M. Faik Özdengül
Bari dikkatli kaz!
Geçen hafta boyunca belediye otobüs ve tramvay şoförlerimizle, yolcularla sağlıklı iletişimle ilgili çalıştık. Ellişer kişilik guruplar halinde verimli bir çalışma oldu. Şoförlerimizin de halkımızdan beklentilerini hiç olmazsa burada sizlere iletmek istedim. Bunu yaşlıca sayılacak bir kaptanımızın çalışmamız sırasında bana aktardığı bir anıyı yorum yapmadan aktararak anlatmak istiyorum. Açıkça laf deliye ve çocuğa söylenir derler. Anlayışlı zata fazla laf gerekmez. Şehrimizin kenar semtlerinden biriydi dedi. Son durak.
Sabahın bayağı erken bir saati. İlk seferim. 8-9 yaşlarında bir kız çocuğu otobüse bindi ve gülümseyen bir yüzle: şoför amca hayırlı sabahlar nasılsınız dedi derken kaptanımızın gözleri doldu. Bunu neredeyse 10 yıl oldu ve hiç unutmam dedi.
Biz de çalışmalarımız sırasında kaptanlarımıza hep güler yüzü önerdik. Zaten ellerinden geleni yaptıklarına dair güçlü bir inanç oluştu bende de. Mutlaka okurlarımızdan yaşadıkları nahoş birkaç olaya binaen itiraz edenler olacaktır. Daha yukardan bakınca meseleye aslında birbirimizden de pek farkımız yok. Toplumumuzun niteliği neyse otobüslerimiz de, tramvayımız da, okullarımız da, kurumlarımız da aynı. Burada asıl söylemek istediğim niteliğimizi artırma görevi hepimizin. Sizlerin beklentilerini de aktardım onlara ve onların sizlerden beklentilerini de bir anıyı paylaşarak belirtmeye çalıştım. Elçiye zeval olmaz. Benden bu kadar.
Hafta sonu çeşitli rahatsızlıklarla geçti. İki gecesinde hastanedeydim. Bende bir sorun yoktu refakatçiydim. Bir yandan yığınla hedef belirlerken, dünyada kalıcıymış gibi, hiç gitmeyecekmiş gibi davranırken birden bir telin kopmasıyla koca orkestranın işlevsiz kalması gibiydi. Şükür, sorun geçmeye yüz tuttu. Ders aldım mı? Alıyor muyuz? Mesele bu.
Yaşanan her sıkıntı ve problem meyvedir diyordu Hz pir. Bir zamanlar bir yerde ektiğin bir tohumun meyvesi. İşin ilginç yanı karşılaştıklarımızın, problem meyvelerinin ektiğimiz tohumlara benzememesi. Bu yüzden de nedenlerini anlamak çaba gerektiriyor. Her zulüm kendimiz için kazdığımız bir kuyuya kazma vurmak gibi. Zulme devam edilirse günü gelince kuyu yeterince büyüdüğünde beklemediğimiz anda içinde buluveriyoruz kendimizi. Zulüm denince büyük olayları düşünmeyelim. Kendimize yaptığımız haksızlıklardan tutun, Yaratıcıyla araya mesafe koymak, belki bize çok küçük gibi gelen dikkatsiz incitmelerden pek çok dedikodu, yalan ve kötü zanna kadar bir çok olay. Aslında zulüm adaletin tersi. Hak etmeyene vermek. Bir şeyi hak etmediği yere koymak. Hz. Mevlana’nın deyimiyle dikeni sulamak.
Tohumun ve meyvenin birbirine benzemesi gerekmez ve benzemez zaten. Dikkatli olmayı gerektiriyor yaşam. Çünkü biz fark etmesek de, biz dikkat etmesek de hayatın kendi içinde bir düzeni ve en önemlisi sahibi var. O hem hayatın hem hepimizin yaratıcısı ve sahibi. Meşhur hikayedir. Kibirli ve dönemin varlıklı bir zevatı berber dükkanına girer. Berber bir dervişi tıraş etmektedir. Adam başında saçı olmayan dervişi nezaketsizce tutup kaldırır ve kendisi oturur. Kimse de ses çıkaramaz. Nihayet adam tıraş olup dışarı çıkar ve atına binerken ayağı takılıp bir ayağı özengide diğeri boşta atın da hızlıca hareket etmesiyle dükkanın önündeki Pazar yerinde başını sağa sola çarparak can verir. Berber dervişe dönerek: dervişim ceza biraz ağır olmadı mı diyince derviş: ben bağışlamıştım ama dervişin sahibi razı olmadı der. Bu olay kabağın sahibi namıyla meşhur olur.
Kuyu kazarken dikkatlice kazmak gerek. İçine düşecek kadar büyütmeden. Hatta bir an önce fark edip kazmayı da bırakıp üzerini iyiliklerle güzelliklerle örtüp kapatmak.