha sonraki öğretmenim ise Ulvi Kabakçı’dır. Milletvekili adayı olduğumu öğrenince hocam beni aradı, vekilliğimi kutladı.
O SERT KIŞLARDA ÜZERİMİZDE BİR HIRKAMIZ BİLE YOKTU
Bazı insanlar geçmişlerini saklarlar ama ben bu dönemleri saklamanın bir anlamı olmadığına inanıyorum. Mesela bizim köyde kışlar çok sert geçerdi, evden çıktığımız zaman koridorlar şeklinde yollar açılırdı, biz bu yollardan ilerleyebilirdik, ama biliyor musunuz üzerimizde sadece önlükle okula gider gelirdik. Ne bir kabanımız ne de bir hırkamız vardı. Yokluk vardı. Hep o günleri düşünüyorum.
EKİNLERİ DOLUNUN VURDUĞU YAZ BANA AYAKKABI ALINMASINI İSTEMEDİM
Üçüncü sınıftaydım. Ara tatilinde Konya’ya gelmiştik. Babamın amcasında kalıyoruz. Rutin bir ziyaretti. Benim de ayakkabılarımın filan altı gitmiş, çok kötü durumdaydı. Annem babama ‘Ayşe’ye ayakkabı alalım’ dedi. Babam da ‘siz gidin alın’ dedi. O yazd a ekinleri dolu vurmuştu. Evde matem havası vardı. ‘Masraflar nasıl karşılanacak, neyle geçineceğiz?’ diye konuşuyorlardı biz de çocuklar olarak bundan etkileniyorduk. Ben hemen itiraz ettim ‘Hayır ayakkabı istemiyorum, benim ayakkabım iyi babamın durumu iyi değil’ demiştim. Önce annem ile babam gülüştüler, daha sonra da siyah altı çizgili rugan bir ayakkabı aldılar.
HASTANE CADDESİNDEKİ SIRALI EVLER MERAM’DAN HASTANEYE KADAR GELEN ÇAY SİLLELİ KOMŞULARIN KURDUĞU BALIKLAR
Kelhasan’dan sonraki Konya minik Ayşe’yi çok etkilemişti. O yıllar diye sorduğumuz zaman Ayşe Hanım gözlerini kapatıyor ve nefes dahi almadan o günleri anlatıyordu: Hastane caddesinde sıra evler vardı, 2 katlı 4 tane ev vardı. Şimdiki Netgöz’ün karşısındaki evler biri dedemin eviydi. Şimdi babaannem oturuyor, babaannem aynı zamanda teyzem olur, dedemin ilk eşi ölmüştü çünkü. Devlet Hastanesi’nin orada Meram’dan gelen çay için küçük köprüler vardı, su az olduğu zaman kanalda oynardık. Silleli komşular balık kurarlardı, onu çok net hatırlıyorum, toprak küplere kurarlardı, o evlerin hepsi tipik Konya evleriydi, toprak duvarlı bahçeli evler. Sütçüler, Kulaksızlar fırınına un götürülür, ekmek alınırdı. Zaten ablam ve abim ortaokula başlayacaktı, ablam teyzemin yanında okuyordu. Biz de buraya geldik, çocuklar okusun istiyorlardı. Özellikle annem cahil bir kadındı, okuma yazması yoktu ama çok ileri görüşlü bir insandı, bize hep okumanın önemini anlatırdı, ben okuyamadım, siz okuyun, sizin en büyük çeyiziniz sizin okumanız derdi. O bizi okumaya çok teşvik etti.
KONYA’NIN EN HAREKETLİ CADDESİ İSTANBUL CADDESİNE GELİŞİMİZ
İstanbul caddesinde Dentestetiğin yerinde F. Çelik apartmanı 2. kata oturduk. İstanbul Caddesi Konya’nın en yoğun caddelerinden birisiydi. İş hanları, doktorlar galericiler tamirciler arka caddede aynı iş yoğunluğu sanayinin tam birleştiği bir cadde idi. Sağlı sollu gidiş vardı ve çok yoğundu. Konya’nın en hareketli caddesi burası idi.
ATÜRÜK LİSESİ ÖNÜNDEKİ TAHTA SANDALYELİ SİNEMA
VE İÇTİĞİMİZ GAZOZLAR
Hacı Veyiszade’nin girişinde park vardı, o zamanlar dolmuş olayı filan yoktu ki her tarafa yürüyerek gidilirdi. Fuar’a Alaaddin tepesinde camilerin oraları dolaşırdık. Kız lisenin önünde tahta sandalyeli büyük ekran bir yazlık sinemayı ve içtiğimiz gazozları çok net hatırlıyorum.
İSMET PAŞA İLKOKULU’NDA FOLKLOR ÇALIŞMASI YAPARDIK
Konya’da İsmet Paşa İlkokulu’na gittim. Öğretmenimiz Mustafa Selvi Beydi. Vefat ettiğini öğrendim.
Okulda folklor çalışıyorduk. Silifke yöresinin oyunlarını oynuyorduk ve bir de koro vardı. Halk müziği, Sanat müziği söyleniyordu. Müsamerelere, yılsonu gösterilerine çıkıyorduk. Folklar çalışıyoruz diye kendimizi özel hissediyorduk. Herkes dersteyken siz çıkıyorsunuz ve ayrıcalıklı gibi oluyorsunuz. Öğretmenlerle daha yakın diyalog içindesiniz.
REKTÖRLÜK BİNASININ YANDIĞINI HATIRLIYORUM
Şimdiki Rektörlük o zamanlar Kız Öğretmen Okulu idi. Yangın çıkmıştı. Öğretmen okulu yanıyormuş diye kulaktan kulağa yayıldı, koştura koştura geldik onun salonunda da folklor çalışması yapmıştık. Geçen gün rektörü ziyarete gittiğimizde o yangını hatırladım.
ULAŞBABA TÜRBESİ’NE KONAN TUZLARI PARMAĞIMIZLA YALARDIK
Komşularımızın çocukları ile sokakta çok oynardık. Bizim mahallede Ulaş Baba Türbesi vardı. Bizimki çocukluk işte. Onun etrafında oynardık, insanlar tuz getirir koyarlardı. Biz de camdan tuzu alır, parmaklarımızla yalardık Çocuklar içine girer oynarlardı. Ben o zamanlar 4- 5 yaşlarında idim. Atiye Özdemir, meşhur Kör Ahmet’in yeğeni, doktor şu anda, onun halası Fadim teyzeye tandır ekmeği ve tandır gevreği yaptırırdık.
ABLAM EVLENİNCE EVİN BÜYÜK KIZI BEN OLMUŞTUM
13-14 yaşındayken ablam evlendi. Evin kızı ablamdı, o gidince büyük kız ben oldum. Artık temizliği ben yapacak, anneme yardım edecektim, çok mutlu olmuştum. Yemek işi, ev işi, okul... Orta birde kendime mutfak önlüğü, tutacak ve mutfak eşarbı kırmızı beyaz renkte tek tığla örmüştüm, onları hala saklarım. 30 yıl geçti hala saklıyorum, hiçbir şey de olmadı onlara. Nakış işlemeyi, etamin üzerine desenler 4 çarpı 4 olacak şekilde çok keyifliydi. Bir de eskiden günler olurdu, annem komşuya gidecek, telefon yok, telefon biziz, bir maniniz yoksa annem size gelecek. Komşumuz vardı memur olarak, ilk onları tanıdım. Namık amca, eşi Dilek hanım teyze, iki kızı vardı: Gülay ve Tülay. Onlarla çok iç içeydik. Birinci katımızda Ilgın Kömür Tevzi’den gelen Yılmaz abi, eşi Hasibe abla vardı, yeni evlilerdi. Bir tane çocukları vardı, 7-8 aylıktı. Oyuncak bebek gibiydi, çok güzeldi, o da evlendi, şu anda bir çocuğu var. Ama onu öyle süsler, onu öyle severdim ki.
MATEMATİKTEN ÖYLE KORKARDIM Kİ BİR GECE KORKUMDAN ABİMİ UYANDIRMIŞTIM
Karma Ortaokulu’na gittim. Matematikten öyle korkuyordum ki gece rüyamda bile matematik imtihanlarını görüyordum. Bir gece rüyamda yine kendimi sınavda görmüşüm, korkumdan abimi uyandırıp ‘Bu sorunun cevabı şu muydu?’ diye sormuşum. Matematik hocam İsmail Koral’dı. Kendisi şu anda Bozkır’da avukat. Eşimin de İmam Hatip’ten öğretmeniymiş. Karma’da da folklor çalışmalarımız devam etti. Sariye Efeoğlu isminde bir arkadaşım vardı. Bir de Kemal Alanyalı vardı. İstanbul Üniversitesi’ni kazandığımda kampuste kendisi ile karşılaştık. Kuleli’de öğrenciymiş.
SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENİMİZ AZİZ HOCA VURULARAK ÖLDÜRÜLMÜŞTÜ
Ortaokuldayken bir unutamadığım olay da şuydu: Sosyal Bilgiler öğretmenimiz Aziz Bey evinin önünde vurularak öldürülmüştü. Evi şimdiki Rektörlük binasının arka tarafındaydı. Aziz hoca bir ikindi vakti vurulmuş öldürülmüştü. O zaman ‘Aziz hoca öldürüldü’ diye bir haber gelmişti. Okul öğrencileri olarak yıkılmış, günlerce ağlamıştık. Ben ortaokulda 16-17 yaşında iken abimi yurt dışına gönderdik, 80’li yıllar ihtilal öncesi ortalık karışıktı. Abim lise bire gidiyordu, o zaman babam bir şey olacak diye korkuyordu. Abim tabii ki bir evin bir oğlu idi. Babam da onu Danimarka’ya gönderdi orada halam vardı. Daha sonra gidiş o gidiş işte 1979’dan bu yana abim orada.
ATATÜRK KIZ LİSESİ’NDEKİ DİSİPLİN BİZİ ZORLADI
Atatürk Kız Lisesi’ne geldik. Karma Ortaokulu’ndan sonra Kız Lisesi bize çok sıkı geldi, okulda kahverengi renk çizme ve ayakkabı giyemezdiniz. Her şey siyah olacak, saçlar örülecekti. Okul çok sıkı idi. Bayağı bocalama yaşamıştık. Lisede eğitim çok sıkı olduğu için başarıda biraz düşüş yaşadım. Ama sonra alıştım. Lise birden sonra 2. ve 3. sınıfları ise Eskişehir’de okudum.
ESKİŞEHİR MACERAMIZ KISA SÜRDÜ
Kız lisesindeki eğitim bir yıl içinde o kadar işime yaradı ki o bir yıl ile burada ben çok başarılı oldum. Hatta Ahmet Kanatlı Lisesi’nde okul birincisi bile oldum. Coğrafya öğretmenimizi çok severdim. Amcamın kızı ile aynı sınıftaydım, boyumuz uzun olduğu için bizi en arkaya atmışlardı. Amcamın kızı çok konuşkandı. Biz de dersi çok kaynatırdık Annem Eskişehirli. Babam serbest ticaret yapayım dedi. Nakliyatçılık yapıyordu, işleri bir ara kötü oldu. Orada restoran gibi bir yer açtı, işletmeye başladı, ama yapamadı, kısa sürdü, kapattı.
HUKUK FAKÜLTESİ’Nİ KAZANDIM AMA ANNEM ÖĞRETMEN OLAMAYACAĞIM DİYE ÜZÜLDÜ
Hukuk Fakültesi’ne beni yönlendiren hocalarım oldu. Edebiyat derslerinde münazaralar olurdu, gruplar oluşturulurdu, ben hep grup sözcüsü olurdum. Çok aktifdim ben, hep tartışırdım ve de her defasında en yüksek notu ben alırdım. Edebiyat hocamız hukukçu olmamı isterdi. Ben hukukun ne olduğunu bilmezdim. Anadolu Üniversitesi’nde sınava girdim. Daha sonra Konya’ya ablamın yanına geldik, yaz tatiliydi. Sınav sonuçlarını gazeteden öğrendik. Bir baktık İstanbul Hukuk. Çok da mutlu olmadım meğer hukuku bilmiyormuşum. Anneme telefon ettik. Bana ‘Ya öyle mi? Bir öğretmenliği kazanamadın mı?’dedi. O anki tepkisini çok iyi hatırlıyorum, çok üzülmüştüm, aslında ben de öğretmenliği çocukluğumdan bu yana çok isterdim.
İSTANBUL’A İLK KEZ GİDİYORDUM AMA İLK DEFA DA BİR RESTORANDA YEMEK YİYORDUM
Yıl 83’tü. İstanbul’a kayıt için babamla gittik. Çok heyecanlıydım. Otobüsle gittik. İşin ilginç yanı ben bu yaşa kadar evin dışında restoranda yemek yememiştim. Otobüs mola verdiğinde babam hadi kızım yemek yiyelim dedi. Self servisti. Tepsiyi alıyorsunuz, istediğiniz yemeği yiyorsunuz. Tavuk haşlama, yanında patates ve puding, o kadar lezzetli ve hoş gelmişti ki, hatta yanına bir de yoğurt almıştım, dışarıda yemek yemek çok hoştu. İstanbul’a gittik, babam askerliğini yaptığı Beşiktaş’a, Yıldız’a beni götürüp oraları gezdirdi. Harem’e giderken vapur tuttu, midem bulanıyordu. Babam dışarıyı görmem için beni üst kata çıkarmıştı. Daha sonra Üsküdar’a geçtik, teyzemlerde kaldık, ertesi gün kayıt yaptırdık, oraya gitmeden önce de Üsküdar iskelesinde balık restoranda balık yemiştik.
ÇOK ÇALIŞKANDIM, BİR DEFASINDA TEK DERSTEN BÜTÜNLEMEYE KALDIĞIMI ÖĞRENİNCE TELEFON KULÜBESİNDE BAYILACAKTIM
Teyzemlerde 3 ay kaldım. Önce Üsküdar’a geliyordum, daha sonra Eminönü’ne vapurla geçiyor, oradan da otobüsle Beyazıt’a gidiyordum. Bu alışık olmadığım için bana çok zor geldi. Üç ay sonra yurt çıktı. Fındıkzade kız yurdunda kalmaya başladım. Çok çalışkan bir öğrenciydim. Hep Haziran döneminde sınavlarımı verirdim, bir keresinde borçlar hukukunda ikinci sınıfta iken kaldım. İstanbul’da ailesi olan arkadaşlara telefon edip geçip geçmediğimizi öğrenirdik. İlk defa borçlar hukukundan kalmışım. 48 mi, 49 mu almışım kalmışım. Oysa 50 alsam geçecektim, o kadar çok üzüldüm ki. Zor bir ders de değildi, ben geçeceğime kesin gözü ile bakıyordum. O zamanlar telefon kulübelerinden telefon ederdik. Arkadaşımı aradım, o kaldığımı söyleyince başım döndü bayılacağımı hissettim. Tabii bütün derslerim çok iyiydi, ama o dersten de 80-90 alıp okulu derece ile bitirdim.
DARÜLACEZE’NİN KOKUSU BENİ ÇOK ETKİLEDİ
Bu arada İstanbul’da sosyal kültürel faaliyetlere katılıyor, tiyatroya sinemaya gidiyor, konserleri e takip ediyor geziler düzenliyorduk. Bir gün Darülaceze’ye gezi oldu. Hem yaşlılar, hem de çocuklar vardı. Yaşlılar da çocuklarda bizi bir yakınları sanıyor, öyle sarılıyorlardı. Çok üzülmüştüm. Bir de çok keskin bir koku vardı. Hastane ve yemek kokusu karışık bir koku. O koku yıllarca burnumdan gitmedi beni çok etkiledi O çocukların resimlerini hâlâ saklarım.
BABAM TRAFİK KAZASI GEÇİRMİŞ
3. sınıfta öğrenciydim. Abim bir gün yurdu aradı. ‘İstanbul’a geliyorum, şu saatte beni karşıla, beraber Konya’ya gidelim’ dedi. Abim daha hiç Türkiye’ye gelmemişti, aklıma kötü şeyler geldi, içime kurt düştü, anneme bir şey oldu dedim, evde de telefon yoktu. Amcamın oğlunu aradım, annemi sordum, annemle yorgan kaplıyorlar dedi. İçim rahatlamıştı. Abimi İstanbul Atatürk Hava Limanı’nda karşıladım. Abim ve halam Danimarka’dan geldi, ikisinin de suratı asıktı. ‘Fatma hala neden üzgünsünüz?’ dedim. Yok, bir şey Ayşe yok dedi. ‘Duygulandım Türkiye’ye gelince, etkilendim’ dedi. Topkapı terminalinden otobüse bindik. Ankara üzerinden gelirken Ankara’da sabaha karşı mola verdik. İndik abim ile halam farklı bir şey içindeler, seninle bir şey konuşacağız dediler. Çok neşeliydim. Birden ‘Babam trafik kazası geçirmiş, Kasımşifa’da yatıyor’ deyince dünyam yıkıldı. Konya’ya geldik, babam çok kötü durumda, komada yoğun bakımda idi. Benim de final dönemimdi ben tekrar İstanbul’a döndüm. Babam Mersin’de trafik kazasın geçirmiş ambulansla Konya’ ya getirmişler.
KONYA’YA DÖNÜP ÇEKİRDEKÇİ APARTMANINA YERLEŞTİK
Hukuk 2. sınıf öğrencisi iken ailem yeniden Konya’ya döndüler. Rektörlüğün arkasında Çekirdekçi apartmanına yerleştik. Ama bu kez de annem hastalanıyordu. Kalp hastasıydı, kalp kapakçıklarından rahatsızdı. Annemi üzmemek adına çok dikkatli davranırdık. Annemi hep mutlu etmek adına çalışırdık.
STAJA BAŞLADIM, BEN İKİNCİ SIRADA EŞİM İSE BİRİNCİ SIRADAYDI
Okul biter bitmez Ağustos ayı içinde Adliye’de staja başladım. Çünkü okulu erken dönemde bitirmiştim. Avantajlıydık. Staj sıralamasında ben ikinci, eşim de birinci sıradaydı. Adliyede ilk geldiğimde savcılıkta eşimle tanıştım. O benden önce davranmış. İlk bürom Fatih çarşısının arkasında Taşoluk İş Hanı’ndaydı. Osman Taşoluk’un ilk kiracısı da bendim. Osman amca babam gibi bir iyi insandı bana karşı. Sonradan da iş verdi. Yeni avukattım. Beni desteklediler bana gerçekten babalık yaptı o dönemlerde. 22 yaşında genç bir avukatsınız. Çok toysunuz, hayatı yeni tanıyorsunuz, bir mücadelenin içine giriyorsunuz, hadi bunun masraflarını karşıla, kendine iş bul, kendini ispat et, insanlar size güven duymuyor, okulu yeni bitirmiş diyorlar, çok zor dönemdi o dönemler. Siz kendinizi ne hissederseniz hissedin, insanların nazarında çok toysunuz.
UMUDUNUZU KAYBEDERSENİZ HERŞEYİNİZİ KAYBEDERSİNİZ
Her zaman umutluydum. Hiç bir zaman umudumu kaybetmedim. Umudunuzu kaybederseniz her şeyinizi bitirdiniz demektir. Sürekli içimden güzel şeyler olacağına inandım. Annemden geçme bir şeydir bu. Annem hep bize gün doğmadan neler doğar, yarına Allah kerim derdi. Annemin felsefi yönü çok farklıydı, bizi olumlu yönde motive ederdi. Annemden çok etkilendim, anneme ne dedimse şimdi ben eşime ve çocuğuma aynısını yapıyorum.
AĞIR CEZADAN TUTUKLU YARGILANAN ŞAHIS TAHLİYE OLUNCA
O dönemde İhsan Onar Baro Başkanı’ydı. Ortakları vardı. Ağır cezada yargılanan bir şahıs varmış. Onun avukatı da İhsan Beyler imiş. İhsan bey rahatsızmış, davaya ortağı giriyormuş. Şahıs 2- 3 yıldır tutuklu imiş. Tutuklu olarak yargılanıyormuş. O gün o kişiyi diğer avukat başka bir yerde olduğu için benim savunmamı istediler. Bana vekâlet verdiler, ben katıldım duruşmada o sanık tahliye oldu. Sanık yakınları bunu hep bana bağladılar. Oysa onlara bunun alt yapısını İhsan Bey yaptı dedimse de onlara inandıramadım.
İŞ ARAYAN İNSANLARDAN ANNEME KAN BULDUK
Annem 1990’da felç geçirdi. Akabinde de kalp ameliyatı oldu. İstanbul Haydarpaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde bir gün kan lazım oldu. Teyzemler vardı. 10 kişinin kanını getirecektik. Bulamadık. Akrabalarımızdan ancak 3- 4 torba kan bulabildik. Askeriye’den de bulamadık. Üsküdar’a gittim. Üsküdar’da kalabalık bir grup iş bekliyordu. Durumu izah ettim kanı tutanlar kan verdiler. Sonra biz de onlara biraz para verdik, yardımcı olduk. O çaresizliğimi hiç unutamıyorum, 25 yaşında genç bir kızın oradan oraya koşturması ve psikolojik baskı altındaki durumunu hiç unutamıyorum.
ANNEM İYİLEŞİNCE EVLENDİM
1991’de annem iyileşti, birinci yılında da nişanlandım 31 Ekim 1991’de de evlendim. Saat 16. 30’da Alaaddin Nikah Salonu’nda yağmurlu bir günde, hava da o zaman erken kararmıştı. Bu evlilikten 1993’te Hasibe Merve isminde bir kızım dünyaya geldi.
ÖNCE KIZ KARDEŞİM KAZA GEÇİRDİ ARDINDAN BABAMI KAYBETTİM
Kızım 2 .5 aylıkken kız kardeşim trafik kazası geçirdi, o yıl okulu bitirme mezuniyet yemekleri vardı arkadaşları ile Gölbaşı’ndan Ankara’ya dönerlerken kaza geçirdiler. Konyalı bir kız arkadaşı o kazada hayatını kaybetti. Kardeşimin de kaburgaları kırıldı, kalça kemiği kırıldı. O dönemde Ankara’ya gidip gelirken sütüm kesildi, kızımı emziremedim.
Kız kardeşimin kazasından bir buçuk ay sonra 17 Eylül’de babamı kaybettik. Köye ekin işi için gitmişti. O zaman kızım 4 aylıktı, ama hastalanmıştı, üşütmüş. Serum bağlanmıştı. Çok üzgündüm. Annem yanıma gelmişti. Babam köyde iken hastalandı diye haber aldık. Hemen gelin dediler. Babamın bir şeyi yoktu, vefat etmiş, defin işlemlerine başlamışlar. Oraya gittiğim zaman mahşeri kalabalığı gördüm, kazanlarla su kaynatılıyordu, o zaman arabamdan inemedim, bacaklarım tutmadı iki kişi kolumdan tutarak beni yukarıya çıkardılar. Babam orada yatıyordu. (Ayşe Hanım bunları anlatırken artık konuşamıyor, sesi titriyor, bir taraftan da gözlerinden akan yaşlara engel olmaya çalışıyordu.) Savcı vardı. Muayene yaptı. Beni öbür odayla aldılar, teselli etmeye çalışıyorlardı. Artık annem yalnız kalmıştı. Ona daha çok ilgi gösteriyor, onu yalnız bırakmamaya çalışıyordum.
SOSYAL FAALİYET VE YARDIMLARDA BULUNUYORDUK
Erkek Yetiştirme Yurdu Derneği’ne üye oldum, daha sonra yönetimine girdim. Türkiye Barolar Birliği Kadın Kolları Çocuk Hakları Komisyonu’nda görev aldım. Şehit Anneleri Derneği vardı, onların çalışmalarını görünce onlarda 2.5-3 yıl denetçilik görevinde bulundum. Maddi durumları bozuk olan hastalara maddi yardımda bulunuyorduk.
TV SEYRETMEM AMA SÜREKLİ KİTAP OKURUM,
PATLICANLA İLGİLİ TÜM YEMEKLERİ YAPARIM
Kitap okumaktan hoşlanırım. Başucumda üç dört kitap bulunur. Felsefi kitaplar, roman, dini ve güncel kitapları çok severim, en büyük zevkim akşam yemek faslı bittikten sonra herkes TV seyrederken benim kitap okumamdır. Resim kursuna gittim, ama beceremedim. Ev işi yaparım, örgü örerim, lif yapmayı, etrafımdaki insanlara hediye etmeyi severim, kızıma örerim. Yemek yapmayı severim, karnıyarık, patlıcan oturtması, kısaca patlıcanla ilgili tüm yemekleri yaparım. En çok da mantıyı yapmayı severim. Alış verişi, özellikle mutfak alış verişini severim, marketlerde, pazarlarda plastik gerekçeleri bardaklara bakarım, bayanların en büyük tutkusu bu olsa gerek. Onları dolaba yerleştirmeyi severim, temizlik yapmayı severim. Günün yorgunluğunu bu şekilde atıyorum.
EŞİM FUTBOL HASTASI
Eşim futbol hastası amatör kulüplerin bile maçlarını izler. Kızım sosyal konulara duyarlı gibi. Milli ve dini değerlerimizi kızıma aşılamaya çalışıyorum. O anlamda boşluk yaşamadığı sürece kendini yalnız düşünmeyecektir. Gençlerin bunalımlarından biri manevi boşluktur. Kızımda inanç çok fazla, buna inanıyorum.
2001’DE BİRİCİK ANNEMİ KAYBETTİM
Ocak 2001’di. Annem nefesim daralıyor dedi. Doktora gittik bir şey yok dedi. Annem daha da kötüleşti. Eve geldi muayene etti yine bir şey yok, Ayşe Hanım, anneniz çok evhamlı dedi. Ertesi gün tekrar aradım hastaneye yatırdık Annem ağrı var diyordu ciğerleri su toplamaya başlamış doktor da farkında imiş. Annem fenalaştı. 24 saat içinde bir şey yok diyen doktor hemen Ankara‘ya götürün dedi. Ambulansla Yüksek ihtisas acil servise götürdük. Annem bana ‘Ayşe’m hakkını helal et senin çok emeğin geçti hakkını helal et seni çok yordum’ diyordu. Gece 12’de hastaneye gittik. Kalp kapağı yapışmış çalışmıyormuş. Hemen ameliyata aldılar. (Ayşe Hanım bu arada yine ağlıyor gözyaşlarını tutamıyordu.) Annemi öptüm helalleştik sabaha karşı 5.5- 6 gibi ameliyattan çıktı iyi dediler. Ama yarım saat sonra annemi kaybettim Sonra saat 7 gibi ambulansla annemi alıp Konya’ya getirdik.
SİYASETE 98’DE ANAP’TA BAŞLADIM
1998’de siyasete başladım. ANAP Kadın Kolları’na üye oldum. Basın ve sosyal ilişkilerden sorumlu olarak çalıştım. Sonra AK Parti’nin kuruluş aşamasında il teşkilatı ve ilçe teşkilatlarında görev aldım. Mehmet Kılıç eşimin mahalleden arkadaşıydı, kendisini mahalleden tanıyordu, eşime teklif getirdi. Eşim tamam dedi. Onlarla birlikte Karatay teşkilatını kurdular, ben de ANAP’tan ayrılıp Karatay teşkilatına hem üye hem de delege oldum. Eşim İlçe Başkanı olunca bürodaki işleri ben devraldım. Genel seçimler oldu. Eşim ilçe başkanı iken hukuk işlerinden sorumluydu.