Derviş Argun
BENCE SUÇ SİYASİLERDE
Daha önce de yazmıştım. Rızkımı, eğitim sektörünün periferisi sayılabilecek bir alandan kazanıyorum. Akademik yayıncılık yapıyoruz ve tamı tamına 37 yılımı bu sektörde harcadım. Bu 37 yıllık dönemde sayısız hükümet, bir o kadar da Milli Eğitim Bakanı geldi geçti. YÖK başkanlarının sayısı mı? Hiç bilmiyorum. Politikalar, programlar, yapıldığı iddia edilenler, yapılamadığı için eleştirilenler. Sayısız olay yaşadık. Ve neticede "eğitim şart" sloganı altında Türkiye'deki eğitimi ve çıktılarını tartışmaya devam ediyoruz. O kadar ki, dipsiz kuyu gibi sektöre ilk başladığımda atılan taşın sesi bile, henüz duyulmadı. Projeler, BAP'lar, sempozyumlar, oturmalar, kalkmalar, harcanan paraların haddi hesabı yok.
Eğer, rakamlar üzerinden konuşur ve eğitim sektörünün aşağı yukarı taslak bir haritasını çıkaracak olursak,
"Türkiye'de yaklaşık 25.5 milyon öğrenci var. Bu rakam 81 milyon nüfusa oranlı düşünüldüğünde ülkenin % 32'si öğrenci demektir. Açık liseler ve özel okullar da dahil olmak üzere bunun 18 milyonu Milli Eğitim Bakanlığına bağlı, Açık üniversiteler dahil 7.5 milyonu ise, yüksek öğretim kurumlarında eğitim görüyor. Öğrenci sayımız, 5 kıtada bulunan 143 ülkenin nüfusundan daha fazla. Bu yönüyle oldukça hacimli bir eğitim paketimiz var. Doğu düşünceli, batı programlı bir ülke açısından baş edilmesi zor bir paket."
"Öte yandan 170 bini özel okullarda, 1 milyonu devlet okullarında olmak üzere MEB'e bağlı okullarda 1 milyon 170 bin öğretmen var. 135 bin özel, 572 bin devlet okullarında olmak üzere yaklaşık, 707 bin de derslik bulunmaktadır. Bu oran, açık liseleri saymazsak aşağı yukarı özel okullarda derslik başına 13, devlet okullarında ise 17 öğrenci düşüyor demektir. Kabataslak bir hesaplama ile neredeyse 15 öğrenciye bir öğretmen düşüyor."
"Yine aynı şekilde vakıf, devlet tüm üniversitelerde yaklaşık 170 bin akademisyen bulunmaktadır. Açık üniversiteleri saymazsak yaklaşık 20 öğrenciye bir akademik personel düşmektedir. Okullar, kampüsler, fiziki alanlar ve sağlanan imkanlar ortaya konduğunda, devasa bir bütçe bu alana harcanmaktadır."
"MEB'in 2019 yılı bütçesi, 114 Milyar, YÖK'ün 2019 bütçesi ise yaklaşık 33 Milyar TL'dir. Yani bu ülke eğitime, yaklaşık olarak yılda 147 Milyar TL harcamaktadır. Devlet, özelleri de içine katarak belirtecek olursak, her bir öğrenci için yıllık 5.800 TL harcamaktadır. Bunu eğitim süresi olarak planladığımız 8 aya bölersek, aylık öğrenci başına eğitim gideri olarak yaklaşık 725 TL harcanmaktadır. Maalesef bu rakamlara velilerin harcadıkları dahil değildir. Veli masrafları da ilave edildiğinde ortaya dev bir tablo çıkmaktadır."
Tüm dünya ile birlikte yaşadığımız şu "Korona Günleri"nde üzüntü ile müşahede ediyoruz ki, bu kara delikten, yani olduğuna inandığımız bilim adamları ve üniversitelerimizden hala sadra şifa bir ses gelmemiştir. Medya'da konuşan onca akademisyenin gözü, ya sürecin başladığı Çin ya da bugün virüsün merkezi haline gelen Avrupa ile birlikte seğirmektedir. Her yıl tüketilen yüz milyarlarca liraya rağmen, toplumun ve hükümetin elini rahatlatacak bir çözüm önerisi ya da çözüme katkı sağlayacak bir enstrüman üretememişlerdir.
Onca Üniversite, koca koca isimleri ve dev bütçeleriyle bu konuda da siyasetin önüne geçmeyi becerememiştir. Son yüzyılda dünyada yaşanan şu kadar salgın, teyakkuza geçmesi gereken üniversitelerimizi bırakın teyakkuzu, yerinden bile kıpırdatamamıştır. Siyasetin ürettiği binalar ve tefriş edip yurtdışından milyarlarca dolar ödeyerek getirdiği cihazlar üzerinden üniversitelerimiz, insanlığın önünü açacak, Türkiye'ye irtifa kazandıracak araştırmalar yerine, ağırlıklarıyla örtüşmeyecek ilişkiler ve süreçler içine girmişlerdir.
Ne ki, ağzını açanın siyasete ve siyasilere küfrettiği bir ülkede yaşıyoruz. Bunu besleyen bir geçmişten geldiğimiz tartışmasız. Fakat siyasetin üzerinden kendi cürümlerini gizleyen bu kara delikleri de, artık görmemiz gerekiyor. Bir ülkenin neredeyse yarısını meşgul edip, 7'den 27'ye tüm gençliğini yıllarca potasında tutup, bir tane bile basket yapamadan gönderen bir mekanizma artık sorumlularıyla birlikte sorgulanmalıdır.
Bu ülke ne için bütçe ayırırsa ayırsın, şüphesiz halkın "dişinden tırnağından" kestikleriyle oluşan birikimden ayırmaktadır. Oysa bugün, bir katma değer üreten ve toplumsal fayda sağlayan kim varsa, mutlaka bir yurtdışı geçmişi çıkıyor. Neden? Yukarıda zikretmeye çalıştığımız imkanlar, batı dahil bir çok ülkenin yakalayamadığı imkanlardır.
Kusura bakmayın ama, isminizin önündeki unvan size sadece maaş katkısı sağlıyor ve sizi şunca yıldır bu milletten aldığıma mukabil ne ödedim sorusunu soramayacak bir kibre sürüklüyorsa, biz doğu'nun yaşadığı acıları yaşamaya, siz batının söylediklerini tekrar etmeye, devam edersiniz.
Suç mu?
Bence suç yine siyasilerde.