Mustafa Yiğit
Benim cumhurbaşkanım!
Önümüzü göreceğiz.
Bugün itibariyle Türkiye'nin rotası belli olacak.
Ülkeyi terk edecekler de, kalacaklar da karar verecekler.
Bu ülkeyi sırf cumhurbaşkanlığı seçimi için terk etmeye niyetim yok onu baştan söyleyeyim.
Ben bu ülkeyi kimi zaman seviyorum, kimi zaman sevmiyorum.
Yani göreceli olarak değişiyor bendeki bu ülke tutkusu.
O yüzden "ya sev ya terket" sloganını kimi zaman ben söylüyorum, kimi zaman da bana söylüyorlar.
Sevdiğim şeyler, Dostlarım ve Türküler...
İstanbul...
Ama tabii ki sur içi..
Sevmediklerim.
Şehirleri betonlaştıran müteahhitler...
Bunlar da her nedense hep doğudan ve Karadeniz’den çıkıyor.
Demek ki birazcık Karadenizliler ve birazcık da doğulular..
Yozgatlı, Kırşehirli, Çankırılı, Çorumlu diyebileceğimiz orta Anadolulu prototipi; hastane, meclis çaycıları, berberleri ve bilumum personeli.
Orta Anadolu'ları da o kadar sevmiyorum demek ki.
Halk dalkavuklarını, sistem dalkavuklarını sevmiyorum.
Birileri adına bir şeyleri savunduğunu söyleyen riyakarları.
Halkı savunuyorum, cumhuriyeti savunuyorum diyen ve bundan rant elde edenleri..
Cumhuriyet mitingleri düzenleme fikirleri hep bunlardan çıkıyor.
Bunlar da ülkenin batısından oluyor daha çok, mesela İzmir.
İdeolojik rantiyecileri de sevmiyorum.
“Peki neyi ve kimi seviyorsun, Mine G'yi geçtin kardeşim” diyeceksiniz.
Bu sersenişte haklısınız galiba.
Bugün Mine G modundayım, dokunmayın bana.
Ama biraz insaflı olursanız, elitleri, seçkinleri, tepeden bakanları da sevmiyorum ben.
Dürüst olanları seviyorum...
Ne olursa olsun, ama dürüst olsun.
Evet, ben onların ne cumhuriyeti ne de halkı, varoşları savunmalarını istiyorum.
İnandığım değerleri de “siyaseten” savunmalarını istemiyorum.
Siyasetlerini doğru yapsınlar, işlerini en iyi şekilde yapsınlar yeter.
İnsanlar pisi pisine trafik kazalarından ölmesinler.
İşsizlikten cinnet geçirip, karısını çocuğunu boğazlayan adam haberlerini daha az duyayım mesela.
Ama malesef bunlara çözüm getiremeyen siyaset kısır çekişmelerin içinde.
Sanki herşeyi cumhurbaşkanı çözecekmişcesine; herkes son zamanlarda "cumhurbaşkanım şöyle olmalı, böyle olmalı" şeklinde polomiğe giriyor.
Bu tartışmalara dayanamadım ben de kendi cumhurbaşkanı profilimi çiziyorum,buyrun buradan yakın.
Gerçi benim kıstasım öyle karmaşık talepleri içermiyor.
Cumhurbaşkanımın süpermen olmasına gerek yok.
Şeyh, ulema gibi beni uçurmasını da istemem.
Öyle kırmızı ışıkta duran cumhurbaşkanı da beni cezbetmiyor açıkcası.
Bir insan sırf “namaz kılıyor, karısının başı kapalı; ya da laikliğe sıkı sıkıya bağlı, karısının başı açık” diye de cumhurbaşkanı olmamalı.
Cumhurbaşkanı devlet işlerinin yürütülmesi için kırk yaşın olgunluğunda, dünyadaki değişimi ilk önce kendinde yaşayabilmesi içinse yirmi yaşın çılgınlığında biri olmalı.
Sezen de, Orhan Baba da dinleyebilmeli, Mozart, Çaykoski de.
Sade vatandaş gibi cuma'ya da gidebilir, bir düğünde -günahı boynuna- bir duble rakı da atabilir.
Amerikayla da, Rusyayla da görüşebilir.
İran'a da Yunanistan'a da gitsin vallahi bir şey demem.
Yeterki kompleksi olmasın.