Balıklar eskisi kadar sağlıklı mı? Uzmanlar uyarıyor
İnsanın neden olduğu denizlerdeki ağır metal kirliliği, balıklarda cıva, kurşun, kadmiyum gibi ağır metal oranlarını tehlikeli boyutlara taşıyor. Bu durum da insan sağlığında bazı riskleri beraberinde getiriyor.
Prof. Dr. Deniz Ayas, çok fazla balık tüketimiyle bu metallerin insanda olumsuz etkilere neden olduğunu belirterek, “Tüketim sıklığı önemli. Daha az ağır metal içeren hamsi, sardalya gibi balıkları haftada bir kez bir porsiyon, dip balıklarını ise ayda bir kez tüketmekte fayda var” dedi.
Balıklardaki ağır metal yoğunluğu, insan sağlığı açısından alarm verir düzeye geldi. Denizlerdeki ağır metal kirliliğinden nasibini alan balıklar, bu kirli denizlerden beslendikleri için bünyelerinde ağır metalleri biriktiriyor. Bu ağır metaller de tüketilen balıklarla insan vücuduna geçiyor. Bu ağır metallerin vücutta fazla birikmesi ise bazı sağlık sorunlarını beraberinde getiriyor. Uzmanlar, besleyici özelliği çok fazla olan balıkları tüketirken bilinçli olmanın önemine vurgu yaparak, kansorejen özellikleri olan bu metallerin vücuda fazla yüklenmemesi için balık tüketimine dikkat edilmesini öneriyor.
“Ağır metaller, özellikle dip balıklarında, omurgasızlarda ve avcı balıklarında daha fazla”
Ekibiyle birlikte laboratuvarda sık sık balıkta metal analizleri yapan Mersin Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi İşleme Teknolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Deniz Ayas, ağır metal riskini İHA muhabirine anlattı. Mersin Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi İşleme Teknolojisi Laboratuvarında yaptıkları ağır metal analizlerinin, balıklar ve omurgasızlardaki metal yükünü gözler önüne serdiğini belirten Prof. Dr. Ayas, “Analizlerde genel olarak ağır metallerin, özellikle dip balıklarında, omurgasızlarda ve avcı balıklarında daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Barbunya, dil balığı gibi dip balıklarının; sardalya, hamsi gibi orta su balıklarına göre daha fazla metal içerdiğini tüm analizlerde görüyoruz. Avcı balıklar da örneğin lüfer gibi balıklar, beslendiği balık grubuna göre daha fazla metal içeriyor. Biz bunu besin zincirinde ‘kümülatif artma' olarak isimlendiriyoruz. Besin zincirinde ağır metaller bir sonraki kademeye artarak gidiyor” diye konuştu.
“Tüketim sıklığı önemli”
Balıklarda ağır metallerin fazla olmasının insan sağlığına olumsuz etkileri bulunduğuna işaret eden Prof. Dr. Ayas, “Kurşun, kadmiyum, cıva gibi ağır metallerin toksik etkileri olduğu, insan metabolizmasında da kansere yatkınlık gibi bir etkisinin olduğu literatürde zaten kabul edilen bir durum. Burada tüketim sıklığı önemli; çok fazla balık tüketimi, bu metallerin insanda olumsuz etkilerine neden oluyor. Aslında balık açısından baktığımızda şöyle bir gerçek açığa çıkıyor; balıklarda bizim tükettiğimiz yer kas doku. Metallerin hedeflediği organlar ise karaciğer, böbrek, dalak, solungaç. Metaller bu dokularda birikiyor. Besin zincirinde o kadar fazla metal yükü var ki, bu balıklar depo organlar dolduğu için kaslarda da depolamaya başlıyor. Biz buradan aslında çok problematik bir durumun olduğunu görüyoruz. Kas dokuda kadmiyumun, cıvanın, kurşunun olmaması gerekiyor, çünkü depo organı değil. Ama bunların oranlarının gün geçtikçe arttığını da rahatlıkla söyleyebiliriz” ifadelerini kullandı.
“İnsanlar kendilerini korumalı”
Bu ağır metallerden kaçınmak için önerilerde bulunan Ayas, “Balıklar, besleyici yönleri de olan canlılar, çok iyi aminoasit içerikleri ve çok iyi yağ asit profilleri var ama insanlar bu konuda kendilerini korumalı, daha bilinçli davranabiliriz. Hamsi, sardalya gibi balıklar daha az ağır metal yükü içerdikleri için haftada bir kez bir porsiyon tüketilebilir; yani sıklığı daha fazla olabilir, çünkü insanın da aldığı bu metalleri atma mekanizması var. Daha riskli gruplar, yani dipten beslenen canlı gruplarında karides, kalamar, barbunya, dil balığı gibi dip balıklarını da ayda bir kez tüketmek yeterli olur diye düşünüyorum.
Çünkü daha fazlasında daha fazla metal yüklemesiyle karşı karşıya kalır insan vücudu ve bunu detoksifi (bedenin maddeden arındırılması) etmede zorlanabilir. Eğer deniz balığı tüketiyorsak belli oranlarda tüketmekte fayda var” şeklinde konuştu.
Ağır metallerin balıkta olduğu gibi insanda da çeşitli organlarda depolandığını dile getiren Ayas, bunların başında karaciğerin geldiğini kaydederek, “Karaciğerde metalo proteinlerle bağlanırlar. Daha fazla metal aldığınızda, karaciğer bu taşıma kapasitesini aştığında metaller çeşitli dokularda negatif özellikleri açısından problem oluşturmaya başlarlar. Bunlardan en temeli de kansere yatkınlık, çünkü bu metaller potansiyel kanserojen metallerdir” dedi.
“Her zaman tüketilmesi önemli bir ürünün sınırlı tüketimini önermek zorunda kalıyoruz”
Balıkların bu kadar fazla ağır metal yükü almalarının ana nedeninin, insan eliyle denizlerin kirletilmesi olduğunun altını çizen Prof. Dr. Ayas, şunları söyledi:
“Biz çevreyi, denizi kirletiyoruz. Denizi kirlettiğimizde bu metaller önce suda bulunuyor, daha sonra deniz sedimanına (tortul kayaçlar) geçiyor. Balıklardan önce planktonlar bu metalleri hem deniz suyundan hem sedimandan alıyorlar. Bu planktonlarla beslenen balıklar metal yükleniyor. Besin zincirinde bu durum artarak yol alıyor. Buradaki ilk giriş tabi ki karasal, kirliliğin denize ulaşmasıyla birlikte oradaki metal yükünün arttığını görüyoruz. Son olarak müsilaj meselesinde de görmüştük; besin elementleri ya da endüstriyel proseslerden veya tarımsal faaliyetlerden çıkan metallerin denize ulaşması, müsilaj gibi problemlere neden olurken, aynı zamanda da tüm besin zincirini toksik hale getirebiliyor. Biz de artık ‘Balığı haftada bir tüketin, ayda bir tüketin' gibi uyarılar yapmak zorunda kalıyoruz.
Normalde balık insanlar için besleyici bir ürün. Her zaman tüketilmesi önemli olabilecek bir ürünün biz sınırlı tüketimini önermek zorunda kalıyoruz. Bu paradoksal bir durum, kirlettikçe kirlettiğini tüketiyorsun; tükettikçe de kirletiyorsun. Tükettikçe kirlettiğin şey de besin zincirinde tekrar sana taşınıyor. O yüzden aşırı tüketim ve bunun teşvik edilmesi tüm doğal kaynakların kirlenmesine neden oluyor ve buradan da insana geri dönüş olarak da bu ağır metaller ulaşabiliyor. Böyle bir paradoks içinde yaşıyoruz.”