Fatma Şeref
Beyşehir’de Saklı Hazine !
Eşrefoğlu al haberi,
Bahçe biziz gül bizdedir!
Biz de Mevla'nın kuluyuz,
Yetmiş iki dil bizdedir!
Ahşap kafesin, boyasız kalmış eski, diğerlerine göre nispeten kabaca yontulmuş bölümlerindeki bıçak izlerinde elimi dolaştıyorum. İçimde bir heyecan bir tuhaf coşku mutluluk, adını tam koyamadığım tarifsiz bir his... Uzun süredir yaşamadığım bir şey, hani kaybettiğiniz, ama aslında gözümüzün önünde duran önemli eşyayı bir anda fark etmek, aniden görmek gibi. Ya da yıllardır aradığınız bir insanı bir manayı bir cevabı bulmak gibi…Buldum ! Diye bağırmak geliyor içimden ama neyi bulduğumu bilmeden … Derken “Allahu Ekber ! Allahu Ekber! “ Nidası dokunduğum paravanı titreterek elimden, bedenime geçti. Görünmez bir enerji akımı gibi beni esir aldı.Ondan sonra düşünceye, sorguya, mantık yürütmeye gerek yoktu. Ahenk ve mana denizinde ruhun yelkenleri fora!
Ezan bitince takıldığım soruya geri dönmekte ısrar etti akıl.Ben burada sekiz yüz yıllık ahşaptaki, o zamandan kalma bıçak izinde ne bulmuştum ki Mars’ta su bulunmasından daha fazla heyecan duyuyordum? Cevabını bulmadan çıkmam inşallah diye dua ettim ama zihnimi zorlamaktan da vazgeçtim.O duygunun sebebi içimde bir yerde vardı nasıl olsa.Vakti gelince kendiliğinden gelir açığa çıkar diye düşündüm.Zira şimdi vakit akşam namazı…Ve ben ilk kez Beyşehir Eşrefoğlu Camii’inde namaz kılacağım derken yine o heyacan, artan bir kalp çarpıntısı da yanında bonus… Oysa uzun süredir kalbimden haber alamıyordum nabzım bile hissedilmiyordu. Aile geçmişimizde kalp rahatsızlıkları yoğun olduğu için bir kardiyologa gidip kontrol olayım diye de düşünüyordum son zamanlarda. Kalbimin atışını duyunca içimden dedim ki :’A, çalışıyormuş sorun yok demek ki… ‘
Ben şimdi nasıl merak etmem bu caminin, ruha nefes veren havasının sebebini…Sabah bulunabilecek en güzel yol arkadaşları ile yola çıkmış Kubad Abad Saray’ından başlayarak Beyşehir gölünün ancak bir yakasını gezebilmiştik. Eşrefoğlu Camiine akşam namazına on dakika kala gelebildik .Üstümüzde arazi gezisinden kalma yorgunluk göl gezisi rüzgarından kaynaklı bir mahmurluk vardı. Buna rağmen Yağız Ozan yanımda Hasan Dede’nin yukarıdaki güzel nefesini söylüyor gölden camiye doğru hızla yürüyorduk .Eşrefoğlu Rumi ile buradaki Eşrefoğlu beyliğinin hiç alakası olmadığını konuşuyor, olsun ruh aynı ruh diye türküye dönüyorduk.
Erlik midir eri yormak
Irak yoldan haber sormak
Cennetteki on dört ırmak
Coşkun akan sel bizdedir..
Camiyi tanıtacak olan görevli imam aceleye gelmesin namazdan sonra alayım grubu deyince, namaza kalan kısa süreyi değerlendirmek için kadınlar mahfiline geçip bilmeden önce sezmeyi , hissetmeyi tercih ettim. Ve yukarıda anlattığım karışık ruh halini yaşadım. Oysa bir çok cami bir çok tarihi mekan bir çok eser görmüştüm. Bazılarında gücü azamet hissedersiniz. Bazılarında görkemi gösterişi sanatın en ince zevklerini temaşa edersiniz, hayran olursunuz.Bazılarında sadece huzur. Ama burada daha farklı bir iklim vardı. Benzetmek gerekirse sadece Alaeddin camiinin verdiği duyguyu yakın diyebilirim.
Sonra İmam Fehmi Yıldırım bey eşliğinde , camiyi gezdik.Fehmi bey Elbistan’lı burada da dört yıldır görev yapıyormuş.Keşke tüm memurlar çalıştıkları mekanı bu kadar iyi tanısa benimsese diye düşündüren bir insan.Eğer Fehmi hoca ve bizimle birlikte Eşrefoğlu Camiini gezmek isterseniz Anamaslı Mehmet You Tube kanalından bulabilirsiniz. Gezmiş kadar olursunuz gerçekten.
Ama bahs ettiğim havayı teneffüs etmek için mutlaka yolunuzu Beyşehir’e düşürün derim. Camiden çıkmadan sorunun cevabını buldum mu? Evet ! Hatta daha fazlasını Selçuklular’ın beni neden bu kadar etkilediğini de buldum.
Çünkü asr-ı saadete , peygamber efendimizin dönemine en çok benzeyen dönem Anadolu Selçukluları zamanı… İslamla yeni tanışılmış sayılır henüz , hem öğrenme hem öğretme, tebliğ hevesi zirvede! Ama şimdi bizim yaptığımız gibi kaba saba ben müslümanım , ben daha dindarım tafraları ile uzaklaştırıcı itici değil.Mevlana’nın, Yunus’un, Hacıbektaşın açık kucağı ile çağıran kucaklayan kaynaştıran bir dil ve tavır hakim .Kendini olmuş saymıyor ki kimse, çıkıp başkasını eleştirsin .Belki acemice herşey ama daha sahici daha samimi…
İşte o ahşap desenlerde bulduğum buydu . Onlarda sekiz asır sonra bile buram buram kokan taze ve samimi bir iman buğusu vardı. Her insanın hayatında “La” ile “illallah” arasında bir süre vardır.Uzun veya kısa, derin ya da yüzeysel. Ama mutlaka vardır, Çünkü la demeden illallah denemez.Kimisi la’da kalır kimi arada …Ama ilk ‘illallah’ heyecanı bu dünyada başka hiçbir şeyde yoktur.Keşke bu hissi yakalayıp bir ahşap kutuda saklamak mümkün olsa diye düşünürdüm .İşte o ahşap kutu Eşrefoğlu Camisi imiş…
Eserin olağan üstü mimari özelliklerini her yerde kolayca bulabilirsiniz ama benim diyeceğim o ki onları boşverin.Beyşehire gelin bu hazine sandığına kendi ellerinizle dokunun…
Söz uzun yer dar…Kutlu Cuma’larda kalın!