yazar-9
Beyaz çığlık!
Oldukça bitkin bir şekilde otobüs durağındayım. Gün boyunca koşturmaktan hissedemediğim halsizliği otururken fark edebiliyorum. Karatay Medresesinin ardınca müthiş bir manzara ile gözlerim şenleniveriyor. Güneş yavaşça kaybolurken, semaya turuncu bir kuşak çekiliyor eflatun ise yine kırgınca beklemekte. Ve mevsimin gerekliliğiyle yaprakları dökülmüş dalların arasından süzülen bu manzara karşısında öylece kalıyorum. Şoföre durun diye ses etsen, ne derler adama... *Otobüs kalabalıklaştı, oturduğum yerden insanların yüzlerindeki ifadelerini temel alarak ruh tahlillerini yapıyorum. Bunu yapmayı seviyor ve her defasında bunu yapmaktan kendimi alamıyorum. Bir kadın var ön koltukta. Yaşı içinse orta yaşlı gibi bir nezaket ifadesini kullanmak yersiz. Kısacık saçlarındaki kızıl boya bana bunları düşündürtüyor.*Çok değil, ben diyeyim beş, siz deyin on yıl önce kadınlar saçlarına düşen beyazı böyle gizlemiyorlardı. Tam aksine, yaşı açığa vurmak istercesine beyaz tülbentler bürünülür, bundan da hiç töhmet duyulmazdı. Şimdilerde belli bir yaş kesimi tarafından kullanılan beyaz, kenarı boncuklu tülbentler gelinlik kızların çeyizlerinde farklı bir amaçla bekliyor imiş. Bu beyaz tülbentler, ortası işlettirilip boyama gibi- başörtüsü yerine şark odalarına nostalji kabilinden kullanılır olmuş. *Ne de olsa başörtüsü okulda yasak!Ne de olsa başörtüsü askeri nizamiyede yasak!Ne de olsa başörtüsü diğer kamusal alanlarda da yasak! Ve Ne de olsa o, kimileri için bir aksesuar ***Yine sessiz çığlıklarım vücut buldu. Bu kez, ruh tahlil sırası bana gelmiş olmalı. İneceğim durağa gelmedim ama iniyorum ilk durakta. Diyorum ki, ancak yürüyebilirsin Türkiyede, koşmak elinde değil!***Güneş çoktan battı. Turuncu yine şımardı, eflatun ise hep mahzun. Yıldızları sayarak gitsem, evimi bulur muyum?