Durali Göğüş

Durali Göğüş

BAYAT EKMEKLER

Tarihte medeniyetlere başkentlik yapmış bir belde. Hatta belde-i muhayyere bir şehir. Bu şehirde 1930 - 40’lı yıllarda oluşan bir sokak. Sokağın tam orta bölümünde yer alan avlu içinde taş duvar, beyaz toprak sıvalı, tavanı ağaç üstü hasırla kaplı iki katlı bir ev. Bu evin yapılışından otuz yıl sonraki ikinci sahibi Ahmet amca.

Tam elli yıldır ona ve çocuklarına barınak olan sıcacık bir yuva. Ahmet amca ve eşinin yaşı doksana dayanmıştı. Çocuklarının hepsi iş, güç ev bark sahibi olmuş dağılmışlardı. Ama Ahmet amcanın ailesi eskilerin tabiri ile ataerkil bir aile yapısı. Haftada bir gün mutlaka bir araya gelinir. Sılayı rahim yapılan bir mekân olurdu Ahmet amcanın konağı. Tüm eski komşuları dağılmış eskilerden sadece Ahmet amca kalmıştı o sakakta. Bağlıydı, elli yıllık anılarına şahitlik etmiş sokağa ve evine bağlıydı tutkuyla. Başka lüks semt ve bina istemezdi imkânı olduğu halde. Burada soğuk da olsa sobalı ev bir başkaydı onun için. Biz başka yerde yapamayız derlerdi her ikisi de.

Huzur bu olsa gerek, kabullenmek ve bağlılık. Doksanlı yaşlara hayatın zorluklarına beraberce katlanıp omuz vererek gelmişlerdi. Birbirlerine bağlıydılar sevdayla, hala dayı çocuklarıydı nihayetinde. Yetmiş yıla varan birliktelikleri şimdiki pamuk ipliğine bağlı evliliklere nispet edercesine. Şimdi bu ikilinin şimdilerine, günlerine, yaşayışlarına bir anekdot. Kış kapıya bastırmış son yıllarda yağmayan karın hasreti bu yıl son bulmuştu sanki. Aralık ayının ortaları ve yine bu hanenin ailecek birlikte oldukları gün. Gece on sıralarında beklenen müjdeyi evin küçük çocukları verdi. “Kar yağıyor, kar yağmaya başladı yaşasın!”

Büyükler heyecanla fırlayıp yerlerinden balkona çıkıp el açtılar Rablerine. Gözleri semada, kalplerinde şükürle süzülen kar tanelerini ibretle seyre daldılar. O gün gece başlayan kar iki gün sürekli yağmış, şehir beyaza bürünmüştü. Şehir insanı beklediği bereketin gelişinden duyduğu mutluluk ve sevinçle beyaz örtü üzerindeydi. Çocuklar, ebeveynler sanki bayram yapıyorlardı. Tabi ki her nimetin bir de sonrası için önlem gerektiren sonuçları vardır. Ahmet ağa bahçe kapısının önünü, merdivene kadar avlu yolunu ve merdiven basamaklarını donmadan kürüme işine koyuldu. Yıllarca besicilikle rızkını temin ettiği hayvanlara olan sevgisi bir başkaydı Ahmet amcanın. Kar yağışından sonra dondurucu soğuklardan her yer buz kesmiş donmuştu. İyi havalarda bile Ahmet amca kuşlara yem dökmeyi alışkanlık haline getirmişti kendince. İşte bu eksi soğuklardan bir gün Ahmet amca sobanın iliklerini bile ısıttığı odanın penceresinden dışarıya seyre dalmıştı. Avlusundaki ağaçların üzerine serçelerin, kırlangıçların ve kumruların yavaş yavaş konmaya başladıklarını izlemekteydi. İhtiyarların bir ihtiyacı var mı ziyaretinde bulunan oğlu ve iki torunu da misafirdi o gün. Ahmet dede torunlarına dönüp “Benim müşteriler gelmeye başladılar” dedi. Torunlardan büyük olan “Ne müşterisi dede sen bir iş yapmıyorsun ki.” “Kuşlar, kuşlar çocuklar bunlar benim müşterilerim. Onların karınlarını doyurmamız lazım.” Küçük torun, “Neden dede onlar kendileri doyuramaz mı karınlarını?” “Gelin bakayım oturun şöyle dizimin dibine. Bakın çocuklar bizim atalarımız;

Osmanlı'da muhtaç durumda olan insanlar için aş evleri açılır, durumu olmayanların borçları silinir, sokak hayvanlarına bakılması için uşak tutulur, maaş verilir; kasaplara, köpeklerin karınlarını doyurmak için bile aylık ödenirdi. Osmanlı'da, insan değerinden ayırt edilmeyen sokak hayvanlarının beslenmesi bir meslek oluşmuştu: Mancacılık…

Aynı dönemde, Avrupa ülkelerinde hiçbir hayvan hakları kanunu olmadığı gibi, 16. yüzyılda Paris'te her yıl yaz ayının belli bir gününde tüm sokak kedilerinin çuvallara doldurulup yakıldığı ve halkın bugünü eğlencelerle bir festival havasında kutladığı kara bir tarihleri vardı. Birçok Avrupa ülkesinde insan hayvanat bahçeleri oluşturmuşlardı…”

Yaa evlatlar işte böyle bizler Müslümanız. Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki:

Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: 'Bu köpük de benim gibi susamış.' deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti.

Şimdi bakın sizlerde televizyonlarda sık sık duyuyorsunuz hayvanlara işkence eden vicdansızları, bunlar insan olamaz yavrularım.

Hele birde en acısı yavrularım,insanın insana işkence eden çocukları açlığa mahkum edenler varki onlar şu gördüğünüz hayvanlardan bile cani yani hayvandan daha aşağılık bir varlık diyor kitabımız kuran.”

“Hadi yavrular sokaklardan topladığım şu bayat ekmekleri kuşlar için ufalayalım gelin bana yardım edin, sevabı bugün paylaşalım sizinle.”

Her insanın Ahmet amcanın merhamet duygusunu örnek alması ve çevresindeki tüm canlılara sahip çıkması şuuru ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.