Mustafa Yiğit
Batı'da Türk(iye) imajı
Modernizmin bütün kavramların içini boşaltıp, herşeyi imaja indirgediği ve "bana imajını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim", sözünün düstur olduğu bir dünyada, Türkler'in ve Türkiye'nin en önemli problemi imaj'dır. Türkiye'nin son 20-30 yıldan beri bir imaj sorunu mevcuttur. Batı, hatta diğer ülkeler Türkiye'yi ve Türk insanını, değişik ve yanlış bir şekilde algılıyor ve bu yanlış hatta "kasıtlı" algılama hâlâ sürmektedir.
"Tarihte Türk İmajı"
Avrupa tarihindeki Türk imajına baktığımızda (o dönemlerde Türkiye imajından bahsedemiyoruz, çünkü devlet olarak Türkiye değil Osmanlı vardır) iki ayrı döneme ayırabiliriz. Bu dönemlerden ilki 18. yy.'a kadar olan dönemdir. Bu dönemde Türk imajı, Türk korkusuyla ölçülebilecek bir durumdur. Bu anlamda Avrupalının gözünde Türk kötü bir imaja sahiptir. Bu kötü imaj üç değişik tarihten kaynaklanıyor. 1453 Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethi. 1529 I. Viyana Kuşatması ve 1682 II. Viyana Kuşatması. Özellikle "İki Viyana kuşatması da başarısız geçmesine rağmen Avrupa'da bu dönemlerde çok büyük bir Türk korkusu" mevcuttur. Hatta haçlı seferlerinin de bunda büyük etkisi mevcuttur. Avrupalılar Türkler'e "İslam'ın Delisi" anlamında "Deli İslam" diyorlardı. Coğrafi olarak Avrupa'nın içlerine kadar giren hatta sınırını "Viyana" olarak çizen Türkler buna rağmen Avrupalı olarak algılanmıyordu. Türkler'in dili, dini, töresi, herşeyi çok farklıydı. Dikkatinizi çekmek istiyorum, Avrupa Birliği'nin kapılarını aşındırdığımız şu sıralar yine aynı bakış açısı Avrupalı'da mevcuttur.
Bu olumsuz Türk imajı 17. yüzyılın sonlarına doğru ve özellikle 18. yüzyıldan itibaren pozitif yönde değişmeye başladı. Bu hem Avrupalı'nın yavaş yavaş üstünlüğü ele geçirmesinden, hem de Osmanlı saray kültüründen kaynaklanıyordu. Avrupalı, 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun saraylarına, sanatına, mimarisine ve zevklerine hayran kalmıştır. Bu tarihlerde İstanbul'dan gelen herşey beğeniliyordu ve Osmanlı'nın bu değişik hayat tarzına Avrupalı hayran kalmaktan başka birşey yapamıyordu. Bu dönemde özellikle Türk kahvesi ve Türk banyo kültürü, Avrupa'da benimsenip yayılmaya başlandı, başka ilginç bir örnekte Wolfgong Amedeus Mozart "Saraydan kız kaçırma" operasında Osmanlı saraylarını anlatıyor.
Bu olumlu imaj özellikle de Almanlar'da çok üst düzeyde idi. 1945'e kadar Türkler Almanlarla hem I. Dünya Savaşı'nda silah dostluğu yaptılar hem de ekonomik anlamda işbirliğinde bulundular. Bir de gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var. 1945 yılına kadar iki tane dünya savaşı cereyan etti, böylece bu dönemlerde bütün devletler hayati sorunlarla karşı karşıya kaldılar ve imaj sorunu ile de kimsenin uğraşa-
cak vakti yoktu.
"II. Dünya Savaşı'ndan Sonra Türk İmajı"
ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da birtakım değişiklikler ve gelişmeler ortaya çıktı. Bu değişiklikler özellikle Türkiye'nin iç ve dış güvenlik politikasını da içeriyordu. Türkiye, 1952'de NATO'ya girmesiyle beraber Batı Avrupa devletlerinin ve özellikle ABD'nin güvenlik politikalarına dahil edildi. Türkiye soğuk savaş döneminde NATO'nun en öncelikli devletlerinden biriydi. Jeo-stratejik konumu itibariyle Batı Dünyası Türkiye'yi Komünizme karşı bir siper olarak algılıyordu. Fakat Batı Dünyası Türkiye'yi sadece bir güvenlik politikası olarak değerlendirecekti. Bu çerçevede değerlendirseydi Türkiye'nin gayet olumlu bir imajı olacaktı. ancak Avrupa, Türkiye'yi değişik kategorilerden algılıyor ve değerlendiriyordu. 1856'dan bu tarafa Avrupa devletler sistemine dahil olmasına rağmen Türkiye, Avrupalı'nın gözünde Şarklı, Asyalı bir devletti. Hatta ve hatta, azgelişmiş bir üçüncü dünya ülkesidir. Ayrıca, Avrupa Türkiye'nin demokratik bir ülke olduğunu kabul etmediği gibi, Türk halkının da bu olgunluğa erişmediğini söylüyordu. Öyle ki Avrupalı'nın gözünde her on yılda bir darbe yapılan bir ülkede 1990'da da bir darbe olmalıydı sorusu Avrupa'da gündem oluşturmuştur.
Türkiye imajının 1980'li yılların sonrasında tekrar negatif olması durumu söz konusudur. Çünkü özellikle Doğu Bloku'nun yıkılmasıyla birlikte, Türkiye Osmanlı'nın bile yakalayamadığı bir tarihi fırsatla karşı karşıya kalmıştır. Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya'nın merkezinde güçlü bir Türkiye oluşmak üzeredir. Biraz önce de bahsettiğim gibi Batı'da Türkiye imajının olumlu olması Türkiye'nin gücüyle ve tarihte oynadığı rolle ters orantılıdır. Bu anlamda 1990'lar Batı'da Türkiye imajının olumsuz olması bir anlamda Türkiye'nin tekrar bir güç olma yolunda olduğunu da göstermektedir.
Gezi Parkı Olayları ve Türk imajı
Özellikle son dönemde Türkiye imajı yeniden gündeme gelmeye başladı. 2000’li yıllardan itibaren Türkiye’ye yeniden övgüler düzen bir batı vardı. Bunu tarihi seyre baktığımızda kendi açımızdan olumlu görmemiz mümkün değildi. Türkiye ne zaman güçsüz bir ülke konumundaysa Batı Türkleri o kadar çok övgüye değer buluyordu.
Gezi Parkı olaylarıyla birlikte yine Batının Türkiye imajının değiştiğini görüyoruz. Hatta Gezi Parkının bir imaj çalışması olduğu da söylenmektedir. Batı bu sefer Türkiye’yi tarihi arka planından ziyade güncel siyasetle değerlendirme yoluna gitmiş ve Türkiye imajı son bir yılda negatif bir seyir almıştır. Bu Türkiye açısından gerçekten olumlu bir pozisyondur diye düşünüyorum. Mevcut siyasi çekişmelerin dışında bunu söylemek istiyorum. Türkiye’nin tarihi misyonu, geçmişi açısından bunun böyle olduğunu düşünüyorum. Geçen yıl Avrupa seyahatimde Batılılar son on yıllık Türkiye’ye “wonderfull” diyorlardı, şimdi Gezi Parkı sonrası gittiğimde “bad” diyorlar. Bu mevcut siyasal iktidarın puan hanesine eksi yazılsa da Türkiye’nin yeni bir sürece girdiğine delalet etmesi açısından önemlidir diye düşünüyorum..
Türk(iye) İmajının Geleceği
Türk(iye)'nin imaja ihtiyacının olup olmadığı sorusu çoğumuzun aklına gelmiştir. Ancak ben bu soruyu sormanın abes olacağı kanaatindeyim. Çünkü; zaten Batılı'nın gözünde bir imajı var! Sorun bu imajın, değiş(tiril)mesindeki süreçte yatmaktadır. Hoş bir imaja sahip olalım derken, kendi dış güvenlik siyasetinin dumura uğratılmaması ve önündeki bu tarihi fırsatı, imaj uğruna kaçırma durumunda kalmasıdır. Bu anlamda Batı'ya kendimizi tanıtmaktan ziyade ilk önce "kendimizi" tanımalıyız. İlkeli bir siyaset, en önemli şarttır. Bu gerek iç, gerekse dış siyasetin olmazsa olmaz, diyebileceğimiz bir sorunu. Batı kompleksinden kurtulmanın yanısıra, Batıyı tam anlamıyla analiz etmek, diğer bir şart olarak karşımıza çıkmaktadır. Sorun Batıyı her yönüyle anlamak ve kendimizi Batıya, Yunan Dışişleri'nden değil, kendi dilimizden anlatmaktan geçmektedir.